16.10.2014

BATININ İSLAMLA SAVAŞI : Komünizmle mücadele amacıyla kurulan NATO varlığını devam ettirmek için yeni bir düşman arayışına girer ve kendisine birinci düşman olarak İslam'ı seçer. Sovyetler'in yıkılışıyla son bulan 'kızıl tehlike'nin yerini 'yeşil tehlike' alır. 'Yeşil tehlike'nin en büyük tehlike oluşu sürekli işlenir.

 
Beyaz, Batılı, Hristiyan adam, emperyalist batı, her şeyi sömürdüğü gibi, dini de sömürür. Komünizme, üçüncü dünyadaki bağımsızlıkçı, millici, antiemperyalist akımlara duruma göre karşı dinciliği destekler.Yada pasifize eder.
Hristiyan Misyoner okulları açan odur. Osmanlı’nın son döneminde kurulan
İngiliz Muhipleri Cemiyeti , İttahak Terakki ,Jön Türkler
Yeşil Kuşak Projesi kapsamında; Afganistan, Pakistan, Türkiye, Mısır’da İslamcı siyasetleri, örgütleri, diktatörleri, darbeci generalleri destekleyen odur.
Devlet içinde Paralel Cemaati  : Cemaatlere muhtelif yapıları baronları destekleyen odur.
İç savaşlar çıkarmak için Irkçılık ve Milliyetçilik akımlarında her iki tarafa fitne sokan odur.
Bunları ülkeler yaptıran ve  arkada görünmeyen SİYON LİDELERİ dir 

EMPERYALİZMİN SİYASAL PROJESİ OLARAK ILIMLI İSLAM

ABD, “ılımlı İslam”ı dayatırken, tüm siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel, bilimsel, teknolojik araçları kullanmıştır. 


Algıları yönetip, toplum mühendisliği yapmıştır. İslam dünyasındaki iç dinamikleri kullanırken, mesela, Suriye’deki iç savaşta görüldüğü üzere, masum insanların kafasını kesip, bu görüntüleri, karşı oldukları Batının icadı olan kameralarla, cep telefonlarıyla kaydedip, yine Batı icadı sosyal medyaya yükleyenleri öne çıkarmıştır. 

Ama bu vahşeti yapanların, Esad’a karşı, ABD ile aynı safta olduklarını gizlemeye çalışmıştır. Ne kadar barbar olduklarını gösterip, ılımlı İslam’ın destek bulması için zemin hazırlamak istemiştir. 


Kendi desteklediği bu teröristleri vahşi olarak gösterip, ABD askerlerinin Ebu Gureyb hapishanesinde Iraklı esirlere yaptığı işkenceleri unutturmaya çalışmıştır.

Batı'nın İslam ile savaşı ( 1 )

Söyleyeceklerime delil teşkil etsin diye bu yazıda uzunca bir iktibasta bulunacak, gelecek yazımda ise Batı'nın İslam ile savaşının bugünkü uzantılarını ve uygulamalarını açıklamaya çalışacağım.
'1990 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecine girişiyle komünizmle mücadele amacıyla kurulan NATO'nun varlığını devam ettirmesinin de bir anlamı kalmamıştır. Bundan dolayı da NATO, varlığını devam ettirmek için yeni bir düşman arayışına girer ve kendisine birinci düşman olarak İslam'ı seçer. Sovyetler'in yıkılışıyla son bulan 'kızıl tehlike'nin yerini 'yeşil tehlike' alır. 'Yeşil tehlike'nin en büyük tehlike oluşu sürekli işlenir. 1990 yılının Ekim ayında Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı Orgeneral John Galvin, dünya barışını tehdit eden ana tehlikenin yerini yeni tehlikelerin aldığını belirtir. Bu yeni tehlikelerin başına da 'İslam köktenciliği ve terörizm'i yerleştirir.
'1991 yılında İngiltere Başbakanı Thatcher, gittiği Moskova'da: ' Artık Doğu-Batı zıtlaşması kesin olarak son bulmuştur. Yeni Kutuplaşma Batı ile Akdeniz ve Orta-Doğu havzasındaki fundamentalist (İslamcı) cereyanlar arasında oluşmaktadır' derken yine 1991 yılında NATO, yeni oluşturduğu konseptin 7. maddesine göre ''yeni düşman' çok boyutlu, çok sinsi, çok cepheli, çok yönlü, önceden bilinirliği son derece düşük tehdit ve tehlikelerin failidir' der. 1994 tarihinde NATO Savunma Bakanları Toplantısı'nda Fransız Bakan Leotard, 'NATO'nun kendisini İslamcı fundamentalizmden gelen tehdidi caydırmaya göre yönlendirmesi gerektiği'ni dile getirir. 1995 yılında NATO Genel Sekreteri Willy Claes, Independent gazetesine verdiği demeçte yeni tehlikeyi ismiyle birlikte işaret eder: 'Köktendincilik komünizmden daha tehlikeli, lütfen bu tehlikeyi küçümsemeyin.' Refah Partisi'nin yükselişine dikkat çeken Claes, 'Türkiye'nin fundamentalistlerin eline geçmemesi için desteklenmesi gerektiğinden' bahseder.


'Haziran 1996'da Türkiye'ye resmi ziyarette bulunan israil Cumhurbaşkanı Ezer Weizman, Refah Partisi'nin hükümet olmaması gerektiğini söyler. Weizman, 'Demirel, yakın dostum. Bunu engellemek için elinden geleni yapacağına eminim. Ordu da sessiz kalmayacak' der. 1997 yılında Amerikan Kongresi'nin Ortadoğu Masası Şefi Carol Migdalovitz tarafından hazırlanan raporda Refahyol Hükümeti'nin 'düşmesi gerektiği'ni vurgulayarak bunun olmaması halinde RP'nin oylarını artıracağını ve tedbirlerin acilen alınması gerektiğini dile getirir. Yine 1997 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nicholas Burns, Türkiye'deki 'ilgililere' yönelik olarak 'Türkiye'de saldırı altında bulunan laik demokrasi korunmalıdır. Türkiye'nin laik demokratik geleneğini yok edecek hiçbir anayasa dışı mücadelenin olmamasını umut ediyoruz. ABD için Türkiye'nin istikrarı ve laik demokrasi geleneği çok önemlidir' uyarısı yapar.' (Fikret Gültekin 3-3 2012; İhvan Forum).
Avrupa, ABD, İsrail ve uzantılarının açıkça ifade ettikleri bu anlayış, karar ve stratejik hedefin lafta kalmadığını, İslam dünyasının başına gelenlerde –kendi kusurları yanında- bu 'İslam'a karşı savaş' kararının önemli bir amil olduğunu gelecek yazıda ifade edeceğim.


Batı'nın İslam ile savaşı (2)

Batı islam'a ve Müslümanlara karşı savaşını birkaç şekilde/yoldan yürütüyor:
1.Soğuk savaş dönemi sona erince, Sovyet İmparatorluğu sözde dağılınca, yine sözde demokrat olan ülkeler karşısında komünizm tehlikesi sona erince uluslararası politika ve örtülü sömürgecilik için gerekli olan bir araca ihtiyaç duyan Batı (Avrupa ve ABD) aradığını buldu, Haçlı Seferleri'nden, Viyana Kuşatması'ndan beri güçlenerek devam eden İslam düşmanlığı 'İslamofobi (aslı olmayan İslam tehlikesi ve korkusu) adıyla piyasaya sürüldü. 11 Eylül olayı Batı için önemli bir fırsat oldu (muhtemelen bunu da onlar tertip ettiler), o kadar ki Buch, Hristiyan dünyayı Müslümanlara karşı birleşmeye davet ederek bilmem kaçıncı 'Haçlı Seferleri'ni' başlatmak istedi. Bugün bütün gayr-i müslim dünyada 'bir vehimden ibaret olan' İslam korkusunu ve tehlikesini yaymak için büyük gayretler sarfediliyor. Müslümanların da bir kısmını kandırmak maksadıyla İslam'ı, 'radikal/kökten ve ılımlı' diye ikiye ayırıyor, kötü maksatlarına engel olmayacak şekle getirilmiş bir 'sözde İslam'a müsamaha gösteriyor, radikal dedikleri kâmil İslam'a ise savaş açıyorlar. Bu savaşı da meşrulaştırmak veya kabul edilebilir kılmak için ya bazı marjinal grupları kullanıyorlar veya kendileri böylelerini icad ediyorlar.
İslamofobi öyle bir cinnet seviyesini yükselmiş olmalı ki, İsviçre'ye şu kararı aldırabiliyor:
'9 Ekim Cuma gününden itibaren ülkede bulunan tüm İslami grup ve kuruluşlarının faaliyetleri yasaklanmıştır. Bu faaliyetler arasında ekonomik, insani yardım gibi çalışma faaliyetleri de vardır. Bu karara uymayan grup ve kuruluşların yöneticilerine 3 yıldan az olmamak üzere hapis cezası verilecektir'.
Gerçi bu haber sonradan yalanlanmış ve kararın IŞİD ile ilgili olduğu açıklanmıştır, ama hem orada hem de diğer Avrupa ülkelerinde İslâmî hayat ve faaliyetlerin önünde ne kadar engel bulunduğunu herkes biliyor.
2.Filistin'e, Afganistan'a, Irak'a, bazı Afrika ülkelerine yaptıkları gibi doğrudan silahlı kuvvetlerini kullanarak savaşıyor, İslam ülkelerini işgal ediyor, maddi ve manevi değerlerini imha ediyor, amaçlarına ulaşınca veya rezil olunca çekiliyorlar.
3.Kendi değerlerine yabancılaşmış, aklı az, hırsı çok diktatörlere 'akıl' ve destek vererek bir İslam ülkesinin bir başka İslam ülkesini işgal etmesi veya bir parça toprağını alması için savaş açmasını sağlıyorlar.
4.İslam ülkelerinin hemen tamamına yakınında görüldüğü gibi etnik farklılık, mezhep farkı, ideoloji farkı, imkan ve fırsat farkı gibi amilleri kullanarak Müslümanların 'birliğini' bozuyor ve iç savaş çıkarıyorlar.
5. İslam ülkelerini demokrasi ve insan hakları eksikliği yüzünden suçlayan Batı, işine geldiği sürece dikta yönetimlerini destekliyor, halkın canı tak edip isyan ile diktatörler yıkıldığında ise halkın iradesi ile işbaşına gelen veya gelecek olan iktidarları engelliyor, orduyu kışkırtarak 'islami demokratik' yönetime karşı darbe yaptırıyor ve işin gülüncü 'darbeye darbe bile demiyor, diyemiyorlar'.
Allah Teala müminleri şöyle uyarmıştır: "Onların inanç ve kültürlerini benimseyip asimile olmadığınız sürece Yahudiler ve Hristiyanlar asla sizden hoşnut olmayacaklar'.
Peki çare nedir?
Çare yine Kitabımız'da gösterilmiş: Ümmetin birlik ve dirlik içinde dayanışması, her alanda güçlü olması, böylece kimsenin onlara saldırmaya cesaret edememesi ve gücün 'herkese adalet' için kullanılması.

Kürtler ve Aleviler ümmetin içindedirler

Kürtler ve Alevîler genellikle Müslümandırlar, halbuki Müslüman olmayan insanlar bile Son Peygamber (s.a.)'den sonra onun ümmetine dahildirler; çünkü başka bir peygamber olmadığı için başka bir 'vahye dayalı dinin ümmeti' de olamaz. Bu yüzden kaynaklarda insanlar iki kısma ayrılmış, İslam'ı kabul edenlere 'icabet ümmeti', henüz kabul etmemiş olsa da Peygamberimiz ve yolundan gidenler tarafından İslam'a davet edildikleri için onlara da 'davet ümmeti' denilmiştir.
İcabet ümmeti içinde meşhur tabirle yetmiş iki millet (mezheb mensubu) vardır. Bunlardan 'ehl-i sünnet ve cemaat' olarak anılan büyük kitle, diğerlerini 'yanlış yola sapmış olarak' kabul eder ve kendilerince 'doğru olan yola' çağırırlar. Ama bu fark ve çağrı dinin aslı (insanı dine sokan, Müslüman kılan veya çıkaran konularla) ilgili olmayıp, dinin yorumu ile ilgilidir. İnkar değil de yorum (te'vîl) bulundukça hiçbir grup tekfir edilemez (İslam dışına itilemez).
Alevîlere karşı Sünnilerin tavır, davranış ve duyguları benim çocukluk yıllarımla anarşi yıllarına göre hayli değişti, yumuşadı ve normale yaklaştı. 'Mezhebimiz farklı olsa da din kardeşiyiz' anlayışı, bundan hoşlanmayanlara, istismarcılara, ümmet düşmanlarına rağmen yaygınlaşmaya devam ediyor.
Kürtlerin de Alevî olanı ve olmayanı var, sanırım çoğu Sünnî'dir. Mezheb bir yana, etnik fark yüzünden ümmet içindeki Kürtler ile diğerleri arasına nifak sokmak isteyenler, yalnızca Kürtleri değil, diğer etnik grupları da dışlamaya uğraşanlar var, ama ümmetin ezici çoğunluğu; Türk, Arap, Kürt, Acem, Berber... demeden ümmete mensubiyeti üst değerlendirme kriteri olarak kabul etmekte ve ırkı, kavmi ne olursa olsun insanları din farkına göre tasnif etmekte, İslam'a dahil olanları 'din kardeşi' İslam'a henüz dahil olmayanları ise bir gün hidayete ermesi umulan ve davet edilen insan kardeşi ve davet ümmeti olarak görmektedir.
Özellikle Kürtleri bahis konusu edersek, Sünni Müslümanların tarikat pirleri ile uleması arasında sayılamayacak kadar Kürt alim ve sûfî-mürşid vardır. Sünnîler tarih boyunca ayrım gözetmeden bu alimlere bağlanmış, güvenmiş, onları sevmiş ve saymış, ilim ve feyizlerinden istifade etmeye bakmışlardır. Alimleri baş üstünde olan bir etnik grubun sıradan insanları yabancı ve öteki olamazlar.
Sihirbazlar gibi insanların zihin ve duyguları ile oynayan ümmet ve insanlık düşmanları, ümmeti ırka ve mezhebe göre parçalara ayırıyor, her bir parçayı diğerine düşman kılmaya çalışıyorlar. Bunların oyununa gelen bazı yeni yetmeler ümmet ve din kardeşliği yerine ırk ve kavim kardeşliğini koyuyor, bu manada kendilerinden olmayanları dışlıyorlar. İşte bu Peygamberimiz'in lanetlediği 'kavmiyetçilik'tir.
Son zamanlarda ümmet birliğini bozan amiller arasına, kavmiyetçiliğe ek olarak ideolojiler ve siyaset de girdi. Bu yüzden bugün mesela Suriye'de Kürtlerin bir kısmı yine Kürtlerin bir kısmı ile savaşıyor. Türkiye'de, karanlık çevrelerden emir ve talimat alarak sokağa dökülen, öldüren, yakıp yıkan anarşistlerin önemli bir kısmı Kürt ve en çok da Kürtlere zarar veriyorlar.
Bunca acıdan, sancıdan, zarardan, kayıptan sonra hala uyanmayacak mıyız, hala ibret almayacak mıyız, hala din, ümmet ve insanlık düşmanlarının oyununa gelmeye devam edecek miyiz!?
Her grubun (aidiyetin) içinde ümmet kardeşliğini benimsemiş insaflı, âkıllı, basiretli, iyi niyetli insanlar vardır, bugün onlara büyük bir vazife düşüyor: 'Kendi adamlarına' uygun dil ile hitap ederek barış ve kardeşliğe davet etmeleri, buna ısrarla ve her şeye rağmen devam etmeleri zaruret halini almış bulunuyor.
*************************************
 Neymiş bir NATO ülkesiymişiz.
Önceliklerimizi bilmemiz gerekiyormuş.
IŞİD ile mücadele öncelikli işimizmiş.
Hamburg'ta Kürtler ayaklanmış, bazı vehabilere saldırmış imiş. Olaylar çıkıyor, Almanya'yı üzüyormuş. 
TAKVİM : Bekir Hazar


Haftalardır yazıyoruz etrafımızda oynanan oyunları. Kapımıza IŞİD mayını döşediler, hadi çık dışarı diyorlar.
Bizi Suriye batağına çekmek istiyorlar.
İsrail ve Amerika'daki baronları merakla bekliyor.
İngiltere "Hadi Türkiye" diyor, Almanya girmediğimiz için bizi suçluyor. "Dünyanın ENAYİSİ biz değiliz" diyoruz.
Vay sen misin girmeyip bunu diyen.
Deliriyorlar ve saldırıyorlar.
İngiliz medyası dün de Kobani'ye karadan dalmadık diye bize sallıyor. 
IŞİD ile işbirliği yaptığımızı öne sürecek kadar alçaklaşıyorlar. Ulan aşağılık gazeteler, İngiliz hükümetine karadan gir diye çağrı yapsanıza. "IŞİD'çi Cameron" diye başlık atsanıza. Bakın tezkere çıkardık, yabancı askerler de var tezkerede. Hadi getirin 50 bin İngiliz askerini, indirin Urfa'ya, sokalım Kobani'ye. Yok, onlar gelmezler. Dedik ya, onlara IŞİD ile çarpışıp ölecek Türk askeri lazım. Geçmişte Yunanlılar'ı bize sürdüler, Mısırlı askerleri Sudan'da savaştırıp öldürttüler, 1. Dünya Savaşı'nda 1.5 milyon Hindistanlıyı İngiliz üniforması ile toprağa gömdürttüler. Dünyanın bir ucundan yeni Zelanda'dan, Avustralya'dan bile taşıdıkları Anzakları Çanakkele'de mezarlara defnettiler. Aynı kafa Almanya'da da pişmiş kelle gibi sırıtıyor. Frakfurter Allgemeine gazetesi dün Merkel'in açıklamalarını yayınlıyor.
Neymiş bir NATO ülkesiymişiz.
Önceliklerimizi bilmemiz gerekiyormuş.
IŞİD ile mücadele öncelikli işimizmiş.
Hamburg'ta Kürtler ayaklanmış, bazı vehabilere saldırmış imiş. Olaylar çıkıyor, Almanya'yı üzüyormuş. Türkiye'nin Kobani'ye müdahale etmemesi Almanya'ya da zarar veriyormuş. Aynen böyle diyor Merkel hanımefendi. Ona da"Ulan" diyerek söze gireceğim ama kadına böyle seslenmek bize yakışmaz.
Nazikçe diyorum ki, hadi getirin siz de 50 bin askerinizi sokalım Suruç'tan Kobani'ye. 500 metre yürüyerek girersiniz. Ne de olsa siz de NATO ülkesisiniz. Sizin de yükümlülükleriniz var. Girin karadan, 30 yıl sürecek bir savaşın tadını doyumsuz bir şekilde yaşayın. Gelin anlaşalım siz karadan saldırın biz havadan vuralım. Bizi salak mı zannediyorsunuz? Tamam bir zamanlar bu ülkeye talimatlar yağdırıp, içimizdeki medyanız ve siyasi işbirlikçileriniz ile istediğinizi yaptırıyordunuz. "Yürü" diyordunuz yürüyorduk, "Dur" diyordunuz, hazırolda bekliyorduk.
Ama çok sular aktı, artık YENİ TÜRKİYE var. Bu sizi çıldırtıyor, yerli işbirlikçilerinizle sokağa döküyorsunuz insanları. Gaziantep'ten arayan İHA muhabiri arkadaşım, olaylar çıkmadan önce şehirde dolaşan ciplerin plakalarını ve takım elbiseyle para dağıtanları da anlattı. Sizde para çok. Yıllarca beslediğiniz derin PKK'yı devreye sokuyorsunuz, IŞİD batağına saplayıp batıramadığınız YENİ TÜRKİYE'yi, çözüm sürecini baltalayarak vandallarla eski haline çevirmeye çalışıyorsunuz. Çıkarlarınız bunu gerektiriyor. Kobani'ye karadan tek başına girmediğimiz için sinirlenen ve karıştıran, İsrail'i, İngiltere'yi, derin ABD'yi ve Almanya'yı çok iyi anlıyorum. Benim tek anlayamadığım CHP... O da "Kobani'ye karadan girelim" diyor.
Tıpkı İngiliz, Alman, İsrailli ve derin ABD'li gibi. Esad bile istiyor vallahi. CHP'nin kimlerle yan yana?.. Geldiği noktaya bak!!! Yahu çok yakın dostlarınız var Almanya'da. Sorsanıza bir "Neden peşmergelere Berlin'de eğitim verirken fotoğraf çektiriyorsunuz?" diye. "Hadi G'niz yiyorsa gelin Kobani' de ÖTÜNÜZ ve fotoğraf çektiriniz askerlerinizle" desenize. Amerika'da da gezdiğiniz lobilerde çok dostunuz var.
Sorsanıza onlara; Neden ABD'de Beyaz Saray ve pentagon koro halinde "Önceliğimiz Kobani değil" diye bağırıyor? Yok soramıyorsanız bari dostunuz Esad'ı arayın. Neden onlar da Kobani'ye girmemizi dört gözle bekliyor?
Vardır sizde telefon numarası!!!

Abdülhamid Han'a göre Jön Türkler, Yeni Osmanlılar, Genç Osmanlılar.. 




Abdülhamid Han'a göre Jön Türkler... Günümüz Yeni Osmanlıları, Sahte Şeyh Nazım Kıbrisi, sahte şehzade ve halife Ermeni Selim

İngilizlerin kaldırdıkları halifeliğe ihtiyaçları var... ABD başta olmak üzere bir çok ülke de aynı siyaseti uyguluyorlar... Ortadoğu başta olmak üzere dünya yeniden şekilleniyor ve güçsüz düşmüş batı devletleri her yolu deniyor... BOP için her yol deneniyor ama gerçekleştirilemiyor... Yeni proje ise artık aşikar... Kendi istedikleri ayarda yeni bir Osmanlı ve hilafet mekanizması kurarak Müslüman halkları bu oyunlarla aldatmak ve kendi menfaatlerine uygun yeni bir dünya kurup yıkılışlarına, batının çöküşüne mani olmak...

Osmanlı'yı kandırılan gençler eli ile yıktılar. Aynı güçler şimdi de “Yeni Osmanlıcılık” oyunu sahneliyorlar. Yine hedef, yeniden yapılanan dünyayı kendi menfaatlerine göre şekillendirmek. İngiliz ajanı sahte şeyh Nazım Kıbrısi eli ile kendi istedikleri ayarda bir Osmanlı ve hilafet getirmeyi bile düşünüyorlar. Zaten Sahtekar Nazım Kıbrısi'nin yanında dolaştırıp Osmanlı şehzadesi diye tanıttığı kişinin bir Ermeni olduğu ispat edildi...

Bakın Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han kendi devrinde dış güçlerin oyuncağı olup Osmanlı'yı yükselttiğini zan ederken farkına bile varmadan Osmanlı'yı yıkılışa sürükleyen gençler hakkında hatıratında neler yazmış... İşte Abdülhamid Han'a göre Jön Türkler yada Yeni Osmanlılar... (Günümüzde kendini Yeni Osmanlı zan eden gençler mutlaka okumalılar.)

“... Ve daha garib bir tecelliye bakınız ki, “Genç Osmanlılar”ı da “Jön Türkler”i de Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak isteyen büyük devletlerin hepsi arkalıyorlardı! Bu devletlerin gözünde ümit bu gençlerdeydi!.. Bunların dediği yapılırsa, Osmanlı İmparatorluğu kurtulacak, dediklerine kulak asılmazsa, batacaktı! İki kere istemeyerek de olsa, dediklerini yaptık ve işte battık!... Bârî son kalan bir avuç vatan toprağında yaşayanların gözleri açıldı mı?.. İnşaallah!..


Evlâdım sayılan bu vatan çocukları, benim, bir sarayın dört duvarı arasında gördüğüm hakikati, koskoca yeryüzünü gezip tozdukları hâlde nasıl görmediler; nasıl görmediler de ecdâd kanı ile sulanmış koskoca bir ülkeyi kendi elleriyle batırdılar!

Suçlamaya dilim varmıyor; fakat görüyorlardı ki, İngilizler, Fransızlar, Ruslar, hattâ Almanlar ve Avusturyalılar yâni bütün büyük Avrupa devletleri, menfaatlerini Osmanlı mülkünün parçalanmasında bulmuşlardır. Görüyorlardı ki bu devletler birbirleriyle dalaşıyorlar, ama Osmanlıları bölüşmekte anlaşıyorlardı. Anlaşamadıkları, kimin daha büyük parçayı yutacağı idi. Öyle olduğu hâlde, bu düşüncede olan devletlerin kendilerini arkalamalarından da mı bir mânâ çıkaramıyorlardı ?

Söyledim, yine söyleyeceğim, anlattım, yine anlatacağım, düşünmüyorlar mıydı ki, Osmanlı ülkesi bir çok milletlerin bir araya gelmesinden meydana gelmiştir. Böyle bir ülkede meşrûtiyet, ülkenin unsur-i aslîsi için (temel unsur) ölümdür. İngiliz Parlamentosunda bir Hindli, Afrikalı, Mısırlı; Fransız Parlamentosunda bir Cezâyirli meb’ûs varmıydı ki, Osmanlı Parlamentosunda Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp ve Arap meb’ûsu bulunmasını istemeye kalkıyorlar!..

Hayır, bunca okumuş, düşünmüş, kendisini dâvasına vermiş vatan evlâdının cibilliyetsiz çıkacağını kabul edemem! Sâdece aldandılar, derim. Aldandılar ama, cezalarını kendilerinden çok, aldanmayan milyonlarca masum vatan evlâdı çekti! Hem öldüler, hem de vatandan oldular!

Kendilerine “Jön Türkler” denilen kimseler aslında üç-beş kişidir. Bunlar yıllarca Avrupa’da benim aleyhimde çalışmışlar, benim aleyhimde çalışmanın vatanın da aleyhinde çalışmak demek olduğunu düşünmeden yazmışlar, çizmişler, söylemişlerdir. Çıkardıkları gazeteleri gizlice memlekete sokmanın yolunu büyük devletlere arkalarını dayayarak buluyorlar, yabancı postahânelerden de yabancı uyruklu kimseler aracılığı ile çekip şuna buna dağıtıyorlardı. Yıllar yılı, ciddî sayılabilecek bir te’sirleri olmamıştır; ciddî sayılacak bir fikirleri olmadığı gibi...

Fakat ben buna rağmen, kendileriyle ilgilendim. Yabancı memleketlerde parasızlık yüzünden bâzı şeylere katlanmamaları için, gazetelerini satın almak bahanesiyle büyük yardımlarda bulundum, bâzı kimselerin memleketten para göndermelerine göz yumdum. Tek yabancıların maşası olmasınlar, muhalefetleri yanlış da olsa namuslu kalsın diye!..

Ahmed Celâleddîn Paşa’nın Mısır’da Ali Kemâl Bey’den aldığı mektubu görmüştüm. Bu mektup her hâlde Yıldız evrakı arasında saklıdır. Kimin nereden para aldığını isim isim yazıyordu. Bu mektupta, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. İshak Sukûtî, Dr. Bahaddîn Şâkir, Dr. Nâzım, Dr. İbrâhim Temo’nun Fransız ve İtalyan localarına bağlı olduklarını ve bu locaların yardımıyla yaşadıklarını, hattâ memleketteki ailelerine dahi bu localar eliyle para gönderildiğini yazıyor ve bunların vesikalarını gösteriyordu.

Avrupa’da, Mısır’da çeşitli namlar altında çıkan gazeteler ve buralarda gezinen gizli cemiyetin adamları, daha önce de söylediğim gibi, memlekete ciddî bir zarar vermediler. Fakat mason locaları, bütün tâkiblerimize rağmen? “İttihâd ve Terakkî’ye bağlı subayları harekete geçirince, bu âvâre insanlar birer bayrak hâline geldiler. İşte Jön Türkler ve İttihâd ve Terakkî cemiyetinin hikâyesi de budur.”

Abdülhamîd’in Hâtıra Defteri; sh. 60

*****************************************

BİR DİĞER MASONİK İNGİLİZ OYUNU
TAKVİM : Mehmet Karaca

 İngiliz Casusu Lawrence'ın
vaatleri arasında, Emir'in 'Büyük
Arabistan Kralı' olması, ayrıca
oğullarının da 'en üst makamlara'
getirilmesi vardı…
Tabii, İngiltere'nin göndereceği, halı
üstündekilerin devamı çil çil altınlar
da cabası!
Lawrence hatıratında, Emîr Hüseyin
ve oğullarını kandırıp kışkırttığını…
Onların, dini duyguları mevcut ancak
sağlam temele oturmamış, karakterleri
de zaaf dolu olduğundan, menfaat
karşılığı Osmanlı'yı kalleşçe sırtından
hançerlemeyi bile 'mukaddes'
olarak addettiklerini belirtmiştir…
Diyeceksiniz ki,
ihanetin de 'mukaddes'i olur mu?
Menfaat hırsı kişinin 'kalp gözünü'
mühürlerse, işte olacağı budur…
Günümüzde de, şaşırmış-sapmış, nice
takkeli-tespihli 'Hoca' lâkaplılar…
İyi niyetle kucağını açan, her imkânı
seferber eden devletine başkaldırmaya
çalışan 'Nankör'ler, 'Vandal'lar…
İstikrarlı ülkede servetine servet katan
ve kaos ortamı doğarsa bundan en çok
etkileneceğini bile hesap etmekten
aciz bazı 'Holdingci'ler…
Gözünü kin bürümüş, baktığı her yanı
simsiyah gören 'Gazeteciler' vardır!
Bunlar, ülkeyi çökertme planları
yapıp toplumu kandırmaya çalışan
günümüzün yeni 'Lawrence'leridir!
Tekrar başa dönecek olursak…
Casus Lawrence'nin ayarttığı Emîr
ve oğullarının devşirdiği çapulcu
bedeviler, İngiliz silahları kuşanıp her
fırsatta Osmanlı'yı arkadan vurdular!
Her bir yanı yakıp-yıkıp talan ettiler,
çok sayıda Müslüman'ı katlettiler…
Bu hainlik örneği bir asır öncesinden!
Ama günümüz 'Işid hunharlığı'nı,
'PKK ayrılıkçılığı-zâlimliği'ni,
'Paralel Entrikaları' ne kadar da
andırıyor değil mi?
Bilinmeli ki…
Dünyanın enerji merkezi olduğu
sürece batının eli bu coğrafyadan
hiçbir zaman çekilmeyecektir!
Yeni yeni 'Lawrence'lar bölgede

ve içimizde asla tükenmeyecektir!


Bundan dolayı;
Nice şer vardır ki içinde hayır
gizlidir!
Nice hayır vardır ki içinde şer
gizlidir! denir…

Bakara Sûresi'nde;
'Hoşlanmayacağınız bir şey olur
ki o sizin için bir hayırdır…
Seveceğiniz bir şey olur ki o sizin
için bir şer'dir… Bütün bunları
Allah bilir, siz bilmezsiniz'…

denilmektedir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder