19.03.2016

TÜRKİYE’YE MUSALLAT OLAN TERÖR ÖRGÜTLERİNİN TARİHİ : Geşmiştede Alamutda Haşhaşiler , Günümüzde CIAmat Fetö Terör Örgütü , Fitnelerinde Gizli Kaldıkları Ölçüde Etkili Oldular.. Hasan Sabbah Fethullah Gülen Benzerliği….


Terörün tarihini Hz. Âdem’e kadar götürenler var. Ama biz o kadar eskiye gitmeyeceğiz. Sadece Türk varlığına musallat olan terör örgütlerinden söz edeceğiz.

“Haşhaşin” ve “Haşhaşinler” olarak anılan terör örgütü
bunların ilki sayılıyor. 


Hasan Sabbah, Haşhaşilik Fetö Pensilvanya Mesihi ve Alamut Mesihi Aynıdır Hasan Sabbah Fetö Arasındaki Benzerlikler

-İşe önce kendilerini dindar gösterip Eğitimden başladılar Güya barış için,dostluk için,hoşgörü için,sevgi için yeni bir dünya kuracaklardı .Gittikleri heryerde butür süslü cümlelerle küçücük çocukların fıtratına müdahale ederek onları uyuşturarak sapkın emellerine alet ettiler.

PensilvanyaCIA ortak yapımı Bi Altın Nesil yetiştirilecekti Vatikanın görünmeyen Türkiye temsilcisi Buprojenin önemli ayaklarından biriydi .Bulundukları ülkelerin devlet teşkilatlarını ele geçirmek ve o ülkelerde üst aklın nüfuz alanını genişletmek gibi ulvi bir amaçları vardı.

-Geçmişte nasılki medeniyeti yeniden inşa etmek için tesisedilen Nizamiye Medreseleri'nin karşısına Alamut Dershaneleri kurulmuşsa bugünde medeniyet birikimimizi yok edip bizi üst akla teslim etmek için FETÖ okulları inşa edilmesi Her bölgenin Reislerine karşı pilanlandı

-Dün Alamut merkezli dershanelerde Mehdi Peygamber Hasan Sabbah öğretisi için kendilerini kurban eden şehitlerin hayatları anlatılıyordu. Bugünde FETÖ için dershanelerin temel amacı Verdiği sorularla bir yerlere getirdikleri fedailerin sorgusuz intihar timleri yetiştirmekti.

-Bu öğreti yapısına göre bir fedainin tam karşılığı, Mehdi/Mesihin emri üzerine gözünü kırpmadan ölüme atlayan bir İsmaili'dir.

- Her dönemde Tüm Reislerin arkasındaiki yaverler fedaileri'idi Görevi DE ölürse şehit şayet sağ kalmayı başarırsa rütbesi yükselecekti .Haşhaşilerin'de FETÖ nünde kendi dönemlerinde içine sızmadığı kurum kuruluş kalmamıştı Dün Alamutda DAİ ler Bugün Pensilvanyadan İMAMLAR

-FETÖ örgütü Sünni" görünen ama Şia tarzı bir anlayışa sahip Mehdi/Rehbere şartsız itaat ve Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi algısı vermiş ,Pensilvanya merkezli kendini Mehdi ilan eden bu sapkın, psikopat adamın öğretileri üzerine bir eğitim düzeneği inşa edildi bu okullardan , Kendini, Devletini feda etmeye hazır binlerce terörist yetiştirildi. 
ÖRNEK :15 Temmuz günü üzerimize tank yürüten, uçaklarla bomba yağdıran Cuntacı Teföcüler..


-Diğer taraftan FETÖ okul yapısı ve işleyiş tarzı, 17 Mayıs 1860 yılında Paris'te 17 Yahudi gencin bir araya gelerek kurduğu ve akabinde paralı üstaklın baronlarından Mauricede Hirsch'in Rothschild'in finansörlüğünde Alliance Israelite Universelle okullarının aynısıdır.

1885 yılında Balkanlarda 20 okul açan Alliance Israelite örgütü 1912 yılında bu sayıyı 115'e çakırdı! Yine bu tarihlerde (1912)Fas'ta 14 okul açan örgüt 1939 yılına gelindiğinde bu sayıyı 45'e çıkarmıştır. Bu sayılar başka yerleşim bölgeleri için de geçerlidir.

-Amaç eğitim şemsiyesi altında ülkelerde istedikleri yönetim kadrolarını oluşturmaktı.Buraya dikkat! Zamanla küresel ihtilalin merkez üssü haline gelen buokullardan mezun olanların aynı zamanda İttihat Terakki Cemiyeti'nde de etkin olduklarını görüyoruz Vaktiyle Abdülhamid'i devirmek için İttihat Terakki'nin gönüllü taburlarına kayıt olan bu okullardan mezun olmuştu!



-Fethullah adlı ifsat edici ajana kurdurulmuş İslamı ifsat etme,Türkiyeyi yok etmek amaçlı, Siyonist+İngiliz, casusluk FETÖ Türkiyeyi ele geçirme örgütünün uyanamayan mensuplarının durumu, Selçuklu devletini imhada kullanılan, Müslümanlarla aynı gibidir.

-HAÇLILAR destekli Hasan Sabbahın müritleri NATO FETÖ Şakirtleri benzerliği Onlara verilen cinayet+her türlü emirleri yerine getirmektir.


-Hasan Sabbah aldığı ilmi eğitimler İslami ilimler,Astronomi,Mantık,Aritmetik alanlarında FETÖde Dini,Politika,Tiyatro eğitimleri almıştır.


-Has Sabbah hitabeti ikna kabiliyeti ile müthiş bir çekim merkezi olmuş FETÖ de Tİiyatro hitabetli,vaazları ile çekim gücü oluşturmuştur

-Haşhaşi Sabbah Alamut Kalesini eğitim merkezine dönüştürmüş müthiş bir itaat kültürü kendine bağlı “fedai” “dai” ler yetiştirmiştir.

- FETÖ de eğitim alanında dışarıdaki insanların anlayamayacağı şekilde bir itaat kültürüne bağlı “şakirtler” “abi” ler yetiştirmiştir.

31-Haşhaşi Sabbah bir ilim adamı olmasına rağmen bir aksiyoner olarak yaşamış, zamanının çoğunu örgütsel çalışmalara harcamıştır.Geride ilmi değerili eserlerden ziyade bağlılarına mesajlar içeren risaleler bırakmıştır. FETÖ de bir aksiyoner olarak yaşamakta, zamanının çoğunu
örgüt-cemaat çalışmalarına harcamış. Risaleler şeklinde eserleri ve bağlılarına şifreli mesajlarını ilettiği vaaz kayıtları vardır.Amacı İslan Dininden Peygamberimiz Hz Muhammed sav   çıkarıp , Kuranı devşirecek, Aynı Yahudilik ve Hiristiyan lar durumuna düşürecekti .




-HaşHaşi Sabbah’ın müthiş bir haber ağı ve istihbarat mekanizması vardı. Saraylarda olan en ufak hadiselerden haberdar olabiliyordu.Son olaylarında ortaya çıkardığı üzere FETÖ ve Şakirtlerin de böyle bir merakı ve derin bir istihbarat mekanizması var.

-HaşHaşi Sabbah en sonunda güvenilir liman olarak Alamut Kalesine demir atmış ve ölünceye kadar oradan ayrılmamıştır. FETÖ de hakkında açılan davalar sonucu Pensilvanya daki saray a yerleşmiş, Orada hayatına devam etmekte 16 yıl kaldığı binanın dışına çıkmamıştır.


-HaşHaşi Sabbah siyasete çok meraklıydı Siyasi her gelişmeyi takip edip pozisyon alırdı FETÖ de siyasete olup, siyasetçilerle temasdaydı.




-HaşHaşi Sabbah etrafına esrarlı ve gizem perdesi örmüştür FETÖ de STVde Sır Kapısı Sırlar Dünyası programlarında ,

-HaşHaşi Sabbah etrafına esrarlı ve gizem perdesi örmüştür .FETÖ de STVde Sır Kapısı Sırlar Dünyası programlarında bunları yansıtıyordu.

-HaşHaşi Sabbah fedailerine önemli olan, görevin yerine getirilmesidir ve bu yolda her şey mübahtır.FETÖ de sonuca gitmek için gerekirse ,Savcıda Hakimde satın alacaksınız Buyolda herşey mübahtır Yapacağı darbeyi anlatıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=TVkUa5XlqHs …


-HaşHaşi Sabbah sarayda görevler beklediği dostu sadrazam Nizamülmülk ün beklentilerini karşılamaması üzerine kendisine düşman olmuş, suikast düzenletmiş ve öldürtmüştür.FETÖ de başbakan (sadrazam) Erdoğan la yakın teşriki mesaide bulunmuş, kendisine büyük destek vermiş ,Arkasındaki CIAmat in siyasi talep ve beklentileri karşılanmayınca hala yaşamakta olduğumuz çatışmalar başlamıştır.

-Şimdi.Erdoğan’ın da Haşhaşiyyûn benzetmesi yapması da tesadüfî sayılamaz, herhalde..Çünkü, yıllarca hem ’takiyye’ anlayışını eleştirip, ’takiyye bir yapılanmaile, eline aldığı yüzbinlerce genci Abilere,Dailere,Fedailere dönüştürdüğünü gördük.

Sıkıntı verici bir durum.....Bundan sonra devam edecek olaylara karşı herkes hazır olsun.


SONUÇ :
MÜSLÜMAN Turk&Kürt halkına En büyük vahşeti,zülmü ve En çok zararı veren APO - FETÖ - PKK - ABD -DEAŞ 


Siyonist Tetikćileridir. Birdirler, Beraberdirler.





Abdullah Bin Ali

HAŞHAŞİLER 1 :
Haşhaşîler denildiğinde, akla Hasan Sabbah, onun meşhur Alamut Kalesi, bir de uyuşturduğu fedaîlerini sahte cennete sokup, kadınlarla her türlü zevki yaşattıktan sonra çıkarıp, onlara o cennete tekrar kavuşmaları için görev vermesi, fedaîlerin de “gerçek zannettiği” bu “sahte cennete” tekrar kavuşabilmek için bir an önce ölmek uğruna verilen her emri yerine getirmesi akla gelir.
Hasan Sabbah, İsmailîler veya Fatimiler adıyla bilinen ama gerçekte dünyanın en gizli örgütlerinden biri olan bir tarikatın, Meymunîlerin, İran bölgesinde yaşayan temsilcilerindendi. O tarikatına, gerçekte gizli örgüte, Haşhaşîlik boyutunu katmış ve kendine has bir fedaîler sınıfı oluşturmuştu.
MEYMUN'DAN HASAN SABBAH'A
Bu akımların temeli olan gizli tarikat MeymunîlikMeymun ile başlıyordu ve bunların tarihi, Meymun’dan Hasan Sabbah’a, ondan son Haşhaşî lideriŞeyh-ül Cebel Sinan’a kadar uzanıyor.
DİNLERE İNANMAYAN BİR DİN ALİMİ: MEYMUN
Doğu İran’da yaşayan Meymun, bir fakih (islâm fıkhı uzmanı) olarak tanınıyordu. Oysa gerçekte hiçbir dine bağlı olmayan, tersine her dini hor gören birisiydi. Yakın arkadaşları ve oluşturduğu çevresiyle bir araya geldiğinde din ile alay ediyor, bu tutumunu âdeta bir ideoloji haline getirip çevresini örgütlemeye çalışıyordu. Her gece toplanan Meymun ve çevresi, bu görüşlerini yaymak istiyorlar fakat içinde bulundukları toplum İslâm toplumu olduğu için, açıktan İslâm düşmanlığı da yapamıyorlardı.
ŞİİLİK PERDESİ ALTINDA GİZLİ FAALİYET
Meymun ve arkadaşlarının izlediği bu yol, ister istemez gizliliğe dayanıyordu. Gizliliğin dışında yaptıkları bir başka şey ise, Şiiliğin merkezi olan İran’da, sünni mezhebine karşı şiiliği savunuyor görünmekti. Şiilik, esasen yapısı nedeniyle gizli çalışmalara perde olacak yapıda bir mezhepti.
Meymun ve arkadaşları Şiilik perdesi ardında, kendilerine özel ‘toplumları yönetmek’ amacına dayalı gizli mezheplerini yaymaya çalıştılar ve bu konuda azımsanmayacak bir örgütlenmeye girdiler. İslâm toplumunda, islâm karşıtı bir akımı yaşatabilmek için, büyük bir gizlilik içeren yapılanma oluşturdular.
“BAŞKALARI NASILSA ONDAN GÖRÜN”
Meymun’un kurallarına göre, adamlarından her biri, yaşadığı çevresinin ortamına uygun bir vaziyet almak zorundaydı. Eğer dindar çevredeyse, Meymun bağlıları, herkesten çok dindar görünecek, serbest bir çevredeyse, en serbest olacaktı. Hangi çevrede olursa olsun, çevresine herkesten daha fazla uyumlu olmak Meymun bağlılarının göreviydi.
EN ÖNEMLİ HUSUS SIR TUTMAK
Dindar çevrede bulunanlar, “çevrenin güvenini” kazanmak için “herkesten fazla” ibadet ediyorlardı. Herkesten fazla namaz kılıp, oruç tutan ve takvasıyla Müslümanların takdirini kazanan Meymun bağlısı, artık “en üstün takvalı Müslüman” kabul edildikten sonra, çevresini saran ve onu “evliya sanan” Müslümanlardan uygun bulduklarına, gerçek sırlarını yavaş yavaş açıklamaya başlıyordu. Meymun’un örgütüne girenlerin gözetecekleri en önemli husus, sır tutmayı bilmeleriydi. Zaten “sevilen, çevresi olan ve sır tutmasını bilenler” tercih ediliyordu.
Meymun bu sistemi kurduktan sonra, örgüt zamanla etkinliğini artırdı. Örgüt henüz büyüme aşamasındayken, Meymun öldü. Ama ölümünden önce örgütünü de, servetini de oğlu Abdullah’a bıraktı. Meymun oğlu Abdullah, bu gizli örgütü daha sistemleştirecek ve büyük bir güç haline getirecek kişiydi.
MEYMUN'UN OĞLU ABDULLAH ÖRGÜTÜ ŞİİLİĞE DAYADI
Babasının çevresinde yetişen, felsefeyi ve maddeciliği öğrendiği kadar, yer yüzündeki bütün dinleri araştıran Meymun oğlu Abdullah, tarikat havasındaki örgütün daha yaygınlaşması için, örgütü gerçekten de tarikata dönüştürmeye karar verdi. Meymun’un kurduğu örgüt, oğlu Abdullah sayesinde Şiiliğe dayalı bir tarikata dönüştü.
Bu “yeni bir tarikat” demekti ve Abdullah, tarikatı bütün şiileri etkileyecek bir imama dayandırdı. Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatma’nın torunlarındanİmam İsmail’e...
İmam İsmail, Hz. Ali gibi ruhani sırlara ve ilime vakıftı. Oğlu, Muhammed Mektum, babasından bunları öğrenmişti. Abdullah da, bu ilimle ilgilenmiş ve bu ilimle tahsil etmiş biriydi. Bu yüzden “İmam İsmail tarikatını”oluşturmak onun için zor olmadı ve herkesi “İsmailî tarikatına” girmeye davet etti.
Böyle bir tarikata girmeye hazır potansiyel zaten vardı İran’da. Fakir ya da zengin, halk ya da devlet yöneticisi, her kesimden bu tarikata girmek için can atabilirlerdi. Çünkü tarikatın ismi cazipti. Hele Hz. Fatma’nın torunu olan bir imam tarafından öğretilen gizli bilgilere ve ruhani sırlara sahip olmak duygusu tarikata olan rağbeti artırdı.
YEDİ DERECELİ AYİN
Babasının bıraktığı “Daî” diye adlandırılan “propagandacılar”“bir havari ordusu gibi” dağılıp tarikatı ve tarikatın yeni lideri Meymun oğlu Abdullah’ı her tarafta anlatıp, insanları İsmaîlî tarikatına davet ettiler.
ŞİİLİĞİN PİRİ OLDU
Kısa zamanda Meymun oğlu Abdullah’ın “ilmi zenginliği, yüksek zekası, gösterdiği kerametler” her yerde konuşulmaya başlandı. Adı sanı bilinmeyen Meymun oğlu Abdullah, bir anda en tanınmış isim haline geldi.Şiiliğin piriydi artık ve bu manevî dünya onun ruhanî idaresine geçmişti. Tarikat kurulmuş, Meymun oğlu Abdullah, bu tarikatın ilk şeyhi olmuştu.
Tarikat İsmaîlîler adıyla büyüdü, genişledi. İsmaîlîler adıyla bilinen tarikat,“gizli ilimlere” ilgisinden dolayı Batinîler diye de tanınıyordu.
YEDİ DERECELİ AYİN
Meymun oğlu Abdullah, tarikatı yaygınlaştırmış, kitlelerin ilgisini çekecek hale getirmişti ama bunlardan daha önemli başarısı, tarikat içinde manevî labirentler oluşturması ve gerçek amaca ulaşabilmek için yedi dereceye bölümlemiş olmasıydı.
Her yerde tekkeler, zaviyeler ve şubeler açan tarikatın çekirdeğinde yer alan gizli teşkilâtın yapısı, Zerdüştlüğün gizli kurallarına çok benziyordu. Zaten yedi rakamı, Zerdüştlükte kutsaldı ve Zerdüştlükte de “yedi dereceli ayin”yapılıyordu.
Zerdüştlük mezhebinin gizli mabedlerine kabul edilecek olanlar, önce bir mağaraya sokuluyor, orada arslan, kaplan veya sırtlan gibi vahşi hayvan kılıklı hayaletlere, gerçekte illizyonizme karşı mücadele veriyorlar, binbir güçlükle bu mağarayı aşabilenler ikinci mağaraya girebiliyorlardı.
İkinci mağarada onları gök gürültülerine benzeyen korkunç sesler karşılıyordu. Birbirinden tehlikeli ve korkunç yeri mağaradan geçtikten sonraPir-i Mugan’ın huzuruna alınıyorlar ve böylece ondan mezhebin ilk kurallarını öğrenmeye başlıyorlardı.
TARİKATIN YEDİ DERECESİ
Meymun oğlu Abdullah bu sistemi kendine göre yeniden düzenleyerek tarikatını yedi dereceye ayırmıştı.
1. Müminler derecesi: Tarikatın dış yüzünü oluşturan bu derece, tarikata girmek isteyen herkese açıktı. Tarikata girmek isteyen, “bağlı olacağına söz veren” ve yemin eden herkes mümin sayılıyordu. Bu derece, tarikat mensuplarının ilk durağıydı ve bu derece tarikata alınma ve tarikatın pirine el vermekten ibaretti.
2. Yükümlüler derecesi: Birinci derecede yer alıp da, burada “yetişenler, olgunlaşanlar” arasında yetenekli olanlar, yükümlülük derecesine ulaşıyorlardı. Bunların görevi, tarikat dışında kalan topluluklara karışarak tarikatı anlatmak, “tarikata taraftar toplamaktı”. İlgilendikleri kişileri bir süre hazırladıktan sonra, uygun gördüklerini amirleriyle görüştürmekle yükümlüydüler. Bu işlerde başarılı olanlar, üçüncü dereceye yükseliyordu.
3. İzinli Daîler derecesi: Propaganda yapmaya yetki verilmiş kişilerin derecesiydi. Bunlar dışarıdan tarikata girmek isteyenleri kabul edebiliyorlar ve onlardan “İmam adına biat” alabiliyorlardı. Ayrıca tarikata girenlere“ilim ve marifet kapılarını” açıyorlar ve onlara azar azar tarikatın sırlarını aktarıyorlardı. Müminlerin derecesini yükseltenler de bunlardı.
4. Büyük Daîler derecesi: Daî-yi Ekber diye tanımlanan bu kişiler, İzinli Daîlerin amirleriydiler. İlk üç daî, bunların emiriyle hareket ediyorlardı. Bunlara “Kapı” anlamına gelen Bab deniliyordu. Bu dereceye varmış olanlar, asıl kapıdan içeriye girme hakkını kazananlardı ve bu derece, daha yüksek derecelerin kapısıydı.
5. Yudum Emenler derecesi: Büyük Daîler derecesinden sonra gelen bu derece, ilim ve marifetin kaynağı olan “Hüccet’den bir yudum ilim emmeye uygun bulunanlar” derecesiydi. Çocukların annesinin memelerinden süt emmesi gibi, bu derecedekiler ilim ve marifeti emiyorlardı. Bu dereceye varanlara Zu massa, ‘bir yudum emenler’ deniyordu.
6. Hüccet derecesi: İlim ve marifeti, kendilerinden sonra gelenlere damla damla verenlere hüccet deniliyordu. Kendisinin İmam’dan aldığı marifeti, Yudum Emenlere aktarmakla yükümlüydüler.
7. İmam derecesi: İmam, en büyük makamın sahibiydi. Doğrudan Allah ile irtibatlı olduğuna inanılan kişiydi. Gaybin ilmi ona aracısız ulaştırılıyordu.“En yüce bilgili” anlamına gelen Belâğ-ı Azam“En büyük sır” anlamına gelen Namûs-ı Ekber gibi ünvanlara sahipti. Her yaptığı, her söylediği, dine karşı bile olsa din gibi kabul görürdü. İnanışa göre, can, mal, ırz ve kader onun emrine bağlıydı. Ona yönelik ithamlar, düşmanlıklar “Allah’a yapılmış gibi” olurdu.
Bu derecelenmelere sahip tarikatın derece sahibi olanları, işlerini iyi yapan kişilerden oluşuyordu. Zaten ilimle ilgili oldukları ve âlim tanındıkları için, halkın gözünde itibar sahibi kişilerdi.
DEVLETE OPERASYON ZAMANI
Bilgileri kadar, yöntemleri de oldukça ustaydı. İnsanlara “nasıl yaklaşacaklarını”, onların “huy ve karakterlerine uygun” nasıl davranacaklarını, insanları yönlendirmesini çok iyi biliyorlardı. Bunun dışında izlenen bir başka yol, dünyada ne kadar büyük adam varsa, onların da bu tarikattan olduklarını söylemekti. İzlenen yollar kadar, bu yolları uygulayan kişiler de önemliydi ve gerçekten bu kişiler ‘işlerini çok iyi bilen’, bölgesinde en güvenilir sayılan kişilerdi.
Uzun yıllar boyunca “sessiz sedasız” faaliyet gösterdikten sonra sadece İran’da değil, başka ülkelerde de en etkili yerlere gelmişler, “devletlere, kurumlara sızmışlar”“topladıkları himmetlerle” ekonomik güç haline gelmişlerdi.
891 yılından itibaren devleti ele geçirme operasyonları başlattılar. Bu dönemde Ferec Kaşani’nin Zikreveyh adıyla başlattığı harekat, herkesin büyük bir din alimi gördüğü Zahid’in yaptıkları tarihe geçecekti. Gece gündüz namaz kılan, oruç tutan, “günde 50 rekat namaz kılınması gerektiğini” söyleyen, yeri yurdu olmayan, güneş altında yatan, takvasıyla büyük kitleleri adeta büyüleyen Zahid, bu gizli yapıyı devleti ele geçirme noktasına getiren kişiydi aynı zamanda.
Zahid’in yaptıkları insanları şaşkına uğratan türden. Günümüze de uyan çok yönleri var. Okuduğunuz zaman, “Vay canına!” diyeceğiniz, “romanı yazılsa filmi çevrilse ratingler yıkılır” diye düşüneceğiniz cinsten.

HAŞHAŞİLER 2 :
Onbirinci yüzyılda (1090 civarı) Şii bir “din adamı” olan Hasan Sabbah tarafından kurulmuş, önce İran, sonra Suriye civarında yayılmıştır. 
Hasan Sabbah, tarihin kaydettiği en vahşi, en acımasız, aynı zamanda en plânlı-programlı terörist başlarından biridir. 
1034-1124 yılları arasında yaşamıştır. Bir dönem, Büyük Selçuklu VeziriNizamülmülk’ün emrinde Selçuklu Devleti’nin hizmetine girmiş, devleti tanımış, yandaşlar edinmiş, daha sonra devletten ayrılıp Elbruz Dağı’nda kurduğu Alamut Kalesi’ne çekilmiş, dağın tepesine inşa ettiği kaleyi dünyanın ilk “Terör karargâhı”na dönüştürmüştü.
Masum gençlerin dini duygularını kullanarak ve çeşitli vaatlerde bulunarak saflarına kattı. Onları beyin yıkama operasyonundan geçirdi. Haşhaşla uyuşturup cennetle kandırarak kullandı. Kimini propagandist olarak, kimini diplomat olarak, kimini tüccar olarak, kimini de terörist olarak eğitti.
Örgütün ilk hedefi Selçuklulardı: Müritler üçer-beşer devlet kademelerine yerleşti. Selçuklu Devleti’nin şanlı veziri Nizamülmülk (Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali bin İshak et-Tûsî [1018-1092]) başta müsamaha gösterdi. Hasan Sabbah’ın asıl niyetini fark edemedi. Bu yüzden Hasan Sabbah’ın iyi eğitimli, “dindar” görünümlü müritlerine devletin bütün kademelerini açtı. Onların devlet hiyerarşisinin emrinde değil, Alamut Kalesi’nin emrinde çalıştıklarını fark ettiğinde ise iş işten geçmiş, Hasan Sabbah’ın müritleri, çoktan “devlet içinde devlet” olmuştu. 
Devlet istihbarat alamıyor, bürokrasi çalışmıyor, devletin üst kademesi hakkında, hırsızlıktan yolsuzluğa kadar envai çeşit olumsuz iddia dolaşıyor, algı operasyonlarıyla vezirler, hatta Sultan kirletiliyordu. 
Bir süre sonra gerçek tüm delilleriyle ortaya çıkıp sırlar deşifre olacak,Haşhaşiler, devlet kademelerinden hızla temizlenmeye başlanacaktı. Ne var ki, bu iş hiç de kolay değildi. Kendilerini çok iyi saklıyorlar,“vatansever” görüntü altında vatana ihanet ediyorlardı.
Ancak, “Fitne gizli kaldığı ölçüde etkili olur” (Bediüzzaman). Nitekim devlet içindeki sızmalar fark edilince, Hasan Sabbah’ın etkisi kırılmaya başladı. O da dönemin en etkin terör aracı olarak suikastlara yöneldi.
İlk hedef, Selçuklu Devleti’ni siyaset ve eğitim alanında yaptığı atılımlarla ihya eden vezir Nizamülmülk’tü. Sonra sıra Sultan Melikşah’a gelecek, nihayet Hasan Sabbah Selçuklu tahtına oturup, Şiiliği ihya edecekti.
Haşhaşin Örgütü’ne müthiş bir disiplin ve katı bir hiyerarşi hâkimdi: Her grup, liderine gözü kapalı bağlıydı. Beyni uyuşturulmuş, iradesi yok edilmiş katiller, dini bir psikoloji içinde adam öldürmeye başladılar. Bunun için ok, zehir ve hançer kullanıyorlardı. 
Tarihte kendilerinden önce pek görülmemiş bir askeri ve siyasi taktik geliştirmişlerdi: Propaganda silahı kullanıyorlar, “mağdur” ve “mazlum” rolü oynuyorlardı.
Etkin propaganda sayesinde, devleti ele geçirmek için operasyonlar yaptıklarını unutturmuşlar, durup dururken devletin üzerlerine geldiğine halkın bir kısmını inandırmışlardı.
Siyaseti ve dini taktik olarak kullanıp bir taraftan yandaşlarının sayısını sürekli artırırken, temel askeri taktik olarak da suikastlara yönelmişlerdi. Bu aynı zamanda bir güç gösterisiydi, bu gücün karşısında durulamayacağı inancını yaymaya çalışıyorlardı.
Zaman içinde bunun böyle olmadığı görüldü: Meşruiyetini milletten almayan hiçbir gücün ilânihaye etkili olamayacağı anlaşıldı.
Ama bu arada, başta Selçuklu Devleti’nin muhteşem veziri Nizamülmülkolmak üzere, pek çok değerli isim suikastlarda şehit edildiler.
Suikastı gerçekleştiren katil kaçmıyor, gülümseyerek öldürülmeyi bekliyordu. Çünkü mutlak mânada cennete gideceğine inandırılmıştı.
Hasan Sabah, arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve korku bırakarak 1124 yılında öldü. Ama “Haşhaşiler” Moğol istilasına kadar ayakta kaldılar. Nihayet, Hülagü Han, “Terörist Üretim Merkezi” olarak yıllar boyu faaliyet gösteren Alamut Kalesi’ni 1256’da yerle bir etti.
Dünyaya tek büyük armağanı da bu oldu!
YENİ AKİT / Yavuz Bahadıroğlu


9.03.2016

EY GÜLENİSTLER ! CEHENNEMDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ ! • İçinde bulunduğunuz ve adına hizmet dediğiniz organizma, o sistemin başındaki adam evet "uğruna canlar feda" dediğiniz adam sırf hizmet adına, halifelik sevdasına 'çıkarları için Ortadoğu'yu cehenneme çeviren KÜRESEL GÜÇLERLE' anlaştığı gün, siz her şeyi kaybettiniz zaten. • Müslümanları bırakıp Hristiyanları ve Yahudileri dost edindiğiniz ve onların Hz.Muhammed'e ve Kur'an'a iman etmeden cennete gidebileceklerini savunduğunuz gün kaybettiniz. •


- Müslüman kızların, Hristiyan ve Yahudi erkeklerle evlenebileceklerini seslendirdiğiniz gün kaybettiniz.
- İslamiyeti terkedip İbrahimî dinleri müdafaa ettiğiniz gün kaybettiniz.

Allah'ı razı etmek için Allah'ın emrini çiğnemeniz gerektiğini söylediğiniz gün, birilerini cennete sokabilmek adına kendinizin cehenneme atılmasını kabullenerek verdiğiniz tavizi savunup başörtü davasında direnen kardeşlerinizi yalnız bıraktığınız gün kaybettiniz.

Askeriyede kalmak uğruna içki içiyormuş gibi içki bardağını elinde tuttuğunuz, gerektiğinde (!) içtiğiniz, başörtülü eşinizin başını açtırdığınız veya onu sırf bu nedenle boşadığınız gün kaybettiniz.

Hatta ve hatta sırf dindar olmadığınızı ispatlamak adına sizi kardeşi sanan ama sizin cemaatinizden olmayan dindar askerleri komutanlarına ispiyonladığınız gün kaybettiniz.

Hocanız, sizi daha fazla kendine bağlamak adına rüya ve rivayetlerle karşınıza çıktığında ağlaya ağlaya onu dinleyip ona inandığınız gün kaybettiniz.

Kazandığınızı zannettiğiniz gün siz aslında kaybettiniz !

Verdiğiniz tavizler hani bir gün zamanı geldiğinde dine hizmet etmek
içindi ?

Hani zamanı geldiğinde İslamiyeti şahlandıranlar, milletin imanını kurtaranlar sizler olacaktınız?

Zamanı geldi ve hatta geçti bile !

Siz o tavizleri vererek geldiğiniz yerlerde, kendi okulu ve dershanesi kapanmasın, kendi vesayeti ve imparatorluğu devam etsin diye ülkesini düşmanlarına satan bir adamın emrine girerek ihanet içinde görev (!) yaptınız.

Emniyet teşkilatında sahte evrak düzenleyen, sahte delil yerleştiren üyelerinizle soruşturmaların ve davaların seyrini bile değiştirmeye kalktınız.

Çaldığınız sorularla girdiğiniz sınavlarda yüksek puanlar aldınız ve kim bilir kaç kişinin kul hakkına girdiniz. Ama tabii ya! Hepsi hizmet içindi!

Şimdi tam da bu nedenlerden ötürü; hem sizi bu kadar tehlikelere atıp, hem de sizi ve hizmetinizi küresel güçlerle işbirliği yapmakla satan hocanıza kızın Tayyip'e kızacağınıza.

Sizi kandırıp, saf yerine koyup çocuklarınızı, paranızı, hayallerinizi, ümitlerinizi, gayretlerinizi, dualarınızı "imana hizmet ettiğinizi, Allah rızası için yaptığınızı" söyleyip sizden çalan adama kızın.

Biliyorum çok zor bunu kabullenmek.

Sonuçta yıllarınızı, evlerinizi, bileziklerinizi, hayırlarınızı, zamanınızı, emeğinizi, beklentilerinizi hatta evlatlarınızı feda ettiniz bu hizmet için.

Yazık ki bu zamana kadar yaptığınız hayırlar, şerefsiz yerlere şerefsizliklere kullanıldı !

Bu nedenle kandırılmışlık duygusu size çok ağır geliyor.

Bu nedenle bir türlü o en baş hainin hainliğini görmüyor veya görmek istemiyorsunuz. İnkâr ediyorsunuz.

Bu saatten sonra bu kadar ihaneti duyduktan sonra hala inatla bu kokuşmuş organizmayı savunmaya ve "hizmet hareketi" dediğiniz ama aslı GAVURLARA HİZMET etmek olan oluşuma yardıma devam ederseniz hem bu dünyada hem de ahirette affedilme ve bağışlanma hakkınızı kaybedeceksiniz.

Yeter artık! Bunca yıldır kandırıldığınız yeter!

Siz de vicdanınızın gür sesine kulak verin ve kelime-i şehadet getirerek samimi bir tövbe ile Allah'a dönün !

PKK'yı destekleyen ve HDP'ye oy verilmesini teşvik eden bir organizmada nasıl durabilirsiniz?

Nasıl CHP gibi manevi değerleri hor görmeyi kendine felsefe yapmış bir partiyle kanka olabilirsiniz? Nasıl ?

Erdoğan düşmanlığı sizi kör etmiş !

Sırf Erdoğan'a düşmanlığınızdan ülkenin yok oluşunu temenni eder hale gelmişsiniz.

Artık bir uyanın. Kendinize gelin. Aynaya bakın ve farkına varın durumunuzun.

Banka için cevşen okunmaz !

Gazete için bir ayet olan başörtünün şerefi ayaklar altına alınmaz!

Dershane için isyana kalkışılmaz !

Sırf Tayyip gitsin, hatta ölsün diye gece sabahlara kadar evradlar okunmaz! Okunamaz!


AKTÜEL / MEHMET SAİT KILIÇ


GERÇEKLİĞİ ÇARPITMA SAHASI’ CEMAAT'İN ZİHİN YAPISI : Ne acıdır ki, Cemaat'in militan şakirtleri, bu tür psikolojik kavga taktiklerini iyi biliyor ve tabanındaki insanları kullanarak sizi gerçeğin farklılaştığı bir zemine çekiyor. Çok sofistike ve çok karmaşık bir durumla karşı karşıyayız.





Zaman Gazetesi'ne kayyum atanması sonrası yaşanan arbedede, başından yaralanan başörtülü kadının çoğumuzda yarattığı kırılmayı, iç çatışmayı başkalarının anlaması pek mümkün değil. Yıllarımız, o başörtüsünün serbest kalması için mücadele ile geçmişken, şimdi başından kan akan bir başörtülü kadın fotoğrafı, hepimizi etkiledi. Cemaat'le mücadele bu yüzden zor ve karmaşık. Cemaat de bizim bu duygu kırılmalarımızı kullanıyor şimdi.



Şunu iddia edebilirim, Cemaat, CHP iktidarında böyle bir darbe girişiminde bulunsaydı, Cemaat'e müdahale öylesine sert, acımasız ve öylesine hızlı olurdu ki, bir yıl olmadan her şey biterdi. Ancak durum şimdi biraz farklı.

Cemaat, karşınıza sizin için en kutsal kitabı elinde tutan, gençliğinizin en büyük mücadelesini simgeleyen bir başörtülü kadını dikiyor ve kanunu uygulamanızı engelliyor. Sonra müdahale edince o üzücü fotoğrafla karşılaşıyorsunuz.

Gerçekliği çarpıtma sahası

Ne acıdır ki, Cemaat'in militan şakirtleri, bu tür psikolojik kavga taktiklerini iyi biliyor ve tabanındaki insanları kullanarak sizi gerçeğin farklılaştığı bir zemine çekiyor. Çok sofistike ve çok karmaşık bir durumla karşı karşıyayız.

Bunu en iyi açıklayacak şeyi Apple'ın efsane kurucusu Steve Jobs'unyaşam hikayesinde okudum. Walter Isaacson'un yazdığı biyografisinde, Jobs'un en karmaşık, aynı zamanda en etkili karakteristik özelliğini,“gerçekliği çarpıtma sahası” olarak tanımlıyor arkadaşları.

Bu özelliği şöyle anlatıyorlar: “Gerçekliği çarpıtma sahası, karizmatik bir belagat tarzının, boyun eğmez bir iradenin, her gerçeği hedefe uygun bir şekilde çarpıtma hevesinin şaşırtıcı bir karışımıydı. Jobs'un olduğu yerde gerçek değiştirilebilir. Bir argümanla ikna edemediği zaman, başka bir argümana geçiyordu... İnsanları kandırıp kendi vizyonuna inandırabiliyor. Çünkü o vizyonu benimseyip, içselleştirebiliyor”.

Gerçekleri yer değiştirme, zeminleri kaydırma

Cemaat'in başından beri, 'gerçekleri yer değiştirme' ve 'zeminleri kaydırma' yönetimini uyguladığını görüyorum. Bir gerçeği, bir yalanın önüne perde yaparak, asıl meselenin tartışılmasını engelleme konusunda ustalar maalesef.

Örneğin, başörtülü kızımızın başının kanadığı bir gerçek. Bir gazetenin kapatılması basın özgürlüğüne aykırıdır, bu da bir gerçek. Ancak, bir gazetenin devlete karşı darbe girişiminde odak noktası ve yönlendirme merkezi olması suç, bu asıl gerçek. Başörtülü bir kızın eline Kur'an-ı Kerim vererek, polisin karşısına dikip, hukukun uygulanmasını yasa dışı yöntemlerle engellemek de kötü bir niyet. İşte bu gerçekleri tartışmıyor kimse. Cemaat 'gerçekleri yer değiştirme' taktiğini böyle uyguluyor.

Siz asıl darbe girişimine odak olan gazeteyi tartışmak yerine, onunla yer değiştiren, başka bir gerçeği tartışıp, başka bir zeminde buluyorsunuz kendinizi. İşte buna da 'zeminleri kaydırma' deniyor.

Cemaat tüm gücünü yolsuzluk, rüşvet, usulsüzlük gibi konuların tartışılmasına ve bunu dillendirdiği için Cemaat'e savaş açıldığına inandırmak için harcıyor. Darbe yapılmadığını, usulsüz dinlemelerin olmadığını, devletin kurumlarını ele geçirmek için uğraşmadığını savunmuyor bile. Siz de onun suçlamalarına cevap verirken, asıl konuyu, asıl gerçeği tartışmayacağınız bir alana kayıyorsunuz otomatik olarak.

Bir yalana kendini inandırmak

Cemaat'in neredeyse tüm fertleri, masum eğitim ve yardım faaliyetleriyle uğraşan bir yapı olduklarına sarsılmaz bir şekilde inandırılmış. Bana göre en başta Fethullah Gülen buna inanmış. Bunu da başka bir örnekle açıklayayım.

George Orwell'in, “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” isimli kitabında çok etkilendiğim bir sahne vardır. Toplumu kontrol eden Big Brother, kendisine muhalif olan Winston Smith'i yakalar ve kendi tezlerini kabul etmesi için işkence yapar. Winston dayanamaz ve Big Brother'in 'haklı' olduğunu kabul eder.

Ancak Big Brother, “kabul etmen yetmez, buna bir de inanacaksın” der. Bu çok dehşet verici istek ve ikna yöntemleri sonunda Winston Smith kalemi eline alır ve şöyle yazar: “Özgürlük köleliktir, iki kere iki beş eder, Tanrı iktidardır”. Winston bunları inanarak yazmıştır ve yanlışlığını asla tartışmaz. Big Brother'e sarsılmaz inanç böyle oluşur. İnanç, bilgiden ve akıldan daha güçlü bir kaledir.

Jobs'un kendi ürettiği bir yalana ya da mite, arkadaşlarını ikna etmenin ötesinde, önce kendisi buna sarsılmaz bir şekilde inanır. Onun bu inanılmaz inancı ve iradesi çevresinin de inanmasını sağlar.

Çalışma arkadaşı Andy Hertzfeld şöyle der: “Jobs'un 'gerçekliği çarpıtma sahası' huyunu değiştirmek için çok uğraştık ancak başaramadık. Sonunda vazgeçtik ve onu 'bir doğa kuvveti' olarak kabul ettik, ona inandık”.

YENİ ŞAFAK / Kemal Öztürk








Erdoğan'a Kızmayın! Sizi küresel güçlere maşa yapan Fetullah'a kızın!

Cuma günü Zaman gazetesine Kayyum atandı. Kayyumlar binaya girerken oldukça sıkıntılı bir şekilde polis eşliğinde girdiler.

Gazetenin önünde toplaşan Zaman okurları (!) ajitasyon malzemesi olarak çocukları ve başörtülü ablaları öne sürerek Zaman gazetesinin önünde olay çıkardılar.

Bizim o 28 Şubatta başörtüsüne teferruat diyen, zerre kadar dahi direnmeden, ufacık bir itiraz dahi etmeden yukarılarından gelen bir fetvayla başlarını hemen açı veren 'cemaatçi' ablalarımız Zaman gazetesinin kapanması söz konusu olunca birden gayrete gelmişler.

Mavi Marmara olayında İsrail'e ''Otorite'' diyen,

Çevik Bir'e gönderdiği mektupta bir ayağının altını yalamadığı kalan,

cemaate "Yeter ki girdiğiniz yerlerde kalın, istediğiniz tavizi verebilirsiniz" diyen takkeli dalkavuğun sözleri ile 28 Şubat'ta sus pus olan cemaatçi abla ve abiler,

mesele banka olunca tepki gösterir, sabahlara kadar cevşen okur,

mesele gazete olunca direnip olay çıkarır olmuş.

Sorarlar adama ? Sizin gayretiniz, "Hizmetimiz" dediğiniz; imana, İslamiyet'e ve mukaddesata hizmet etmek değil miydi?

Senelerce bu şekilde kandırmadınız mı bu milleti?

Hatta siz de öyle kandırılmamış mıydınız?

Hatta aklınızı tamamen başınızdan çıkarmak için size eğitim metodu olarak 'itaat et, rahat et' gazeli ezberletilmemiş miydi?

Türkiye'ye, İslamiyet'e ve mukaddes şeylere saldırı olduğu zeminlerde ve zamanlarda susup şimdi ülkemizin üzerinde bin bir tane çirkeflik planlayan gavurların finans kaynağı holdinglerinizi, bankalarınızı ve ihanet planını tezgahlayan gazetenizi kaybedince mi gayrete geldiniz?

Sizin imanınız, mukaddesatınız bu mu? Bunlara mı?

Baş örtüsü emrinden, gavurları dost edinmeyin ayetinden ve Şeair-i İslamiye' ye ait her şeyden daha mı fazla önemli bu kurumlar sizin için?

Bu mu şehamet-i milliyeniz ve imaniyeniz ?

Bu mu İslamiyet adına verdiğiniz sözlere ve kandırdığınız insanlara karşı vefa borcunuz?

En baş abileriniz cemaatin parasını kumarhanelerde yiyip bikinili kadınlarla mavi yolculuklarda köpük banyoları eşliğinde eğlenirken, hoca dediğiniz adamın ismi BBC'de, CNN'de methedilerek yad edilirken, bunca ihanet planı bizzat sizin "Bizden" dedikleriniz tarafından ortaya dökülmüşken nasıl olur da hala inanmazsınız?

Hala nasıl olur da nasıl bir ihanet şebekesinin içinde olduğunuzu fark etmezsiniz?

CHP ile hatta ve hatta tüylerim diken diken olarak söylüyorum ki HDP ile aynı çizgide olduğunuzun, Selahattin için "Aslında cici çocuk ha" dediğinizin, PKK 'ya 'terörist' diyemeyen bir gazeteyi savunduğunuzun,'Olimpiyatlar' adı altında genç kızlara şarkı söyletilen bir ortama gidip alkış tutmayı hizmet yapmak ve 'davanıza hizmet etmek' zannettiğinizin, hizmetin kaynaklarının kiliselere peşkeş çekildiğinin, o ağlayarak izlediğiniz filmlerinizde hristiyanlık propagandası yapılmasının,

emniyet teşkilatına sızmış cemaatçi polislerin "uyuşturucu şebekesini çökerttim" ayağına milyarları ödül olarak almak için uyuşturucu şebekesi kurduğunun, tüm bunların dehşetinin nasıl hala farkında olmazsınız?

Cumhuriyet gazetesi ile aynı manşeti atabilen, aynı zihniyette olan, 'tek çare HDP' diye başlık atabilen, Charlie Hebdo davasında Peygamberimize (S.A.V) hakaret eden bir dergiyi 'basın özgürlüğü'ayağına savunan bir gazete için, nasıl olur da gazete görünümlü böyle bir paçavra için baş örtüsü gibi Şeair-i İslamiye olan bir mukaddesatı ayaklar altına alabilirsiniz?

Her türlü Türkiye düşmanlarına malzeme verebilirsiniz?

Peygamberimiz; "Dindar ulûl emre itaat farzdır" buyurduğu halde, 

ihanetinize alet ettiğiniz ve manasındaki kutsiyeti sadeleştirerek tar ü mar edip, kendi ihanetinize alet ettiğiniz Risale-i Nur'da 'müsbet hareket' emredildiği halde, "hizmet-hizmet" diyerek tutturduğunuz türkünün güya aslı esası İslamiyet olduğu halde siz hangi vicdana sığan kararla Türkiye düşmanlarının ve Müslümanlara karşı savaşanların safında yer alabilirsiniz!

Ne zaman uyanacaksınız?

Ne zaman içinde bulunduğunuz ihanet şebekesinin farkına varacaksınız?

Daha ne olmasını bekliyorsunuz ?

Daha ne kadar fazla kanıt istiyorsunuz?

Bütün Türkiye sevdalılarının size sırt çevirmesi,

Locaefendinizin Tevrat' tan alıntılayıp yaptığı büyü kokan bedduaların sizin cemaatinizin başında patlaması,

yurt dışında ve içinde ne kadar Türkiye'ye düşmanı kişi, grup veya oluşum varsa sizin yanınızda yer alması size hala gerçekleri anlamanız için bir aydınlanma yaşatamadı mı?

AKTÜEL / MEHMET SAİT KILIÇ



Yazıklar Olsun ;

Devlet el koymadan önce Abiler haberi almış, Binayı satmış, İçini boşaltmışlar, herşeyi götürmüşler, Algı operasyonu içinde ablaları kurban etmişler...

Ne diyordu Gülen "Kim paralelse Allah belasını versin.", O zaman paralel değilse, önceden bu gizli operasyonların haberini nasıl alıyorsunuz? O yüzden Allah belanızı verdi...

 Allah bunlara fırsat vermesin.









Türkiye 70 sente muhtaçtı...
Peki siz hiç kimsenin onlara HIRSIZ dediğini duydunuz mu?


Bırakın dev projeleri, Milyonlarca öğrenciye ücretsiz dağıtılan tablet bilgisayarları, Sağlıkta yapılanları, Devlet memurunun maaşını bile ödeyemiyordu, Üstüne 26 banka soyulmuş, 26 bankanın borcuda halkın sırtına yüklenmişti...

Ama kimse HIRSIZ var diye kimse bağırmıyor, Üstüne Demirele BABA, Ecevite temiz siyeset adamı KARAOĞLAN, Kumarhanede burnu kırılan Mesut Yılmaza Avrupayi LİDER diye manşetler atılıyor, Üstüne Gülen Ecevite ŞEFAAT edeceğini bile söylüyordu...









Hem terörü lanetliyorlar hem PKK'lının cenazesine gidiyorlar. Hem Cumhurbaşkanlığı Külliyesini eleştiriyorlar hem de kendileri rezidansı rüşvet olarak alıyorlar.

Hem 'doğayı korumak için ağaçları kesmeyin' diyorlar hem de ağaçlar kesilmesin diye etrafı yakıp yıkıyorlar.

Sence bunlar mantıklı şeyler mi?


SİYASETDE BAŞARISIZLIĞIN MÜEYYİDESİ .


Hukuku çiğnemenin müeyyidesi "Ceza"dır... İlahi inanç sistemlerinde kuralları çiğnemenin müeyyidesi, sonsuz âlemde eziyete mahkûm olmaktır... Ahlak kurallarını çiğneyenlerin müeyyidesi de, toplumdan dışlanmaktır.
Peki demokratik siyasetin kuralları, hangi durumda "Müeyyide" kavramını gündeme getirir?
Bu soruya verilecek en kısa cevap "Başarısızlık" değil midir?

Başarının ölçüsü
Demokrasinin egemen olduğu bir toplumda siyasi partiler seçmenden oy alıp iktidar olmak için vardırlar... Bu partileri yöneten liderler mesajlarını topluma iletip, seçmenleri inandırdıkları oranda başarılı olurlar.
Eğer bir parti seçimlerden sürekli yenik çıkarsa ve hiçbir zaman iktidara aday olamayacağı anlaşılırsa, o parti siyasi kulüp olmaktan öteye bir anlam taşımaz. O partiyi yönetenler de dar bir çevrede, "Dostlar alışverişte görsün" misali sözde siyasi faaliyet sürdürürler.

Lider iyi ama...
Demokratik siyaset sisteminde başarısızlığın müeyyidesi, öncelikle seçim kazanamayacakları anlaşılan liderlerin değiştirilmesi şeklinde belirlenmiştir.
Ama demokratik siyaseti gecikerek benimsemiş ülkelerde, "Lider çok iyi ama çevresi iyi değil" denilerek, ezik liderler başta tutulur ve her yenilgiden sonra bunların çevresi değiştirilir.

Şirket bile batar
Bu model sermayesi bir kişiye ait olan aile şirketleri için belki geçerli olabilir. O şirket başarısız olsa da, son söz sermaye sahibinin olduğu için yöneticiler değiştirilerek sorun unutturulabilir. Gerçi bu yaklaşımın sonu da, o şirketin iflasa sürüklenmesidir. Her aldığı karar yanlış olan bir patron eğer şirketin yönetimini profesyonellere devretmezse, sonunda o şirketin sermayesi kediye yüklenmez mi?
Bir siyasi partinin mülkiyetinin bir kişiye ait olması ise mümkün değildir. Başarısızlığın müeyyidesi, öncelikle lider değiştirilerek ödenir.

Sadece konuşurlar
Ancak Türkiye'de siyasi partilerin yapısı, kanunla da "Değiştirilemez lider" olgusunu yerleşik hale gelmiştir. Bu durumun sonuçlarını siyasi hayatımızda "Sürekli konuşan ama hiç seçim kazanamayan liderler" görüntüsü içinde izlemiyor muyuz?
Kısacası Türkiye siyasetinin en büyük sorunlarından biri de, ezik liderlerini değiştiremeyen ve bu yüzden iktidara alternatif olamayan muhalefet partilerinin varlığı değil midir?

SABAH / Mehmet barlas