29.09.2014

Sadece Kürtlere Değil , Tüm Milletlere Zulmedildi


Anadolumuzun güzelim insanları, milletimiz, 150 yıldır çok horlanmış, aşağılanmış ve hakaret görmüştür. İddia edilen ‘Ergenekon Terör Örgütü’ zihniyeti döneminde insanlarımıza çok büyük eziyetler, zulümler, işkenceler yaşatılmışıtır. Binlerce insanımız ezilmiş, saldırılara maruz kalmış ve hatta evlerinden, barklarından, yurtlarından sürülmeye zorlanmıştır.
SADECE KÜRTLERE DEĞİL TÜM MİLLETE ZULMEDİLDİ
Kürtleri çok ezdiler. Kürdü yok saydılar, dindarı aşağıladılar, hor gördüler.
Dindarları çok ezdiler. Fişlediler, tutukladılar, sürgün hayatı yaşattılar, inançlarını dile getirmelerini engellediler. İşlerinden, okullarından, haklarından mahrum bıraktılar. Her türlü hukuksuzluğu yaşattılar.
Alevileri çok ezdiler. Alevileri görmezden geldiler, ibadetlerini engellediler. Çok çekti Aleviler, çok eziyetler gördüler.
Milliyetçi gençlerisolcu gençleri ya illegal işlerde kullandılar ya da gördükleri yerde ezdiler. Kardeşi kardeşe kırdırttılar.
Yabancıyı düşman, Anadolu insanını iç düşman olarak saydılar, fişlediler, engellediler, baskıladılar. Bir kin, terör, çatışma ve düşmanlık ortamı oluşturdular.
Gayrimüslimi toplumdan adeta sildiler. Sindirdiler, korkuttular, dehşet saçtılar.
Hıristiyanları çok korkuttular, tehdit ettiler, kin ve öfke dolu söylemlere maruz bıraktılar. Adeta felç edildi Hıristiyanlar, mahvoldular. Birçoğu yurt dışına kaçtı. Sadece 6-7 Eylül olayları değil, ayrımcılık görmekten çekinip adlarını değiştirenler, okul çağlarında dinini, inancını gizleyenler…
Muazzam bir ErmeniRumMusevi nefreti oluşturdular. Dehşete düşürdüler azınlıkları.
Havraları, sinagogları, kiliseleri, cemevlerini, Kuran kurslarını, cemaat yurtlarını, cemaat evlerini hedef alan saldırılar düzenlediler.
Son on yılda onlarca kiliseye, rahiplere saldırılar düzenlediler. Korku saldılar, tehdit ettiler.
Bir düşünsenize; bir ülkede, bir tek camiye saldırı yapılsa yaşayacağımız sıkıntı, acı, ızdırap, tedirginlik, rahatsızlık ve kabusu.. Oysa, ülkemizde zenginliğimiz olan farklı kültür ve inançlara yapılan saldırıları güya normal, makul, sıradan gösterttiler.
Ermeniler isimlerini, dinlerini, soylarını, soplarını gizler hale getirildiler. “Millet-i Sadıka” ünvanını hak etmiş pek muhterem Ermeni kardeşlerimiz adeta bir ‘iç düşman’‘vatan haini’ ilan edildi.
Süryanileri dışladılar, göç etmeye zorladılar.
Uyguladıkları psikolojik harp yöntemleriyle, Hıristiyan olmanın, Kürt, dindar, Ermeni, Süryani veya Rum olmanın “vatan hainliği” ile eş tutulmasına sebebiyet verdiler.
Sonuçta, hepsi birer birer, kafileler halinde ülkemizden ayrıldılar gittiler. Bu zulüm ortamından, nefret ortamından, düşmanca tavırlardan, hukuksuzluktan kaçtılar. Kalanlar gizlendiler. Artık dayanamayanlar ise kaçtılar.
ArabıRomanıBulgarıSırpı sevgisiz bir dünyaya hapsettiler. Hakaret ettiler, aşağıladılar, hayatı dar ettiler.
Müslüman gayrimüslim, Sünni Alevi, Türk Kürt, dindar materyalist, sofu ateist, sağcı solcu çatışması çıkarmaya, birbirlerine saldırtmaya yönelik kalleş planlar yaptılar, tuzaklar kurdular, provokasyonlar yaptılar, katliamlara imza attılar.
Bunları yaptılar, çünkü milletten nefret ediyorlardı. Dindarlardan nefret ediyorlardı, kendilerinden olmayan herkesten nefret ediyorlardı. Bu kin ve nefretle milleti kitle halinde yok etmenin planlarını yapar hale gelmişlerdi. Muazzam bir düşman, faşist bir kafadaydılar.

2023 TEN İTİBAREN TÜRKÜYE SÜPER GÜÇ OLACAK: GEORGE FREİDMAN

100 yıl hep hapı yuttuk!!!

"Suriye çökecek" dedi... Suriye çöktü. "Mısır çökecek"dedi. Mısır çöktü.
O bir kahin... O bir Gelecek Bilimcisi.
Verileri topluyor, fotoğrafları alt alta koyuyor..
Ardından nokta atışı tahminler yapıyor. "2050" adında kitap yazdı.
İsrail'de bir üniversitede profesör olarak çalışıyor.
Teknoloji ve bilişim laboratuvarlarının başkanı.
İsrail hükümetinin de danışmanı.
Adı David Passig.
Geçen yıl Şubat'ta Türkiye'ye geldi.
Ekranlara çıktı ve "Türkiye müthiş ülke" dedi.
2050'nin SÜPER GÜCÜ ilan etti bizi.
Türkiye'nin konumu stratejik olarak çok önemli.
Doğu ile Batı'nın tam ortasında.
Ortadoğu'da Osmanlı'dan kalan bir mirası var.
Bölgedeki savaşlara son verecek, tarafları barış masasına oturtacak tek GÜÇ Türkiye.
Avrupalılar ve Amerikalılar Ortadoğu'nun dilinden anlamaz.
Bunların hepsini İsrailli Profesör David Passig söylüyor.
Bunların tamamını maaş aldığı İsrail Hükümeti'ne de görevi gereği aktarıyor haliyle.
Adamlar bunu görüyor, bunu hesaplıyor. "Hızla büyüyen, enerji hatlarına inen, BÖLGESEL GÜÇ olan Türkiye" hesabı yapıyor.
Uykuları kaçıyor.
Şimdiden bunu nasıl engelleriz diye dünyanın dört bir yanında toplanıyorlar.
İsrailli Profesör David Passig "Türkiye 100 yıldır uyuyordu, bir şekilde uyutulmuştu, şimdi uyanan bir DEV"diyor.
Evet tam 100 yıldır kafamızı kuma gömdüler.
Dış Dünya ile bağlantımızı kestiler.
İçeride birbirimizle savaş ederek vakit öldürdük.
Bizi bu yönde istedikleri gibi kurguladılar.
İçeride TONLARCA adamları vardı.
Hepsi göbekten Londra'ya, New York'a, Tel Aviv'e, Baronlara ve localara bağlıydı.
Vatan hainliğinde inanılmaz bir yarış vardı.
Bunu sadece ben söylemiyorum.
Bu ülkede yıllarca milletvekilliği ve bakanlık yapmış Kamuran İnan diyor.
Devletin değişik kademelerinde tam 50 yıl görev yaptı. "50 yıl boyunca TÜRKİYE ALEYHİNE BELGE DAĞITANLARI gördüm" diyor.
Bu ihanetin içinde siyasilere da tanık olduğunu belirtiyor. İHANET edenlerin hep önü açılmış, hızla yükselmişler.
Türkiye karşıtı GÜÇLÜ LOBİLERİ anlatıyor Kamuran İnan.
İçimizdeki İNGİLİZLER, içimizdeki İsrailliler'i anlattık hep bu sütunlarda.
Bu ülkede devleti yönetip, içeridekileri aşamadığını belirten bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ bakanı var ortada."Yabancı partilere çalışan, medya ile görüşen toplam 407 dernek var" diyor.
Evet bu ülkede faaliyet gösteren ve Türkiye aleyhine dışarıya ÖPÜCÜK gönderen, belge sızdıran 407 dernek...
Ve ÜRKÜTÜCÜ bir rakam veriyor Kamuran İnan; "Bu değişik dernekler ve çeşitli örgütler çerçevesinde devlet aleyhinde faaliyet gösteren 205 bin insan mevcut. Hepsi de TÜRK!"
407 dernek, 205 bin insan ve İHANET...
Böyle bir kapasite bu ülkede olduğu sürece HEP GELECEKLER...
Önemli olan bizim ne yapacağımız.
100 yıldır uyutulduğumuz gibi aynen mışıl mışıl mı?
Yoksa son 10 yıldaki uyanışa devam mı?
Adamların "Türkiye 2050'de süper güç" diye dövünüp uykuları kaçıyor.
Biz tekrar uyutulmak için içeriden OPERASYON HAPLARI'na talim ediyoruz.
Ne yapalım?
Süper GÜÇ'süzlüğe dönelim mi?
HAPI YUTALIM MI?



 Hem Türk Cumhuriyetlerini hem de Arap dünyasını etrafını toplayarak BİRLİK kuracak. Türkler tarih sahnesine İMPARATORLUK olarak dönecek" Ve tarih de veriyor Freidman.
 Bu Enternasyonel Gücün karşısında hiçbir Batılı güç duramaz ! Şimdi anladınız mı neden bizlere engel olunduğunu ?
Kurulacak olan Siyasi Birliğin
Nüfusu : 1 Milyar 632 Milyon
Ekonomi : 106 Trilyon Dolar
Aktif Asker : 13.5 Milyon.


 İçeride birbirimizi boğazladığımız için dünyayı anlayamıyoruz.
Çünkü kendimizle didişmekten dışarıya ayıracak zaman bulamıyoruz.
Ne zaman dünyaya açılsak bir EL devreye giriyor.
Saat gibi bizi tekrar horoz dövüşüne kuruyor.
Halbuki dünyada çıkarlar savaşı var.
Komünist ÇİN fena geliyor.
MAO'nun çocukları kapitalist dünyayı PARA ile esir almaya hazırlanıyor.
Çin parası YUAN'ın değeri çok düşük.
Mallarının ihracatını artırıyor bu değer.
Dünya YUAN'ın değerini yükseltmek için ÇİN'le savaşıyor.
Ve dünün aç-sefil ÇİN'i sadece ABD'den 1 trilyon dolarlık şirket hissesi alıyor.
1 trilyon doları bir çekse ABD çökecek.
Rakamlar ve ekonomik savaş ABD'li PARA baronlarını da dehşete düşürüyor.
Onların uykularını kaçıran bir ülke de Türkiye.
Türkiye ve Çin'i 6 yıl sonra dünyanın SÜPER GÜCÜ olarak görüyorlar. İşte bu düşünce ile hamle üzerine hamle yapıyorlar.
Türkiye'ye yapılan saldırıların tamamında bu gerçek var. İsrail devletine çalışan Prof.
David Passig'i önceki gün yazmıştım.
2050 adlı kitabın yazarı Prof. Passig "Türkiye süper güç" diyordu.
Bugün size George Freidman'dan bahsedeceğim.
O bir ABD'li NEOCON ahalisinden...
Macaristan doğumlu bir Yahudi.
Ekonomi, siyaset, ordular konusunda akademik geçmişi olan bir uzman.
Harp okullarındada, Milli Savunma Üniversitelerinde dersler veriyor.
Staretejik tahminler yapan, CIA'ya bilgi yağdıran STRATFOR'un da kurucusu.
Freidman ABD başkanlarına da danışmanlık yapıyor.

Ve diyor ki; "Rusya çökecek, Çin büyük bir kriz yaşayacak, Almanya-Fransa ortaklığı dağılacak."
Ekliyor Freidman; "Türkiye SÜPER GÜÇ olacak.
Hem Türk Cumhuriyetlerini hem de Arap dünyasını etrafını toplayarak BİRLİK kuracak.
Türkler tarih sahnesine İMPARATORLUK olarak dönecek"
Ve tarih de veriyor Freidman.
2040 yılında bu ülkenin bölgesinde ve dünyada SÜPER BİR GÜÇ olacağı konusunda bas bas bağırıyor.
Türkiye'nin İslam coğrafyasındaki gücü belli.
Balkanlarda Arnavutluk, hatta Sırbistan'la bile ilişkileri gelişiyor.
Kafkaslarda Gürcistan ve Azerbaycan ile ittifak kurdu.
Türkiye doğası gereği lider bir ülke.
Bu sözlerin tamamı CIA'ya çalışan uzman Freidman'a ait.
Bölgede benzerimizin olmadığını söylüyor.
Şimdiden "BÜYÜK TÜRKİYE İMPARATORLUĞU" öngörüsünün temellerinin atıldığını belirtiyor.
Canlı bir ekonomi, güçlü bir ordu.
Stratejik konum mükemmel.
SÜPER GÜÇ olmak için her şey var.
Gelecekte Osmanlı'da olduğu gibi biraz farklı yapıda da olsa bir çok bölgelere valiler atayabilir. Araplar'ın Türkiye'ye bakışı bir tür aşk nefret ilişkisi.
BATI'yı değil Türkiye'yi tercih ederler.
Orduları çok zayıf.
Arapların en büyük sorunu onları yönlendirecek dış gücün kim olacağı.
Türkiye bu coğrafyada tercih sıralamasında daima birinci GÜÇ.
İşte bunları söylüyor Freidman.
Ama bir sıkıntıya dikkat çekiyor. Diyor ki, "Türkiye'nin önündeki engel dışsal tehditler değildir.
En büyük engelleri İÇSEL TEHDİTLERDİR".

Gerçek İstanbul İhtilali Kapıda, Provokasyonlar Nasıl Önlenir?


Taksim’de 19 gün boyunca yaşanan ve İstanbul başta olmak üzere yurt çapına organize ve planlı bir şekilde yayılan gerginlik, aynı zamanda dünya kamuoyunun yanlış yönlendirilmesiyle olduğundan çok farklı boyutta dış basında yer aldı.

Türkiye aleyhindeki faaliyetleriyle mimli ülkelerin başında gelen, ‘Almanya, İngiltere, Amerika, İsrail ve Fransa’ içindeki bazı basın organları ve siyasiler, Taksim olaylarını çarpıtarak, dünya çapında bir kara propaganda malzemesi olarak kullanmakta gecikmediler.

Devletler ve güvenlik birimleri açısından en zor olanı, provokasyonlarla bezenen ve profesyonel organizatörler tarafından koordine edilen geniş katılımlı eylemleri engellemektir. Çünkü devletin, ağır ve bürokratik yapısına karşın, çok hızlı ve kanun dışı illegal provokatif eylemlere imza atmayı başaran organize gruplar ilk etapta toplumu çok yoğun bir şekilde etkilemeyi başarırlar.

Bununla birlikte, eyleme destek vermesi için kullanılan medyadan sanat camiasına, hukukçulardan siyasilere kadar uzanan çok geniş ve halkı çok iyi etkileyen yelpazedeki kişiler vasıtasıyla organize eylemler, bir çığ gibi yayılma eğilimi gösterebilmektedir.
Bu nedenle, provokasyonları önlemede devletin yanında sivil toplum kuruluşlarının, hatta halkın ve sağ duyulu çok dinamik bir yapının da fitneyi “fikri mücadele” ile durdurma amaçlı seferber edilmesi elzemdir.

Şu çok iyi bilinmelidir ki, organize olamamış ve dolayısıyla görüşünü belirtme imkanı, haksızlığa dur deme fırsatı ve fitneyi dindirme yöntemi bulunmayan çoğunluklar karşısında, çok iyi örgütlenmiş, etkin, caydırıcı ve provokatif araçlara sahip küçük azınlıklar daima üstün gelecektir.

Dünya tarihi birçok azınlık diktatörlüğüne, azgın ve sesi çok çıkan azınlıkların geniş halk kitlelerini caydırarak hedefine rahatlıkla ulaştığına şahit olmuştur.
İstanbul Taksim’de denenen ihtilal provası, pek yakında daha kapsamlı, daha geniş bir organizasyonla bu sefer gerçekleştirilmek istenecektir. Bu yüzden bugünden tüm tedbirlerin alınması gerekmektedir.


Provokasyonlar Nasıl Önlenir?
Sokak ihtilali ve ayaklanmalarını önlemede sürat ve bilinç çok önemlidir. Daha toplum neyin ne olduğunu anlayıp kavrayamadan ortaya çok profesyonelce dökülen yalan haberler, toplumu ajite eden gerçek dışı spekülasyonlar ve konunun uluslararası boyuta sokulması kamuoyunun hassasiyetini derinden etkiler.

KİMDİR BU FAİZ LOBİSİ : BİRKAÇ AĞACIN YERi DEĞİŞTİRİLMİŞTİR”. Buna çocuklar bile güler…

Gezi Olayları ve Ekonomik Etkileri
“Gezi olayları” adı altında, masum bir çevreci gösteri gibi başlayan toplum harketinin bir ekonomik ve siyasal istikrarsızlaştırma saldırısına döndürülmesi  Faiz Lobisinin son ve etkili ayak oyunudur.
Aslında konunun ekonominin her taşını etkilemesi, ulusal ve uluslarası boyutu ile çok fazla basite indirilemeyeceğini vurgulamak isterim. Olay, basitin çok çok ötesinde, ulusal ve uluslarası sermaye ve medya guruplarını içine alan büyük bir çıkar yapılanmasıdır. Konunun üzerine kitaplar yazılsa bile tüm detaylarını ve oyunlarını anlatmak için yeterli olmaz.

Yinede okuyucularımızın merakını bir nebze olsun gidermek için konuyu basitleştirilmiş şekilde anlatmaya çalışacağım.
Konumuz ekonomi ve borçlanma olduğu için, ülkemizi bir ticari işletme olarak kabul edelim. İşletmemizin arsasını tüm Türkiye toprakları, fabrikasını da üzerindeki tüm ticari işletmelerin birliği olarak kabul edelim. İşletmemiz elindeki tüm özsermayesini, yeraltı zenginliklerini, insan kaynaklarını ve siyasi gücünü vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılamak ve refahlarını arrtırmak için son damlasına kadar değerlendirmeye çalışacaktır. Yine de hızlı bir büyüme ve uluslarası rekabette bu yeterli olmamaktadır.
İşte bu noktada uzun vadeli yatırımlarını hayata geçirmek, hızlandırmak, vatandaşlarına daha iyi bir yaşam standartı sağlamak ve uluslarası araneda söz sahibi olabilmek için devletimiz yerli ve uluslararası sermaye sahiplerinden borçlanma yoluna gitmektedir.

Bu doğaldır, hatta gerekli ve zaruridir. Bu ekonomik düzende büyümenin başka bir yolu bulunmamaktadır.
Burda devreye, borçlanmanın kimlerden, hangi vadelerde ve hangi faiz karşılığında yapılacağı sorusu  girer. Ülkemiz doğal olarak bu borçlanmayı “en uzun vadeli” ve “en düşük faizli” olarak yapmak istemektedir.


Kimsenin bilmediği Yeni Türkiye adım adım kuruluyor!

 2013 yılı başlarında Ankara Yeni Türkiye stratejisini masaya yatırıyordu. Barzani Ankara'ya Türkiye ile birleşmek istediğini iletiyor, Ankara düğmeye basıyordu. 


K.Irak Kerkük'te dahil olmak üzere Türkiye'ye bağlanacaktı. Hedef Misak-i Milliden de öteydi. Osmanlıdan sonra bölge Türkiye'ye bağlanacaktı. 

Ankara'nın stratejisi Başkanlık sisteminin ilanı ile bölgeyi Türkiye bağlamaktı. Barzani'de aynı noktaya işaret ediyordu. Yani Başkanlık sistemine geçin size bağlanalım diyordu.

Bunun kokusunu alan ABD K.Irak'ta el altından anket yapıyordu. Anketin konusu şuydu;

Türkiye'ye Bağlanmak ister misiniz?
Cevap; 98% Evet idi.
Bu ABD patentli araştırmaya bölgede yaşayanlar birebir şahittir.
Dikkat ederseniz, ne olduysa bundan sonra oldu.
17 Aralık, MİT Krizi ve Gezi olayları.
Birileri Ankara'nın yüzyıllık rüyasını noktalamak istiyordu.
Bunu da içimizden devşirdikleri bize benzeyen fakat bizden olmayan yapılarla ifa etmek istiyordu.
Son kozları Ekmeleddin bey.

Eğer Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden Sayın Erdoğan galip çıkarsa Ankara ivedilikle ilk adımı atacak. İlk adım bölgedeki Türkmenlere, Suriye'deki Türkmenlerde dahil Türkiye pasoportu verilecek.K.Irak'taki Kürt kardeşlerimize de ikinci adımda Türkiye pasaportu verilecek.
Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası yine ivedilikle Başkanlık sistemine geçişi gerçekleştirecek. Yani tüm bölge Misak-ı Milli sınırlarıda dahil olmak üzere Ankara tarafından yönetilecek.
Yeni Türkiye Bölgeye Osmanlıdan sonra ilk defa geri dönecek.
Haliyle bu gerçeklik birilerinin fena ödünü koparıyor.
Barzani Irak'tan ayrılmak istiyor.
Irak'la değil, Yeni Türkiye ile bütünleşmek istiyor.
Gelinen konjektör'de bundan yana.

Bizdeki muhalafet asla dışarı ile ilgilenmez. Ellerinde ki kısıtlı keywordslarla varlığını korumaya çalışır.Memleketin yanıbaşında olan hadiseleri pek umursamaz. "Laiklik elden gidiyor", "Türkiye Bölünecek" sözcükleri ile siyaset yapar. Denklemlerle ve Küresel Stratejilerle pek ilgilenmez. Daima iç meseleler üzerine yoğunlaşır. Küçük Türkiye onlar için kafidir.Küçük düşünerek daima küçük kalmak isterler.

Ankara'nın, Yeni devlet aklının buna hiç niyeti yok. Tarihin ve yeni dünya düzenin getirdiği misyonu elinin tersi ile itmekten yana değil.

Not ediniz.!
Bugünlere hep birlikte tanık olacağız. 

FATİH KELEŞ



ÇILDIRIYORLAR, DELİRİYORLAR  TÜRKİYE ŞİŞMANLIYOR.

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR ? TÜRKİYE UYANIYOR, AYAĞA KALKIYOR,.ÖZÜNE YAPAY YOLLARLA, ZORLA YERLEŞTİRİLEN PARADİGMA SAYIN ERDOĞAN LİDERLİĞİNDEKİ HAREKET TARAFINDAN KIRILIYOR...BU YENİ BİR BAŞLANGIÇ



Türkiye’de 1800’lerin başından bugüne, bu “toprakları kontrol altına alan-zorlayan-varlıklarını transfer eden” Siyasal-EKONOMİK-FİNANSAL VESAYET BİTİYOR...

Tezi kısaca tarif ettikten sonra GERÇEĞİ saptırarak özellikle çarpıtarak “Türkiye stratejik derinlikte boğuluyor” diyenlere birkaç adımı hatırlatalım;

1- 1854’te başlayan yurtdışı borçlanmanın ve vesayet altına alınan Türk Hazine sisteminin 2008’de “IMF’nin dışarı çıkarılmasıyla” millileşme yoluna girmesi...
2- ABD-İsrail-Almanya üçgeninde boğulan Milli İstihbarat refleksimizin kurtarılarak milli gerçeklere göre ilşler hale getirilmesi...
3- Savunma Endüstrisinde DEVRİM yapılarak, başta F-16 yazılımları olmak üzere, tank-uçak dahil olmak üzere yerli üretimin başlaması...
4- Füze savunma sistemlerinde “kalıpların” dışına çıkılarak, yerli fırlatma imkanları dahil her adımın YERLİLEŞTİRİLMESİ...
5- Ulaşım Devrimi ile “montaj-karayolu” vesaetinin kırılması ve demiryolu devriminin yaygınlaşması
6- Rusya, Avrasya, Orta Doğu ve Afrika’da “Türkiye’nin kendi politikasını” uygulamaya başlaması...
7- Balkanların ayağa kaldırılması ve “Rumeli Sancağı” gerçeğinin hayata geçmesi. Erdoğan’ın “Kosova Türkiye’dir, Türkiye Kosova’dır” referansını tanımlaması...
8- AB ve Gümrük Birliği tıkanıklığına karşı ve AB-ABD anlaşmasından Türkiye’nin istediğini alamamasına karşı “Şangay ve Avrasya Gümrük Birliği” sorgulamaları ve Rusya ile vize duvarlarının yıkılması...
9- BM’nin yapısına ve “5’li düzen uygulamasına” karşı Türkiye’nin tavrını açıkça ortaya koyması...
10- Türkiye’nin her türlü küresel dalgaya rağmen BÜYÜMESİNİ sürdürmesi...

Sevgili dostlar, bunlar sadece atılan adımların bir kısmı...Bu noktada soralım; nasıl “kontrol altına girdik” ve en önemlisi ne zaman “ekonomik vesayet altında” kalmaya başladık ?



26.09.2014

Cihad-ı Ekber : Her şeyimizi yağmalamak isteyen sömürgeciler, bırak­mıyorlar ki dinî ve ilmî müesseselerimizde 'insan' yetiş­sin. Onlar insandan korkuyorlar. Eğer bir ülkede 'insan' yetişecek olsa bu onların huzurlarını kaçırmakta ve çıkarlarını tehlikeye sokmaktadır

Cihad Ekber 
Büyük Cihad
Nefisle Cihad

İMAM HUMEYNÎ (R.A)

 Çeviri:
Ali Nurhah

Tarama & Tashih: Muhammed ÇİÇEK
eKitap: Muhammed H.İPEK

 Rahman ve Rahîm Olan Allah'ın Adıyla

«İş işten geçmeden, düşmanlar tüm dinî ve ilmi mesele­lerinize el atmadan düşününüz ve uyanık olunuz. Kalkınız, öncelikle nefsinizi terbiye ve tezkiye etmeye önem veriniz. Kendinize bir çeki düzen veriniz. Düzenli ve ter­tipli olunuz. İlmî müesseselerde nizamı ve intizamı sağ­layınız»
«Her şeyimizi yağmalamak isteyen sömürgeciler, bırak­mıyorlar ki dinî ve ilmî müesseselerimizde 'insan' yetiş­sin. Onlar insandan korkuyorlar. Eğer bir ülkede 'insan' yetişecek olsa bu onların huzurlarını kaçırmakta ve çıkarlarını tehlikeye sokmaktadır»
İmam Humeyni


Büyük Cihad...
Mutluluk dolu ve insanlık unsurunu öne çıka­ran bir yaşamın; ilerleme, daha iyi bir hayat sürme ve mutlu bir toplum meydana getirmek için çaba sarf etmek ve mücadele etmekten başka bir anlamı yoktur. Yemeyi, içmeyi, yapıp yıkmayı, gece gün­düz mide için tekrar tekrar durmadan koşuşturma­yı, silahların gölgesi altında bir yaşam sürmeyi, ilim ve yüceliğin parlak güneşinden, medeniyet ve iler­lemeden, ahlakî melekelerin nimetinden mahrum kalmayı insan için «şerefli bir yasam» kabul etmek mümkün değildir. Hz. Hüseyin b. Ali, yaşamı; aki­de vecihaddan başka bir şey olarak görmüyordu (Hayat, iman ve cihad'dır): İman ve akide yolunda yapılan bir cihad... Hürriyet ve bağımsızlık için yapılan bir cihad... Kaybedilmiş hakları tekrar almak için yapılan cihad... Ezilmişle­re zulüm görmüşlere yardımı bayraklaştırmış bir ci­had... Zalimlerin ve adaletsizlerin başını ezmek ve onları yok etme hedefini güden bir cihad... İlim, fa­zilet, ilerleme ve medeniyet yolunda yapılan bir cihad... Ve nihayet en önemlisi de nefisle yapılan ci-had... Hz. Peygamber (saa)'in deyişiyle, en büyük cihad»... (1).
Aslında Peygamberlerin gönderilme gayesi ve aziz İslam Peygamberi'nin (saa) risaletinin sebebi; güzel ahlakın tamamlanması, insan aklının, ruhunun ve iradesinin terbiye edilmesi, insanlığın aydınlığa, ilerlemeye ve medenileşmeye doğru olan yolculuğun­da rehberlik edilmesidir (2). Peygamber'e (saa) göre bin insanın terbiye edilmesi ve olgunlaştırılması, onun üzerine güneş ışınlarının akmasından daha iyi ve yücedir (3). Öyle ki, Kur'an'îbakış açısına göre büyüklük ve şahsiyet sahibi olan kimse, üstünlük ve zühdlük melekelerini kazanma yarışında diğerlerini alt eden kimsedir (4).
Nefisle mücadele İslam'da o kadar önemli bir olgudur ki, insan yaşamındaki güzel davranışların mihverini ve hayatındaki nizamın temelini teşkil eder. Eğer hayat sadece maddî değerler üzerine otu­rarak maneviyattan, ruhaniyetten ve fazilet, meleke­lerinden mahrum kalacak olursa, karamsarlık, kayıt­sızlık, kanun ve nizamtanımamazlık, başkalarına karşı güvensizlik meydana gelir ve bu kötü hasletler insanın yakasına yapışarak onu uçuruma ve yok olmaya sürükler. İnsan hayatındaki vahşîlik, yabanî­lik, saldırganlık ve diğer tüm hayvani hasletler sü­rekli bir artış gösterir. Bilimler, buluşlar, keşifler ve teknolojilerden gelen şeylerin insanlara hür bir yaşam temin etmesi ve onların sırtlarındaki yaşam yükünü hafifletmesi, insanı huzura kavuşturması beklenirken; dünya isteklilerinin ve bencillerin, çı­karlarına ulaşmaları için birer alet durumuna gel­mektedirler. Hatta toplumları esaret zincirine bağla­mak ve onları aldatmak için araç olarak bile kullanılabilmektedirler. Bu nedenledir ki, bugünün ka­ranlık dünyası, hayatiyetini maddî temeller üzerine oturtmuştur. Kendisinde ahlakî karakterden ve in­sanlık özelliklerinden hiç bir şey yoktur. Görüyoruz ki, makine medeniyeti, teknolojik ilerlemeler, ato­mun keşfi, uydu yapımı, uzayın keşfi ve ay küresi­ne gitmiş olmak; insanların hayvanı vahşiliklerin­den bir şey azaltmadığı gibi, toplumu muzdarip eden dertlere de herhangi bir şekilde ilaç olamamaktadır. Aksine ızdırap, başkaldırı, sarhoşluk, huzursuzluk ve sersemlik alabildiğine artmış; kara ifrit, savaşı ve kan akıtmayı bugünkü toplumda, barbarlık ve mağara döneminden daha çok hâkim kılmış ve dün­yayı bir savaşın eşiğine getirmiş olarak, yuva sön­düren, ocak yıkan birinin edasıyla karşıya geçmiş bu hali seyretmektedir. 
Dünya süper güçleri, tüm güçle­rini daha modern ve daha iyi silahlar yapma yolun­da harcamaktadırlar. Eğer geçmişte, gece karanlığı mesabesindeki cehaletler, iki ordu arasında savaşın patlak vermesine ve bir daha sona ermemesine ne­den olmuşsa, bugün de makine uygarlığı ve bilimsel canavarlığın sayesinde savaş gece-gündüz, ay-yıl ta­nımadan ve savaş meydanlarına bile sığmadan de­vam etmektedir. Eğer Emilyanof'un (1820-1859 yıl­ları arasında gayri resmi kurumlarda, silahsızlanma konusunda verdiği son konferansta) söylediklerine bakılırsa, meydana gelen 29 savaşta 800 bin insan can vermiştir. 19. yüzyılın son kırk yılında meydana gelen 106 savaşta ise öldürülenlerin sayısı 4.400.000'e ulaşmış bulunmaktadır. Atom çağı, uzay çağı deni­len bugünkü asrımızın ilk yarısında meydana gelen 117 savaşta ölenlerin sayısı 5 milyon kişiye ulaşmış­tır. İkinci dünya savaşında bombalar sonucu 2 mil­yon kişi ölmüştür. Günümüzde ise Amerikan emperyalizmi sadece Vietnam savaşında 7 milyon kişiyi bombardımana tutmuş ve aynı miktarda askerî mü­himmat kullanarak 90 bin kişiyi de kimyasal silah­ların bombardımanına maruz bırakmıştır. Bugünün cemiyeti bir tür sersemlik, şaşkınlık ve melankolik bir durum yaşamaktadır. Duçar olduğu bu makineli yaşamın mahvedici etkisinden, kendisini ölüme terk ederek sıyrılmaya çalışmaktadır. İntihar, kargaşa, cinnet kertesine varan başkaldırı, gün be gün artan delilikler ve beraberinde getirdiği bir sürü ilaçlar, hippi vb. onlarca isimle ortaya çıkan gruplar; maddi temeller üzerine oturarak maneviyattan ve ahlakî değerlerden uzak kalan makine uygarlığının yalnız başına insanlığı mutlu edemeyeceğini, huzura, fazi­lete eriştiremeyeceğini göstermektedir. Doğrudur, bilim ve teknoloji denilen canavar bugün uydu ya­pabiliyor, ,uzayı keşfedebiliyor, insanı ay küresine gönderebiliyor. Ama insanı terbiye etmekten acizdir. Toplumu, öncekinden daha fazla maddiyat ve şatafa­ta boğarak nefsi hevaları ve hayvani arzuları takvi­ye etmektedir. Eğer bunlar İslam'ın maneviyatı, ruhaniyeti ile ve nefsi melekelerle, ahlakî seciyelerle birleştirilmezlerse toplum büyük zarar ve ziyana uğrar. Nitekim bugün birçok problemlerin, açmaz­ların insanlığın yakasına yapıştığını görüyorsunuz. 
«...biz artık iyice anlıyoruz ki, bugün insanın bu ye­ni medeniyetten edindiği arzuları ve yönelimlerine karşın bu yeni medeniyet, henüz düşünen ve cesur insan yetiştirme sorumluluğunu üstlenmemiştir. Bu nedenle insanı, önündeki tehlikeyle dolu olan yol­dan kurtaracak bir ölçüyü bulmada ona rehberlik edememektedir. İnsanlar, sahip oldukları beyin ya­pılarınınmuntazamlığı oranında bir gelişme göste­rememiştir. Özellikle de önderlerin fikrî ve ahlakî zaafı ve onların cehaleti, medeniyetimizin geleceği­ni tehlikeye düşürmektedir... Eğer Galile, Newton ve Lamazier, fikrî potansiyellerini insan ruhunun ve bedeninin incelenmesi üzerine harcamış olsalar­dı belki günümüzde dünyamız daha farklı olurdu... Gerçekte her şeyden önce insanı düzeltmek gereki­yor, Onun bozul- masıylamedeniyetin güzellikleri hatta yıldızlar aleminin yüceliği bile yok oluyor..» (5)