30.12.2014

DEVLETE VE MİLLETE BİR DARBE GİRİŞİMİNİN AYRINTILARI OKU ÖĞREN : 2012 yılının 7 Şubat günü Uçurumdan dönen DARBE




Saatler 16.30’u gösteriyor.
Başbakan Erdoğan İstanbul’da makam arabasına binmiş, herşeyden habersiz bıçak altına yatacağı hastaneye gidiyor.
Aradan 25 dakika geçiyor. Saatler 16.55, yani resmi mesai saatinin bitimine 5 dakika var. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın telefonu çalıyor.

Arayan kişi, Savcı Sedrettin Sarıkay’nın Oslo görüşmeleriyle ilgili ifadesine başvurulmak üzere kendisini savcılığa beklediğini söylüyor.

Ancak mesele bundan ibaret değil…
Bir süre sonra Hakan Fidan’ın evinin civarı polis kaynamaya başlıyor. Anlayacağınız ifade vermeye hemen gitmezse polis evini basacak, MİT Müsteşarı’nı azılı bir terörist gibi kelepçeleyerek savcıya götürecek.

Fidan o sırada ne yapacağını, kime ulaşacağını ve bilgi aktaracağını araştırıyor.

Plana göre Erdoğan 17.00’da ameliyata girmiş olacağı için onu arasa da ulaşamayacağını düşünüyor ve aklına gelen ilk ismi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü arıyor.

Gül konuşma sonunda ifade vermesinde bir sakınca olmayacağını belirtiyor. Saatler 17.30’u gösterdiğinde Fidan Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden birini arıyor.
“Sedrettin Sarıkaya isimli Savcı beni ifadeye çağırdı ve evin etrafını sarmışlar. Gitmezsem eve operasyon yapacaklar. Ben ifade vermeye gideceğim ancak Başbakan ameliyattan çıkar çıkmaz kendisine durumu iletin” diyor.

O an, inanılmaz birşey oluyor!
Hastanede bıçak altında olması gereken Erdoğan’ın hastaneye henüz gitmediği ortaya çıkıyor.

Nasıl mı?
Anlatayım…
Hastaneye gitmik için yola çıkan Başbakan’ın konvoyu bir süre sonra güzergah değiştiriyor. Arka koltukta oturan Erdoğan öndeki korumasına, “Şu ara sokakta bir aileye sözüm vardı evlerine gideceğime dair. Bekleyen doktorlar özel ekip, hastane özel hastane. Bir saat bekleseler de olur. Çek şu evin önüne” diye talimat veriyor.

Henüz o evdeyken, Fidan’ın telefonda anlattıkları kulağına fısıldanıyor Erdoğan’ın. “Sakın teslim olma, sakın kapıyı açma” diye talimat veriyor ve ayaklanıyor.


 Hastaneye gitmek için yola çıkan konvoy birkez daha güzergah değiştiriyor. Yarım saat sonra Başbakanlık uçağı Erdoğan’ın talimatıyla Ankara’ya uçuyor.

Ancak Erdoğan daha Ankara’ya gitmeden bu kez Hakan Fidan’ın evinin etrafını özel harekat timleri sarıyor. Birkaç dakika içinde de, “O polisler oradan çekilmezse vur emrini uygulayın” talimatı geliyor.

Cumhuriyet tarihinin en dehşet verici operasyonunu gerçekleştirmek üzere olan polisler, bu emir üzerine apar topar geri çekiliyor.

Neden “Cumhuriyet tarihinin en dehşet verici operasyonu” dediğimi merak ediyorsunuz değil mi?
Onu da anlatayım…

Hani Erdoğan Sezai Karakoç’un bir şiirini okumuştu ya.
“Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır. Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır” diyordu o şiirde…

İşte o kaderin üstündeki kader orada ortaya çıkıyor. Göklerden gelen kararın son karar olduğu orada ortaya çıkıyor.

Erdoğan o gün söz verdiği o ailenin evine gitmese, Hakan Fidan kendisine ulaşamayacak ve cebren de olsa savcının karşısına götürülecekti. Önceden hazırlanan belgeye göre Hakan Fidan’a, “Talimatları Başbakan’dan aldım” dedirtilecekti.

Ve en korkunç olanı…
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ameliyat sonrası bir eli yatağa kelepçeli olarak uyanacaktı. O uyanmadan fotoğrafları tüm medyaya servis edilecek, “Başbakan Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan vatana ihanet suçundan gözaltına alındı ve tutuklandı” haberleri dalga dalga yayılacaktı.

17 Eylül 1961 yılında Menderes’i yatağına kelepçeleyerek başına iki asker diken zihniyet, 53 yıl sonra aynı sahneyi Türkiye’ye bu kez Erdoğan üzerinden yaşatacaktı. İki askerin yerinde iki polis, Menderes’in yerinde ise Erdoğan olacaktı.
Erdoğan’ın 7 Şubat krizinden sonra hemen her yerde, “Bunların amacı bana ulaşmaktı” demesinin nedeni işte bu.

Bu söz laf olsun diye söylenen bir söz değil. Çünkü bu korkunç planın tüm ayrıntıları devletin kayıtlarında şu anda mevcut! paralel yapıya yönelik yapılan operasyonlar bu belgeler ışığında yapılıyor.

Süleyman Özışık


 Hakan Fidan'ı gözaltına almak için 
çıkışlar tutulmuştu



7 Şubat MİT operasyonunu beyazperdeye aktaran gazeteci Avni Özgürel: "Paralel yapı kendi MİT Müsteşarını getirecekti. Başarılı olamayınca ipler koptu. AK Parti tabanı 10 Ağustos seçimlerine kadar sürprizlere karşı uyanık olmalı."
7 Şubat 2012 günü Türkiye tarihinde ilk kez görevi başında bir MİT Müsteşarı ifadeye çağırıldı. Paralel yargının siyasete ilk müdahalesi olarak tarihe geçen bu önemli gün, 17 Aralık ve 25 Aralık polis-yargı darbesinin de habercisiydi.
Bu konu hakkında birçok şey yazıldı çizildi. Bu darbe girişimi bir siyasi sinema projesi ile beyazperdeye aktarılıyor. Senaryosunu ve yapımcılığını gazeteci Avni Özgürel'in üstlendiği "Darbe" filmi sonbaharda izleyici ile buluşacak.

29.12.2014

BİZİ ZEHİRLEDİLER, BİZİ ÖZÜMÜZDEN, BİZİ TARİHİMİZDEN,BİZİ KARDEŞLERİMİZDEN KOPARDILAR. İşte bu zulüm ve fitne zaman da Erdoğan Aslanlar gibi KÜKRÜYOR,


İşte bu adamı bu yüzden 

SEVİYORUM,



Namussuzlara meydan okumasına anladıkları dilden onlara cevap vermesine HASTAYIM...
Bir Konuşması ÜLKEYE güven vermeye yetiyor...
Tamda Bu ülkeye lâyık biri,Bu ülkenin başında...
Ve Onunla gurur duyuyorum...



O Baronların,Masonların,Karanlık Lobilerin,Ülkenin ilğini kurutan Namussuzların değil,O halkın Cumhurbaşkanı.



Madem "Hırsızlık ve Yolsuzluk" vardı,

Neden SUÇ üstü yapmadınız?



Yoksa Şantaj için DOSYA mı biriktiriyorsunuz?
MİT Tırlarına nasıl operasyon yaparsınız?
DIŞ İşleri bakanlığının GİZLİ toplantısını nasıl dinleyip servis edersiniz?



Halkbankasına nasıl operasyon yaparsınız?
Rezza Sarraf üzerinden İRAN ticaretine nasıl DARBE indirirsiniz?



27.12.2014

TAHŞİYE İLMİ GURUBUNA YAPILAN KUMPAS ( 5 ) HAKINDA MAĞDURLARLARLA YAPILAN PIROGRAMLARIN TÜM VİDEOLARI - DETAYLARI İLE

İFTİRA SUÇU ŞÖYLE OLUŞTURULDU

 TAHŞİYE KUMPASI 1

TAHŞİYE KUMPASI 2

TAHŞİYE KUMPASI 3

TAHŞİYE KUMPASI 4


TAHŞİYE KUMPASI 5



KİM BU TAHŞİYECİLER...! Operasyonlar Gülenin Bu Videosuyla Başladı.





Fethullah Gülen Tahşiyeciler Açıklaması Yıl 2009


Fethullah Gülen - Tahşiyeciler diye bir şey icat edebilirler! (06.04.200...



Taşhiyecileri hedef gösteren STV dizisinden bir sahne videosunu izle






Tahşiyeciler'in Hocası MOLLA MUHAMMED Mehmet Doğan İlk Kez Konuştu | %10...




%100 Siyaset | Tahşiyeciler Hocası Molla Muhammed ve Paralel Kumpas  | 1...



BEDİÜZZAMAN'IN ZINDIKA DEDİĞİ KOMİTENİN OYUNUNU BOZMALIYIZ

İŞTE KONU İLE İLGİLİ ŞAHISLARIN MAĞDURİYET AÇIKLAMALARI VİDEOLARI


Tahşiyeciler Mustafa Kaplan canlı yayında çileden çıktı Erkan Tan



ANL Mustafa Kaplan canlı yayında çileden çıktı Video

Tahşiye Davası'nda 16 ay tutuklu yargılanana yazar Mustafa Kaplan, Beyaz Tv ekranlarında çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Örgütün kendisine kurduğu kumpası anlatan Mustafa Kaplan zaman zaman dasinirlendi.
Soruyorum hakime ben niçin içerideyim? Bir kelime bile söylemiyorlar 'diyerek isyan etti.

Erkan Tan'la Tartışalım | Tahşiyecilere Kurulan Paralel Kumpas | 19 Aral...



Mustafa Kaplanı dinleyenler neden hedef olduklarını anlayacaktır.
El Kaide bağlantısı, Dinler Arası diyalog, başörtüsüne furuat ve kurumlar için zekat toplama meselesi.

Bediüzzaman Risalelerde bu günleri işaret etmiş mi. Üst akılın devşirmeleri kimler?




Kamera eve ilk  girişte kayda alınmıyor  , Ev aramalarında el bombaları ve silahlar bulunuyor. Bu operasyonlarda 32 kişi tutuklanıyor


Tahşiyecilerin lideri olarak gösterilen Nurcu alim Mehmet Doğan MS hastası, böbrek hastası, şeker hastası ve %90 görme kusuru olduğu halde 17 ay cezevinde kalıyor.

Dinamit | 14 Aralık Operasyonu & Tahşiyecilere Paralel Tuzak | 19 ARAL...




İFTİRA : ALLAHÜ TEÂLÂNIN MÜMİNE VERDİĞİ HEDİYELER
Büyüklerimiz, dert ve beladan aldıkları zevki sıhhatten, rahatlıktan alamamışlardır. Onun için sabretmeli ve şikâyet etmemelidir.



Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Hastalık, fakirlik, iftiraya uğramak gibi dert ve belalar, kemend-i mahbubdur. Yani Allahü teâlânın, sevdiklerinin boynuna, kendisini unutmasın, dinin dışına çıkmasın, Cehenneme gitmesin diye attığı kemenddir ve rahmet-i ilahîdir. 

Böyle bir kimse, şeytana, nefsine veya kötü arkadaşa aldanarak dinin dışına çıkmak üzereyken, kemend daralıp boynunu sıkar, boğulacak gibi olur ve geriye döner. Yani kendisini helak edecek bir şey yapamaz.

Dert ve bela, günahların çokluğuna değil, çok affedildiğine alamettir. Hepimiz zaten çok günahkârız. Hattâ Allahü teâlâyı unutarak aldığımız verdiğimiz her nefes günahtır. 

O hâlde, Cenab-ı Hakk'ın dert ve bela verdiği kullar, affetmek istedikleridir. Günahlarını dökmek, sabrını ölçmek istedikleridir.


Sebepler neticeye göre değerlendirilir. Dert ve bela, affolunmaya sebeptir, iyidir, ama istemek doğru değildir. Nitekim Peygamber efendimiz, (Allah’tan dert ve bela istemeyin. Verirse de şikâyet etmeyin!) buyurmuştur. 

(Yâ Rabbî, bana dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver, beni Cehennem azabından koru) ve (Yâ Rabbî, senden sıhhat, afiyet ve kaderine rıza istiyorum) diye de dua etm
iştir.
Biz de böyle dua etmeliyiz. Bed dua değil .




24.12.2014

DİKKAT AÇIN GÖZLERİNİZİ, YENİ BİR KİRLİ KAMPANYA BAŞLIYOR : Okullar basılıp çocuklar katlediliyor. Kafeler basılıp insanlar rehin alınıyor. Cami duvarlarına gamalı haç resimleri çiziliyor. Alman ırkçılar, devlet desteğini de arkasına alarak, 2. Dünya Savaşı sonrası en büyük kitle gösterileri düzenliyor.



Son günlerde Avustralya’dan ABD’ye, Almanya’dan Ortadoğu-İslam ülkelerine kadar yaygın bir nefret, çirkinlik dalgası güç kazanıyor.

“İslam tehdidi”ne karşı sokaklara iniyor, Alman toplumunun bir bölümü ve istihbaratı bunlara destek veriyor.  “Allah-u Ekber” diyerek insanlara saldıranlar gibi, terör ve “şiddet dini İslam” teması işleyen yaygın haberler medyaya servis ediliyor.
ABD’de ırkçı şiddet yükselirken Avrupa’da faşizmin ayak sesleri duyuluyor.
Müslümanlardan caniler üretme arayışı, bu “caniler” karşısına ırkçı canileri çıkarma girişimleri öne çıkıyor.
Yeryüzünün her köşesinde, İslam topraklarında ya da başka bölgelerde, nerede olursa olsun, hedefi Müslüman olan yaygın bir kirli kampanya yürütülüyor.
Yeniden 1995’lere döndük, sanki bir şeyler pişiriliyor..
Tıpkı 1995’lerdeki terörle mücadele kampanyaları gibi. Müslüman ülkelerde ve kritik coğrafyalarda anti terör merkezleri kurulduğu zamanlardaki gibi. Yeryüzünün “büyük bir felaket”e karşı teyakkuza geçirildiği, Müslüman ülke yönetimlerinin bile bu “tehdide” karşı sahaya sürüldüğü, birçok ülkenin bu tehdit bahane edilerek işgal edildiği, iç savaşlara sürüklendiği, onlarca cephe açıldığı dönemlerdeki gibi.
Böyle bir kampanya varsa bir şeyler pişiriliyor demektir.
Yakında ciddi bir operasyon hazırlığı var demektir. Nereden ne çıkacağını bilmiyoruz ama, olağan olmayan, zorlama bir şeyler var ve hiç de iyi haberler vermiyor.
ABD ve Avrupa ile Rusya arasındaki gerilim, Suriye ve Irak’taki çatışma hali, IŞİD üzerinden servis edilen şiddet ve terör algısı, kafa kesme görüntüleri, kıyım ve kurşuna dizme halleri, birçok ülkede idam cezalarının yeniden gündeme alınması, yüzlerce Taliban mensubunun idam sırasında beklemesi, terörle mücadele merkezlerinin ve gizli cezaevlerinin hala işletiliyor olması insanı ürkütüyor.
Bütün bunlara son dönemde özellikle Almanya’da ırkçıları sokağa salan bir siyasi iradenin öne çıkması, bunlar olurken de “çirkin İslam”, “İslam terörü” gibi on yıl önce bütün gündemimizi dolduran haberlerin yeniden öne çıkarılması şüphelerimizi, endişelerimizi artırıyor.
Hiçbir örgüt devletten bağımsız olamaz. Hiçbir örgüt, silahlı grup istihbarat teşkilatlarından bağımsız çalışamaz. Yakın çevremizde, coğrafyamızda son yirmi yıldır izlediğimiz, bir şekilde etkili olan bütün örgütler, İslamcı ya da başka bir ideolojiden olup olmadığına bakmaksızın, istihbarat teşkilatlarıyla bağlantılıdır.
İşgal sonrası Irak bu anlamda bir laboratuvardır. Onlarca örgüt Irak’a müdahil gruplar tarafından kurulmuş, eğitilmiş ve cepheye sürülmüştür. Bu örgütler büyük kıyımlara, katliamlara imza atmış, onlar üzerinden İslam imajı üzerinde büyük oyunlar oynanmıştır.
Büyük hedef hiç değişmedi
Görünüşte o ülkedeki iç savaşın ya da işgalin bir tarafında yer alan, ülke şartlarına göre pozisyon alan örgütlerin büyük çoğunluğuna o roller arkasındaki güçler tarafından öğretilmiştir. Eskiden bölgedeki devletlere verilen ihaleler örgütlere verilir olmuştur.
Bu durum sadece Irak’la veya bir başka ülkeyle sınırlı değildir. Daha ötesi, uzun soluklu bir kaos stratejisinin parçasıdır ve örgütler üzerinden asıl yıkım İslam ve Müslüman imajı üzerinde olmuştur. 
Çünkü büyük hedef hep bu oldu. Büyük hedef coğrafyanın liflerine ayrılması, onlarca yıl toparlanamayacak hale gelmesi, bu topraklardan bir siyasi iradenin ortaya çıkmasının önüne geçilmesiydi. Bu yüzden güçlü siyasi söylemleri olan meşru hareketler, güçler de öfke topladı ve onların üzerine hışımla gidildi. Türkiye’nin yüzleştiği sorunların kaynağı işte burasıdır.



Şimdi bu imaj üzerine yeni bir müdahale süreci başlattılar. Önümüzdeki dönemde benzer haberlerin yaygınlaştığını, bunun bir korku kampanyasına dönüştüğünü görebiliriz. ABD ve Avrupa’nın aşırı sağa yelken açması, ırkçılığı davet etmesi bu ülkelerin, güçlerin küresel hesaplarını gerçekleştirmek için bu öfkeyi ve enerjiyi kullanmaya ayarlıdır.
Türkiye kamuoyu ve Türk medyası Almanya’ya karşı her zaman hoşgörülü oldu. Bunun altında yatan psikolojik gerekçe Birinci Dünya Savaşı’ndaki kader ortaklığıdır. Onlarca yıl süren bu yakınlık çatlayabilir. Çatlamanın sebebi Almanya’nın Türkiye karşıtı pozisyon alması, bunu açıkça yapması, İslam düşmanlığı tezinin bayraktarlığını üstlenmesidir.
Örtülü operasyon boşa çıkarılacak
Alman şehirlerinde, kasabalarında yakılan vatandaşlarımızın acısını bile bu yüzden kalbimize gömdük. Çok ses çıkarmadık, Türkiye’de hiçbir zaman Alman aleyhtarlığı gelişmedi. Buna izin verilmedi. Ancak son zamanlarda, Türk iç politikasına da pervasızca müdahalelerde bulunulması, Almanya ve Avusturya’daki dernekler üzerinden Türkiye’ye müdahil olunması, Berlin yönetiminin ırkçı dalgaları besleyip İslam karşıtı cephenin ön sıralarına yerleşme siyaseti bir karşıtlık doğurabilir.
Yukarıda sözünü ettiğim yeni dalgada Almanya’nın fazlaca öne çıktığını Almanların bile yakından takip ettiklerini sanıyorum. Bu kendileri adına hiç de iyi bir görüntü değil. Artık dünya, özellikle de çok şey yaşayan bizim coğrafya, benzer örtülü operasyonların pekala farkında ve ne anlama geldiğini çok iyi biliyor.
Bizler, ABD ve Avrupa’nın ırkçılığı üzerinden, İsrail aşırı sağı üzerinden, coğrafyamızdaki şiddet hareketleri üzerinden servis edilenlere direnmeye, onların yıkıcı ve dağıtıcı politikalarına karşı birleştirici ve kaynaştırıcı olmaya devam edeceğiz.
Söz konusu yeni kampanya üzerinden bize dayatılacak olanlara karşı da sağlam duracağız. Çünkü bu coğrafya, yüz yıldır yapılanları gördü, gözlerini açtı, o oyunlara karşı bağışıklık kazandı. İçimizdeki ahmaklara rağmen toplumsal uyanışımızı bu uğursuz rüzgarlara karşı bir kalkana dönüştüreceğiz.
Bu yüzden düşmanlarınız sizi korkutmasın.
Etrafımızda bize karşı olanlar ürkütmesin.
İçeride bu düşmanlığı kullanıp ihanet edenler yıldırmasın.
İçeride her gün hükümete vuran, onu yıpratmak için sinsi ve sistematik yayınlar yapan bazı medya organlarının bu yeni tehlikeye özellikle de Almanya’daki ırkçı yükselişe karşı sus pus olması, haber bile vermemesi dikkatinizden kaçmasın...
Açın gözlerinizi...
YENİŞAFAK / İBRAHİM KARAGÜL



NAZİ MEDYASI : 

NEO-NAZİ GRUBU PEGIDA’NIN HIZLI İLERLEYİŞİ KARŞISINDA KAYITSIZ KALAN BERLİN YÖNETİMİNE MEDYA DA YAYINLARIYLA DESTEK VERİYOR.

 



Yapılan araştırmalara göre, Alman basınında en kötü lanse edilenler Müslümanlar. İslam’la ilgili yapılan haberler, Katolik ve Protestan kiliseleri haberlerinden onlarca kat fazla.

THE CIAmaatın : AHLÂKSIZLIĞA AHLAKSIZLARA BAK YAHUDİ GELENEĞİDİR. HEM VURUP,HEM AĞLAMAK. Yolsuzluğa hayır derken Yolsuzları yolunu bulan yolsuzlar



17-25 Aralık darbe girişimleri 


Büyük resimde, hak/hukuk tanımaz sapkın bir kişinin, karanlık ilişkilerle, kendi sapkın emelleri için, içinde yetiştiği topluma ve mensubu olduğu dine yalan ve iftira ile ihanet etmesidir.



THE CIAmaatın : AHLÂKSIZLIĞA AHLAKSIZLARA BAK YAHUDİ GELENEĞİDİR.
HEM VURUP,HEM AĞLAMAK.
Yolsuzluğa hayır derken
Yolsuzları yolunu bulan yolsuzlar
Sen soruları çal
Kul hakkı ye
Yatak odalarını dinle
Şantaj  , montaj  yap
İsraile devlet bilgilerini aktar
Her haltı yap mağduru oyna

THE CIAmaatın :
Çevresi kandırmıştır

Çevresi aldatmıştır

Çevresi yanıltmıştır

Çevresi kaybetmiştir

Ama Kendisi , Lideri , Çevresi de KÖTÜ”DÜR!


O yapıya masum duygularla gönül vermiş, hizmet etmiş kardeşlerim gücenmesin ama…

Vatikan’ı ziyaret edip, “Papa cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz” diyebilen,

Dinlerarası diyalog, hoşgörü gibi süslü laflarla ehl-i sünnet yolunu bozmaya çalışan,

Orkestra eşliğinde kilisede sözde ezan okutan,
Sazlı-sözlü ilahilerin çalındığı içkili iftarlar organize eden,
Bir yandan sözde Peygamber Efendimizi anma etkinlikleri düzenlerken, öbür yandan “(La ilahe illallah) diyenin (Muhammeden resulullah demese de) cennete gideceğini söyleme cüreti gösteren,

(Bunu söyleyenin dinden çıkacağını) anlatanları çirkin operasyonlarla cezaevine tıkan,

Devlete yerleştirdiği savcı, polis ve hakimleri kullanarak, (kendisi gibi düşünmeyen) başka dini cemaatleri bitirmeye çalışan,

Kendi hocasının kitaplarını bile değiştirmeye kalkışan,
Yanlışını açık ediyor diye aynı kaynaktan geldiği yolun talebelerini hapishanelere yollayan,

Birçok insanı gizlice dinleyip şantaj yapan,
Devlet büyüklerini bile dinleyip, casusluk yapan bir yapıya ‘İslami cemaat’ denilebilir mi?

İSLAM AHLAKI KİTABININ ÖNSÖZÜNDE DENİLİYOR Kİ;

“İslamiyeti bildiren kitaplar pek çoktur.
 Bunların içinde en kıymetlisi, İmam-ı Rabbani’nin üç cilt (Mektubat) kitabıdır.

Muhammed Ma’sum hazretleri, Mektubatın üçüncü cildinin onaltıncı mektubunda buyuruyor ki, (İman, kelime-i tevhidin La ilahe illallah ve Muhammedün Resulullah iki kısmına birlikte inanmaktır).
Yani, Müslüman olmak için, Muhammed aleyhisselamın Peygamber olduğuna da inanmak lazımdır.

Muhammed aleyhisselam, Allah’ın peygamberidir.
Allahü teala, Cebrail ismindeki melek ile, kendisine (Kur’an-ı Kerimi) göndermişlerdir.
Bu Kur’an-ı Kerim, Allah kelamıdır.
Muhammed aleyhisselamın kendi düşünceleleri ve felsefecilerin, tarihçilerin sözleri değildir.
Muhammed aleyhisselam, Kur’an-ı kerimi tefsir etmiştir.
Yani açıklamıştır.
Bu açıklamalara (Hadis-i Şerif) denir.

İslamiyet, (Kur’an-ı Kerim) ve (Hadis-i Şerif)lerdir.
Dünyanın her yerindeki milyonlarca İslam kitabı, (Kur’an-ı Kerim) ile (Hadis-i Şerif)lerin açıklamalarıdır.
Muhammed aleyhisselamdan gelmeyen bir söz, İslam kitabı olamaz.
İman ve İslam demek, (Kur’an-ı Kerim) ve (Hadis-i Şerif)lere inanmak demektir.
Onun bildirdiklerine inanmayan, Allah kelamına inanmamış olur.

Muhammed Aleyhisselam Allahü tealanın bildirdiklerini Eshabına bildirdi.
Onlar da talebelerine bildirdi.
Bunlar da kitaplarına yazdılar.
Bu kitaplarını yazan alimlere (Ehl-i sünnet alimi) denir.
Ehl-i sünnet kitaplarına inanan, Allah kelamına inanmış olur, Müslüman olur.
Elhamdülillah, biz dinimizi Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarından öğreniyoruz.
Dinde reformcuların, masonların ve zındıkların uydurma kitaplarından öğrenmiyoruz.

Resulullah “Sallallahü aleyhi ve sellem” duyurdu ki, (Ümmetim arasında fitne, fesad yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehid sevabı vardır.)
Sünnete yapışmak, Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını öğrenmekle ve bunlara uymakla olur.
Müslümanların dört mezhebinden herhangi birisinin âlimleri (Ehl-i sünnet alimleri)dir.

Ehl-i Sünnet alimlerinin reisi, İmam-ı a’zam Ebu Hanife Nu’man bin Sabit’dir.
İngilizler, asırlar boyunca uğraşarak, bir Müslümanı Hristiyan yapamadılar.

Bunu başarabilmek için yeni bir yol aradılar.

Masonluğu kurdular.

Masonlar, İslamiyete, yani Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği ilmlere, yani Muhammed aleyhisselamın sözlerine ve bütün dinlere, öldükten sonra tekrar dirilmek olduğuna, Cennetin, Cehennemin var olduğuna inanmıyorlardı.



YAZIKLAR olsun size!..

Bin kere yazıklar olsun… Petrodolarlar cebinizi ısıtıyor ama kalbinizi çölleştiriyor… Siz altın ve gümüş, dolar ve euro karşılığında bozuk bir bid’at mezhebinin sinsi propagandasını yapıyorsunuz.

Siz gerçek Ehl-i Sünnet değilsiniz. Olsaydınız yüz milyonlarca tarikat ve tasavvuf Müslümanını şirk ve küfürle suçlamazdınız.
Siz bu aşırılığınızla kendinizi küfür ateşine atıyorsunuz. Örnek olarak Tahşiyeciler gibi

Sizin şirkle suçladığınız o Müslümanlar ehl-i Tevhid ve ehl-i Kıbledir. Onları ne kolay tekfir ediyorsunuz. Sizde hiç adalet, insaf, iz’an, vicdan yok mudur?


Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Şama, Yemene dua etmişti. Biri, bizim oraya da dua buyursanız dediğinde, etmemiş, “Şeytanın boynuzu (karnü’ş-Şeytan) oradan çıkacak” buyurmuştu. 

Onlar, devlet-i İslamiye-i Osmaniyeye, Hilafet-i İslamiyeye isyan etmişler, Ümmetin parçalanıp yıkılmasına yol açmışlardı.
Siz Ehl-i Sünnetin geniş caddesinden çıkıp karnüşşeytan çıkmaz sokağına girdiniz.
Siz, onları tutmakla Sevâd-ı Âzam dairesinden dışarıya çıktınız.
Petrodolarlarla dünyada bir şeyler satın alabilirsiniz ama Cenneti, ebedî Saadeti alamazsınız. Siz ne kötü bir ticaret yaptınız.
Söyleyin bana: Şu anda Ortadoğuda ABD’nin, İngilizlerin, İsrailin en büyük müttefiki kimdir? Söyleyin, söyleyin…
Şeytanın boynuzları altın yaldızlı… Altın sizi çekti… Altın sizi yaktı…
Hem kendinizi yakıyorsunuz, hem de birtakım Müslümanları aldatıp yakıyorsunuz…

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN BU ÜLKEDE YILLARCA DOĞUM KONTROLÜ İHANETİ YAPTILAR VE NESLİMİZİ KURUTMA YOLUNA GİTTİLER : Neslin devamı için çocukların sayısının ortalama üç olması gerekmekte.Güçlü bir ekonomi ve Müslüman bir nesil için doğum kontrolü uygulaması yanlış tır ve Türkiye’nin geleceği için donanımlı bir genç nesle ihtiyaç vardır.


3  ÇOCUK TOPLAM NÜFUSU DENGEDE TUTAR : Dünyanın en önemli varlığı insandır. Ülkelerin en değerli varlığı ise nitelikli ve eğitilmiş insandır. Avrupa’da yaşanmakta olan problemlerin büyük bir kısmı genç nüfuslarının azalmasından kaynaklanıyor.
 Neslin devamı için çocukların sayısının ortalama üç olması gerekmekte.
Güçlü bir ekonomi ve Müslüman bir nesil için doğum kontrolü uygulaması yanlış tır  ve Türkiye’nin geleceği için donanımlı bir genç nesle ihtiyaç vardır.

Ekonomik kalkınma ve Müslüman bir nesil için Güçlü bir ekonomi ve Müslüman bir nesil için doğum kontrolü uygulaması yanlış tır  ve Türkiye’nin geleceği için donanımlı bir genç nesle ihtiyaç vardır.

SERT NÜFUS PLANLAMASI PETROL KUYULARINA BETON DÖKMEK GİBİ BİR ANLAM İFADE EDER

Fransa ve ABD toplumunda çok çocuklu ailelerin sayılarının yükselmekte,
Birçok gelişmiş ülke genç nüfusun öneminin farkında, bizim de bu konuda bilinçli hareket etmemiz gerekir. Ülkemizde tabii kaynaklarımız sınırlı, ülkemizi, nitelikli insan kaynağımızla, nüfusumuzla zenginleştirerek kalkındırabiliriz
Nüfusu dengede tutmak için azaltmaya yol açan engelleri ve zihniyeti ortadan kaldırmalıyız.

ÇOCUK SAHİBİ OLMAMAK EKONOMİK SEBEBLERDEN DOLAYI YAPILIRSA HARAM

Doğum kontrolünün İslami ve fıkhi açıdan kabul edilemez
Peygamber Efendimiz, ‘Evleniniz çoğalınız. Ben sizin neslinizden iftihar ederim’ diyor.Bu sözleri görmezden gelerek geçim sıkıntısı veya başka nedenlerden dolayı doğum kontrolüne yönelmek caiz değildir.
Her çocuk kendi rızkıyla doğar ve öyle yaşar. Ekonomik endişelerden dolayı doğum kontrolü yapmak haramdır. İslami değerlerin dünyada hâkim kılınabilmesi için, Müslüman genç neslin sayısının artması gerekmektedir. Bizim görevimiz; yeni neslin dinine, milletine sahip çıkacak bir noktaya gelmesine projeler geliştirerek destek olmaktır .

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan :
Bu ülkede yıllarca doğum kontrolü ihaneti yaptılar ve neslimizi kurutma yoluna gittiler .

Sözlerine destek veren vekiller ve STK temsilcileri, ekonomik kalkınma ve Müslüman bir nesil için Güçlü bir ekonomi ve Müslüman bir nesil için doğum kontrolü uygulaması yanlış tır  ve Türkiye’nin geleceği için donanımlı bir genç nesle ihtiyaç vardır.

“3 ÇOCUK TOPLAM NÜFUSU DENGEDE TUTAR”