31.07.2015

İMAM HUMEYNİ’NİN(RA) DÜNYA KUDÜS GÜNÜ’NÜ İLAN BEYANNAMESİ VE KUDÜS GÜNÜ’NÜN ÖNEMİYLE İLGİLİ KONUŞMALARINDAN BAZI BÖLÜMLER




Dünya Kudüs Günü’nün İlanı

Bismillahirrahmanirrahim
Ben uzun yıllar boyunca gasıp İsrail tehlikesini Müslümanlara hatırlatıp durdum; bugünlerde Filistinli bacı ve kardeşlerimize karşı saldırılarını artırmış durumda. Bilhassa Güney Lübnan’da; Filistinli savaşçıları ortadan kaldırabilmek için evleri teker teker bombalıyorlar. Ben bütün Müslüman devletler ve dünya Müslümanlarından bu gasıp ve destekleyicilerinin ağzının payını verme amacıyla birleşmelerini istiyorum. Keza bütün dünya Müslümanlarına; Filistin halkı için kader belirleyici olabilecek olan ve Kadir günlerinden de sayılan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü “Kudüs Günü” olarak seçip bu günü Müslüman Filistin halkının kanuni haklarını destekleme konusunda dünya Müslümanlarının milletlerarası dayanışma günü olarak belli program ve merasimlerle geçirmeyi öneriyorum. Allah Teâlâ’dan Müslümanları küfür ehline galip kılmasını dilerim.
Ruhullah el Musavi el Humeyni

Kudüs Günü: Müslümanların Müstekbirlere Karşı Direniş Günü


Kudüs günü cihanşümul bir gündür, sırf Kudüs’e münhasır bir gün değildir; mustazafların müstekbirlere karşı direniş ve başkaldırı günüdür de aynı zamanda. Amerika ve diğerlerinin zulüm baskıları altında bulunan milletlerin bu zulme karşılık verme günüdür. Süper güçlere karşı… Mustazafların müstekbirlere karşı hazırlanıp teçhizatlanmaları ve onların burunlarını yere sürmeleri gereken gündür, münafıklarla gerçek dindarlar arasında fark gözetileceği gündür. Gerçek dindarlar bu günü Kudüs günü bilir ve bu cihette gerekeni yaparlar; Münafıklarsa, yani perde gerisinde süper güçlerle anlaşıp İsrail’le dostluk kuran yöneticilerse bugüne karşı ya kayıtsız kalırlar, ya da milletlerin gösteri ve protestoda bulunmalarını engellerler. Kudüs günü, mustaz’af milletin kaderinin belirlenmesi gereken gündür. Bugün mustaz’af milletler müstekbirlere karşı varlıklarını ilan etmelidirler; İran’ın kıyam edip müstekbirlerin burnunu sürtmesi gibi bütün milletler kıyam etmeli ve bu fesat tümörünü çöplüğe atmalıdırlar. Kudüs günü entrikacılarının durumlarının aşikâr olması gereken bir gündür; Mustaz’afları müstekbirlerin pençesinden kurtarmamız gereken gündür, dünya Müslümanlarının sahnede varlığını görmemiz gereken gündür. Bütün müstekbirlere, mustaz’afları rahat bırakmaları ve çekilip yerlerine oturmaları için ihtarda bulunulması gereken gündür. Bütün İslam ülkelerinden onların elinin kesilmesi gerekir; İslam ülkelerinden bütün satılmış uşak ve piyonları sahne dışı bırakılmalıdır. Kudüs günü, böyle bir gündür işte; İslam milletlerini sahne dışı bırakıp süper güçleri sahneye çıkarmak isteyen şeytanlara bunu anlatır. Kudüs günü onların bütün emellerini boşa çıkaracak ve eski günlerin artık geçtiğini ihtar edecek bir gündür.

Kudüs günü İslam günüdür; İslam’ın ihya edilmesi, ona yeniden canlılık kazandırılması gereken gündür; İslam’ı ihya edelim, İslam kanun ve hükümlerinin İslam ülkelerinde uygulanmasını sağlayalım. Kudüs günü bütün süper güçlere ihtarda bulunarak “bundan böyle İslam, habis piyonlarınız aracılığıyla sizin tasallutunuzda olmayacaktır artık!” dememiz gereken gündür. Kudüs günü İslam’ın hayat günüdür, Müslümanlar akıllarını başlarına devşirmeli ve sahip oldukları onca maddi ve manevi güç ve servetlerin farkına varmalıdırlar. Müslümanlar 1 milyarı -aşan- bir nüfusa sahipler, Allah gibi bir dayanakları, İslam gibi, iman gibi bir dayanakları var, neden korksunlar ki?! Dünyadaki devletler şunu bilmelidirler: İslam yenilmezdir! İslam ve Kur’an hükümleri bütün ülkelere hükmetmeli, galip olmalıdır, din, ilahi bir din olmalıdır; İslam Allah’ın dinidir ve bütün beldelerde ilerlemelidir. Kudüs günü böyle bir konunun ilanıdır işte; “Müslümanlar ileri!” diye haykırarak bunu ilan etmektedir. Bütün dünyada ilerlemek yani… Kudüs günü sadece Filistin günü değildir, İslam günüdür -aynı zamanda- İslam devleti günüdür, İslam cumhuriyeti bayrağının bütün ülkelerde dalgalanması gereken gündür. İslam ülkelerinde artık ilerleyemeyeceklerini süper güçlere anlatma günüdür.


Ben Kudüs günü’nü İslam ve Hz. Resul-ü Ekrem -sav- günü biliyorum. Bütün güçlerimizi hazır hale getirmemiz ve Müslümanları itildikleri inzivadan çıkarak bütün güçleriyle harekete geçip ecnebilerin karşısına dikilmeleri gereken gündür. Biz olanca gücümüzle ecnebilerin karşısına dikilmişiz ve başkalarının bizim ülkemize karışmasına izin vermeyeceğiz; Müslümanlar, başkalarının gelip onların ülkesine karışmasına müsaade etmemelidirler. Kudüs günü milletler ihanette bulunan devletlere ihtarda bulunmalıdır! Kimlerin ve hangi rejimlerin uluslararası komplocularla işbirliğinde bulunup İslam’a karşı olduğunu anlayacağımız gündür bu! Bugüne katılmayanlar İslam’a karşı ve İsrail’den yanadırlar; katılanlar ise dindar, ahdine sadık ve İslam’dan yana ve Amerika’yla İsrail’in başını çektiği İslam düşmanlarına karşıdırlar. Hakk’ın batıla üst geldiği, hakkın batıldan ayrıldığı gündür.
Allah Tebareke ve Teâlâ’dan İslam’ı bütün kesimlere ve mustaz’afları müstekbirlere üstün kılmasını dilerim. Aynı şekilde Allah Tebarek ve Teâlâ’dan dileğim Filistin ve dünyanın neresinde bulunursa bulunsun bütün kardeşlerimizi müstekbirler ve yağmacıların elinden kurtarmasıdır.

Kudüs Günü Canlı Tutulsun

Beyler dikkat etmeli, bütün Müslümanlar dikkat etmelidir buna: Kudüs günü bütün Müslüman milletlerin dikkat edip ilgi göstermesi ve canlı tutması gereken bir gündür. Eğer bütün Müslüman milletler hep birlikte seslenip gürültü koparacak olursa, mübarek Ramazan ayının son Cuması olan Kudüs gününde bütün milletler hep birlikte kıyam ederlerse, şu bildiğimiz gösteri ve yürüyüşleri yapacak olurlarsa, bu girişim, bu fesatçıların önünü almamız ve İslam beldelerinden bunların kökünü kazımamız için -iyi- bir başlangıç olur inşaallah. Gevşek davranıyoruz hep… Müslümanlar hep gevşek davranıyorlar… Milletler tarafsız kalıyorlar, çok az gösteride bulunuyor, bu hususlar için çok az harekete geçip çok az kıyam ediyorlar… Şundan emin olunuz ki gevşek davranmanız halinde bunlar -siyonist İsrailliler- Fırat’a kadar ilerleyeceklerdir; bütün oraların kendilerine ait olduğunu söylüyorlar -görmüyor musunuz?- Bunların karşısına güçlü ve kararlı bir şekilde dikilmeniz gerekir; eğer Müslümanlar, Müslüman milletler bunların karşısına dikilir, ama başlarındaki devletler bunu engellemek isterse ağızlarının payını verip yumruğu vurun! İran -milleti-Muhammed Rıza’nın -şah- ağzına nasıl yumruğu yapıştırdıysa -siz de öyle yapın- Muhammed Rıza İslam ülkelerinin başındaki devletler arasında en güçlü olanıydı, hepsinden fazla desteğe sahipti; ama bizim milletimiz kıyam etti ve İslamı istedi, Allah-u Ekber feryadıyla bu gücü -şahı- ortadan kaldırdı. Diğer güçler -için de durum- aynıdır. Nitekim bütün güçler sonuna kadar el ele verseler böyle bir millete hiçbir şey yapamazlar.

İnşaallah Kudüs’te Namaz Kılarız!


İnşallah Allah Teâlâ bir gün Kudüs’te namaz kılmaya muvaffak eder bizi! Umarım Müslümanlar Kudüs gününü büyük bilir -gereken önemi verirler- ve mübarek Ramazan ayının son Cuma’sı olan Dünya Kudüs gününde gösteri ve programlar düzenlerler, camilerde programlar düzenleyip feryatlarıyla ses getirir, ortalığı çınlatırlar. Bir milyarlık bir cemiyet ortalığı bir çınlattı mı İsrail neye uğradığını şaşırır, bizzat bu feryatlardan korkar. Bugün bir milyarı aşkın sayıda bulunan Müslümanlar -Kudüs günü- evlerinden çıkıp sokaklara dökülerek “Amerika’ya ölüm!”, “İsrail’e ölüm!”, “Sovyetler’e ölüm!” diye haykıracak olurlarsa bizzat bu “ölüm” feryatları onlara ölüm getirecektir. Bir milyar nüfus… Bunca yeraltı ve yerüstü zenginliğine sahip… Bütün devletler sizin zenginliğinize muhtaçtırlar; bu yüzdendir ki sizi daima birbirinize düşürmek, aranızda ihtilaflar yaratıp siz bu ihtilaflarla uğraşırken varınızı-yoğunuzu yağmalamak, sonra da “kimse sesini çıkarmasın” demek istiyorlar!

Kudüs Günü Herkes Haykırırsa Zafer Kazanılır


Eğer Kudüs günü bütün milletler kıyam edip haykırsalardı o ahmak devlet onların haykırmasına engel olamazdı -ama ne yazık ki herkes değil- sadece az bir grup kıyam ediyor… Eğer Kudüs günü bütün Müslüman ülkelerin insanları hep birlikte kıyam ve feryat etselerdi, sırf Kudüs değil, bütün İslam ülkelerinde zaferi kazanırlar. Biz haykırıp feryat ederek Muhammed Rıza’yı -şahı İran’dan- kovduk. Biz onu tüfekle mi kovduk sanıyorsunuz? Bağırarak, feryat ederek Allah-u Ekber’lerle! Beyinlerine o kadar Allah-u Ekber balyozu çarptı ki neye uğradıklarını şaşırıp dehşetle kaçtılar bu memleketten. Müslümanlar feryat etmeli, bağırmalıdırlar; slogan ve bağırıp çağırmanın yararsız olacağı sanılmasın; hayır, slogan yararlıdır; ama herkes hep birlikte haykırırsa tabi. Benim tek başıma bağırmam hiçbir şey değildir. Bir mahalle veya bir şehrin bağırması da pek bir şey değildir. Bakınız; İran’da yükselen feryatlar Tahran, Kum veya Ahvaz şehirlerine münhasır değildir; bilâkis; bir bakarsınız İslam İnkılâbı -devrim- muhafızları millete “falan gece evlerinizin damına çıkıp tekbir getirin” der, herkes itaat eder.

Kudüs’te Vahdet Namazı


İnşallah bir gün bütün Müslümanlar yekdiğeriyle kardeş olacak ve bütün İslam ülkelerindeki hastalıklı kökler kazınıp temizlenecek ve İsrail -adlı- bu hastalıklı kök; Mescid’ul Aksa ve İslami ülkemizden sökülüp atılacak ve hep birlikte Kudüs’e gidip orada vahdet namazı kılacağız inşallah.

Politik Oyunları Bir Kenara Bırakmak ve Gücünü İmandan Alan Makineli Tüfekleri Kullanmak Gerekir!


Mübarek Ramazan’ın son Cuma’sı Kudüs günüdür ve Ramazan’ın son on günü büyük bir ihtimalle Kadir gecesidir. İhyasının sünnetullah olduğu bir gece… Kadri ve kıymeti, münafıkların bin ayından üstündür bu gecenin; kulların mukadderatının temellerinin atıldığı gece… Kadir gecesiyle komşu olan Kudüs günü Müslümanlar tarafından önemle ihya edilmeli, onların uyanma ve bilinçlenmelerine yol açmalı ve tarih boyunca; bilhassa son yüzyıllarda yakalandıkları gafletten silkinmelerini sağlamalıdır ki bu bilinç ve uyanış günü dünya münafıkları ve süper güçlerinin onlarca yılından daha üstün olsun ve dünya Müslümanları kendi kaderlerini kendi güçlü elleriyle hazırlayabilsinler… Kadir gecesi Müslümanlar Allah’a yalvarıp bütün geceyi dua ve ibadetle geçirerek Allah Teâlâ’dan gayrisine -ki bunlar insanlarla cinlerden müteşekkil şeytanlardır- kul olmaktan kurtulur ve Allah’a kulluk şerefine erişirler. Keza Şehrullah-ı A’zam’ın -mübarek Ramazan ayı- son günleri olan Kudüs gününde dünya Müslümanlarının süper güçlerle büyük şeytanların kulluk ve esaretinden kurtulup Allah’ın sınırsız kudretine katılmaları ve tarihin canilerinin elini mustaz’afların ülkelerinden keserek iştahlarını kursaklarında bırakmaları gerekir.


Ey dünya Müslümanları! Ey dünya mustaz’afları! Kalkın, harekete geçin ve mukadderatınızı kendi ellerinize alın. Ne zamana kadar oturup kaderinizi Washington veya Moskova’nın tayin etmesini bekleyeceksiniz böyle?! Sizin Kudüs’ünüz ne zamana kadar Amerika’nın artıklarının, gasıp İsrail’in çizmeleri altında ezilecek daha?! Kudüs, Filistin ve bu beldelerin mazlum Müslümanları daha ne zamana kadar canilerin egemenliği altında inleyecek ve sizler oturup seyredecek, başınızdaki kimi hain idareciler de onlara ateş koşturacak böyle?! Dünyadaki 1 milyarı aşkın Müslüman ve yüz milyonu aşkın Arap; sahip oldukları onca geniş ülkeler ve türlü sınırsız zenginliklere rağmen doğuyla batının çapulculukları ve onlarla onlara uşaklık eden artıklarının insanlık dışı cinayet ve katliamlarına daha ne kadar seyirci kalacak?! Afganistan ve Filistin’deki kardeşlerinin vahşice katliam edilmesine daha ne kadar susacak ve onların yardım isteyen seslerine ne zaman cevap verecek?! İslam düşmanlarına karşı durup Kudüs’ün kurtulması için askeri ve ilahi güçten, ateşli silah gücünden yararlanmak yerine daha ne zamana kadar politik oyunlar ve süper güçlerle uzlaşma yollarına giderek zaman öldürüp İsrail’e yeni cinayetler işleme fırsatı kazandıracak ve katliamlara şahit olacak böyle?!


Milletlerin başlarındakiler güçlü politikacılar ve tarihin canileriyle yapılan siyasi görüşme ve müzakerelerin Kudüs ve Filistin’i kurtarmayacağını, bilakis, cinayet ve zulümlerin günden güne artacağını görmediler mi ve bilmiyorlar mı?! Kudüs’ün kurtulması için İslam ve iman gücüne dayalı makineli tüfeklerden faydalanmak ve süper güçlerin fincancı katırlarını ürkütmemeye çalışma ve uzlaşma kokusu veren siyasi oyunları bir kenara bırakmak gerekir artık.

Müslüman milletler politik oyunlarla vakit geçirmeye çalışanları cezalandırmalı ve mazlum millet için zarar ve ziyandan başka netice vermeyecek olan siyasi oyunlara gelmemelidirler. Doğu ve batının yapmacık mitolojileri daha ne zamana kadar güçlü Müslümanları büyülemeye devam edecek ve içi kof propaganda borazanlarından korkacaklar böyle?! Bugün İran; ecnebi borazanlarıyla Amerika, Siyonizm ve inkılâptan şamar yiyenlerin onca propaganda araçlarına rağmen nihaî yapılanmaya doğru ilerlemektedir ki bu; İslami güçlerini bulmaları ve doğu, batı ve bunların artıkları olan bağımlı uşaklarının yaygaralarından çekinmeyerek Allah Teâlâ’ya güven ve İslam ve iman gücüne imanla harekete geçerek canilerin elini ülkelerinden kesmeleri ve değerli Kudüs’le Filistin’in kurtuluşunu birincil amaç edinerek Amerika’nın iğrenç artığı “siyonist sultası”na boyun eğme alçaklığından kurtulup Kudüs gününü canlı tutma yolunda İslam ülkeleri ve dünya mustazafları için -iyi bir- örnektir… Umarım bugünü canlı tutmak suretiyle kayıtsızlık ve gafletler giderilir ve değerli milletlerin kıyamıyla; Müslümanlar ve İslam’a rağmen İsrail’le el ele verip Amerika’nın emirlerini bekleyerek Müslümanların maslahatlarının aleyhine olan bu tavırla utanç ve cinayet dolu yaşamlarını sürdüren baştaki bazı hainler sahneden uzaklaştırılarak tarihin mezarlığına gömülürler. İsrail’le Saddam vb uşaklarının İslam’a karşı açtığı savaşta küffarın yanında yer alarak İslam’a ve Müslümanlara darbe vuran gasıp yöneticiler İslam -ve iktidar- sahnesinden uzaklaştırılmalı ve Müslümanlara hükmetme kanunundan dışlanmalıdırlar.

Kudüs Günü Mustaz’aflar Günü


İslami vahdet ve ilahi birlik sayesinde bugün bir tek safta birleşen İran millet, devlet, meclis, ordu ve diğer silahlı kuvvetleri insan haklarına tecavüzde bulunan her şeytanî güce karşı durarak mazlumları savunmaya ve Kudüs’le Filistin tekrar Müslümanlara dönünceye kadar aziz Filistin ve Kudüs’ü desteklemeye kararlıdırlar. Dünya Müslümanları Kudüs gününü dünyadaki bütün Müslümanların, hatta dünya mustaz’aflarının günü olarak kabul etmeli ve o hassas noktadan hareketle müstekbirler ve dünyayı sömüren yamyamların karşısına dikilerek mazlumları müstekbirlerin zulümlerinden kurtarıncaya kadar mücadeleden vazgeçmemelidirler.

Kudüs Gününde Milletlere Düşen Vazife


Kudüs günü ve insanlık tarihinin büyük insanının şehadet yıldönümünün eşiğinde bulunduğumuz şu sıralarda milletlere düşen vazife; gösteri, yürüyüş ve programlar düzenleyip başlarındaki devletleri ciddi olarak petrol ve silah gücüyle Amerika ve İsrail’in karşısına dikmeye çağırmalı ve bunu kabul etmemeleri halinde; bugün bütün bölgeyi, hatta Haremeyn-i Şerifeyn’i tehdit eden ve gerçek emelleri artık tamamen anlaşılmış bulunan İsrail’i onaylamaları halinde toplu grev, tehdit ve -türlü- baskılarla onları -ABD ve İsrail’e karşı- tavır almaya zorlamaktır. İslam ve onun mukaddes mekanları tecavüz tehdidi altındayken hiçbir Müslüman birey buna kayıtsız kalamaz. Bugün İsrail Müslüman beldelere karşı geniş bir saldırıya geçip hiçbir sığınağı olmayan savunmasız Müslümanları kanlı bir şekilde katletmekle meşgulken bölgedeki devletler tam anlamıyla manasızlık ve uzlaşmacılıktan başka bir şey yapmamakta… Daha da üzücü olanı, İsrail’in elinden Amerika’ya, yani asıl caniye sığınıyor ve gerçekte yılandan kaçıp ejderhanın kucağına atılıyor ve onlara karşı çıkabilecek gerekli şeylere sahip oldukları halde bir çift sert laf söylemeye veya tehditte bulunmaya yanaşmıyorlar… Bu durumda herkes yok olmaya ve hayatı boyunca her nevi alçaklık ve zillete katlanmaya hazırlanmalıdır!…


HÂLÂ DERS ALIP AKILLANMAYACAK MIYIZ : Hâlâ hepimizi yakmayı ve yok etmeyi Planlayan Şer Odakları ve uşaklarının oyunlarını görmeyecek miyiz!?


Devamlı, terörist ve eşkıya çıkaran ve madde bağımlısı sarhoş, eroinman, ahlaksız, saygısız, namazsız ve korkak nesil üreten bu çarpık rejim bataklığını ne zaman kurutmaya başlayacağız?!

Sadece öldürerek terörün önlenemeyeceği gerçeğini artık anlayıp, aşağıdaki acil tedbirleri ne zaman alacağız?!

Bunun için; Okullarımıza, “Ahirete hazırlık” “Şehadet” ve “İdareci seçme ve seçilme” derslerini acilen okutmalıyız!

Çocuklarımızı yetiştirilsinler diye teslim ettiğimiz öğretmenlerimizi sadece kura ile almak yanlışlığını bırakıp, adayları mutlaka sözlü imtihan ve mülakattan da geçirmeliyiz!

Anadolu topraklarında yaşayan Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlarımızın dini günlerinde tatil olan cumartesi-pazar gibi; Haftalık bayramımız olan Cuma Gününü de talebelerimize ve tüm çalışanlara en az 4 saat tatil etmeliyiz!

Avrupa’da olduğu gibi talebelerin Din Derslerini camilerde tatbikatla öğretilmesine başlamalıyız!

Tercihe bırakılan Ana Hayat Yasamız Kur’an-ı Kerim, Siyer ve ahlak derslerini tercihe değil, tedrisata aslen dahil etmeliyiz.

F16’ların bombardımanıyla sonucunun ne olduğunu kestiremediğimiz cezalandırma yöntemi bir yana, Allah’ın (cc) Devlet’e görev olarak verdiği,“Millet ve devletle savaşan, kamu düzenini bozmaya çalışan, halka ve devlet görevlisine silah sıkarak, bomba patlatarak katleden terörist eşkıyanın ayağını ve kolunu çaprazlama kesin! Veya İdam edin” Ayetininin iniş sebeplerinin hikmetlerini anlamaya bu hikmetlerden uygulama noktasında dersler çıkarmaya çalışmalıyız.

“Osmanlı’da Fizan, Türkiye’de Van” misali, Doğu Vilayetlerini memurun sürgün yeri olmaktan kurtarmalıyız!

En ehil, emin ve sadık Valileri, Müftüleri, Kaymakamları, Komutanları, Savcı ve Hakimleri, Öğretmenleri ve Müdürlerimizi Doğu Vilayetlerimize acilen atamalıyız!

Hayvan üretimine ayrılan karşılıksız krediler gibi ahlaklı imanlı insan yetiştirilmesine de eğitim teşvik kredilerini vermeliyiz!

Milli STK ve Milli Vakıflarımızın Okul-yurt vs. Eğitim seferberliğine Maddi ve Hukuki desteği daha da artırmalıyız!

İşte çözüm!

İşte ilaç!

İşte İkaz!

Allah’a güven, Sa’ya sarıl...

Tedbir bizden Takdir Allah’tan (cc)!

“Allahım! Dinimiz, Vatanımız, Namus, Can ve Mallarımız için nöbette olan Askerlerimizi, Polislerimizi ve tüm Vatandaşlarımızı muhafaza eyle!”

“Allahım! Siyonist ve Emperyalist Devletlerin ve onların içimizdeki maşalarının planlarını Planınla imha eyle! Ülkemizi Onlara karşı güçlü kıl!”

“Allahım! Her türlü terörizmden ve teröristlerin şerrinden Dinimizi, Vatanımızı, Mal ve Canlarımızı, Nesillerimizi ve Namuslarımızı muhafaza etmek için çalışanlara daim yardım eyle!”

Dualarımızla Şehidlerimizin ruhları şâd, Makamları Cennet olsun.

Ülkemizin ve Milletimizin Başı daim sağ olsun!




YENİ AKİT / Şevki Yılmaz

21.07.2015

GDO + Yapay virüs ve hastalıklar 'Gıdayı kontrol edersen, insanları kontrol edersin'




2. Dünya savaşından bir süre önce bir aile, diğerlerine göre daha fazla öne çıkmıştır. Bu ailenin serveti, uğruna kan dökülen ve savaşılan "kara altın petrol"e dayanıyordu. Bu aile ile ilgili olağan dışı olan ise, ailenin sadece petrole değil, başka alanlarda da yatırım yapmaya karar vermesi olmuştur. Psikoloji, tıp, gençlerin eğitimi, tarım, biyoloji, ve biyolojinin tarımsal uygulamalarına yatırım yapmışlardır. Çoğu kişinin fark etmediği devasa bir büyüme ve gelişme göstermişler, servetlerini de o ölçüde büyütmüşlerdir.

Bu Çalışmanın Amacı: GDO

Bu kitapta ele alınan ana konu olan "genetiği değiştirilmiş organizmalar"; ya da GDO'nun tarihi, dönemin güçlü ailelerinden olan Rockefeller ailesinin (David, Nelson, John ve Laurance) tarihiyle paralellik göstermektedir. Savaşın Amerikan zaferiyle bitmesiyle başlayan 30 yıllık güç evrimine bu insanlar yön vermiştir. Gücün tamamı ellerindedir. Ancak işin maliyeti, tüm dünyayı etkilemiştir.


Kalıtım Mühendisliği ile bitki ve diğer canlı organizmaların patentlenmesi tarihinin anlaşılabilmesi için, 2. Dünya savaşını takip eden yıllardaki Amerikan gücünün, dünyada nasıl yayıldığına bakmak gerekir.
George Kennan, Henry Luce, Averell Harriman ve hepsinden önce Rockefeller kardeşlerin tarım sektöründe başlattığı "yeşil devrim" sayesinde, Petro-Kimyasal Gübre, petrol ve enerji ürünlerine bağımlılık arttı.

Yüz yılın başında gerçekleşen 4 çok uluslu dev şirket birleşerek, dünya üzerinde çoğu insanın temel besinlerinin; pirinç, soya fasulyesi, buğday, mısır ve hatta bazı sebze ve meyveler ile pamuğun kontrolünü ellerine geçirdiler. Hastalığa dayanıklı kümes ürünleri, genetiği değiştirilmiş domuz ve sığır üretimi için çaba sarf etmişlerdir. Dört özel şirketin üçünün, Pentagon'la kimyasal savaş araştırmaları konusunda sıkı bağları vardı.

"Amaçları: Mutlak Dünya Hakimiyeti Kurmaktır"

Mayıs 2003'de Bağdat'taki acımasız Amerikan bombardımanının dumanı dağıldığında, ABD başkanı, GDO projesini stratejik bir konu haline getirdi. ABD'nin savaş sonrası öncelikli dış politika gündemini oluşturdu. Dünya'nın ikinci en büyük tarım üreticisi konumunda bulunan AB, bu küresel planın önünde zorlu bir engel teşkil etmekteydi.

Her ne kadar Almanya, Fransa, Yunanistan ve Avusturya gibi AB ülkeleri, diğer dünya uluslarına benzer şekilde GDO ekimine, sağlık ve bilimsel nedenlerle karşı çıksalarda, 2006 yılı başlarında Dünya Ticaret Örgütü (WTO), AB'nin toplu GDO üretimi için kapılarını açmaya zorladı.


ABD ve İngiliz ordularının, Irak'ı işgaliyle birlikte Washington, bu ülkeye genetiği değiştirilmiş tohumları, ABD Tarım Bakanlığı'nın bir cömertliği olarak göndermeye karar verdi. Rockefeller ailesinin İlk büyük çaplı deneyi, 90'ların başında yolsuzlukla başı dertte olan Arjantin'de gerçekleşmiştir..


Tarımsal verimlilik ve Dünya'nın yiyecek sorunlarını çözme adı altında işlenen bu suçlar, bu küçük zümrenin amaçları doğrultusunda önemsizdir. Yapılan bunca şeyin hedefinde sadece para ve kar yoktur. Nihayetinde bu güçlü aileler, kimlerin merkez bankalarının başlarında duracağına karar verirler. Para, onların yaratmaları ya da yok etmeleri için bir araçtır.


Amaçları, daha önceki despot ve diktatörlerin hayal ettikleri gibi "mutlak dünya hakimiyeti"dir. Kontrol edilmezlerse, 10-20 yıl içerisinde bu hedeflerine ulaşmaları işten bile değil. Bu sebeple bu gerçeğin duyurulması ve herkes tarafından bilinmesi, büyük önem arz etmektedir..

Erken GDO Araştırmaları ve Baba Bush

İlk GDO düzenlemeleri Reagan'ın idaresinde başlatıldı ve DNA ve RNA araştırmalarında, ABD zaten bir numaraydı. Bu dönem de hükümet biyo-teknoloji ve tarım işlerinde aşırı bir partizanlık gösterdi.




Sağlık ve güvenlikten sorumlu pek çok hükümet mercii görevlerinde başarısızdı. ABD'deki ilk GDO ürünü piyasaya sürüldüğü zaman Reagan idaresi, kapılarını, kalıtım güdümleme (hileli yönetimle) ilgilenen Monsanto ve diğer özel şirketlere açmaya hazırlanıyordu. Bu konunun kilit ismi sonradan başkan seçilecek olan eski CIA başkanı George Bush'du. 

"Monsanto" ve "Özde Denklik" Dolandırıcılığı

1986'da Bush, Monsanto şirketinin yöneticileriyle Beyaz Saray'da stratejik bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Eski Tarım Bakanlığı görevlisi Claire Hope Cummings'e göre gazetelere yansımayan bu toplantının amacı, ortaya çıkmakta olan biyo-teknoloji endüstrisinin "denetimsizleştirilmesi" idi. Monsanto'nun daha önceleri de hükümetle ilişkileri olmuş, Vietnam savaşı sırasında Turuncu Madde isimli ölümcül bir bitki ilacı üretilmişti. Ayrıca uzun bir rüşvet, dolandırıcılık ve örtbas sicili bulunmaktaydı.

Dr. Pribly o zaman Ulusal Gıda ve İlaç İdaresinde (FDA) çalışan 17 hükümet bilim adamından biriydi ve çalışmalarından biliyordu ki, bir bitki hücresine yeni bir gen yerleştirildiğinde istemeden de olsa, yeni zehirler (toksin) ortaya çıkabiliyordu. 1992'de Bush, Pandora'nın kutusu (GDO) açmaya hazırdı. Başkan GDO gıdalarının diğer sıradan bitkilerle (mısır, soya fasulyesi, pirinç ve pamuk) "özde denk" olduğunu bildirdi. "Özde denk" olan bir gıda için, hormon veya zehir testleri yapmaya ne gerek vardı? Birçok konuda hükümetin düzenleyici kurumları, yeni ürünün zararlı olmadığına hükmederek, sadece gerekli bilgileri onlardan temin ettiler ve bu kurumlar asla dev şirketlerin üstüne gitmediler.


GDO Projesine Düşen Bomba

110 günden fazla bir süre GDO'lu patateslerle beslenen farelerde, gözle görülür bir farklılık oluşmaya başladı. Aynı deneyde, normal patatesle beslenen farelere göre daha küçük ve kilo olarak da daha zayıflardı. Asıl dehşet verici durum deneklerin, kalp, beyin ve ciğerlerinin de küçük olmasının yanı sıra bağışıklık sistemlerinin de zayıflamış olmasıydı. Pusztai, bu durum karşısında çok tedirgin olmasına rağmen, TV'de yayınlanan bir program öncesi son verileri açıklamadı. Daha sonradan yaptığı açıklamada, halkı paniğe sevk etmek istemediğini belirtti.


Clinton, Blair ve "Politik Bilim"

Pustzai'in bulguları, karanlıkta kalmış gerçekleri su yüzüne çıkardı. Rowett'teki eski iş arkadaşları, Pusztai'nin, James tarafından susturulma emrinin, Başbakan Blair'dan geldiğini bildiklerini söylediler. Blair, ne pahasına olursa olsun Pusztai'nin susturulması emrini vermişti. Blair'e de bu komut, ABD Başkanı Clinton'dan gelmişti. James de, işini ve kuruluşun alacağı mali desteği kaybetmemek için, eski meslektaşını bir kalemde siliverdi.

Orskov'un elindeki bilgi bomba niteliğindeydi. Demek ki gizli bir şirketin menfaatleri, Amerikan ve İngiltere Başkanı'nı seferber edebiliyordu. "Monsanto"nun bir telefonu, dünyanın önde gelen bilim adamlarının saygınlığını yok edebiliyordu. Bu GDO'nun, dünyada hızla yayılmasına önayak olabileceği gibi, bilimin, gelecekteki bağımsızlığına ve akademik özgürlüğüne gölge düşürebilirdi.

Kurnaz Rockefeller

ABD Başkanı olabilmek için yanıp tutuşan eski New York valisi Nelson Rockefeller, o dönemin güç oyunlarında en belirleyici figürlerden biriydi. Nelson Rockefeller, kardeşleri David, Laurance, Winthorp ve John'la birlikte pek çok vakıf ve vergiden muaf dernek yönetiyordu. Ekonomik buhranın etkili olduğu 70'li yılların başlarında, bazı nüfuzlu ailelerdeki belli kişiler, ABD'nin küresel politikalarında önemli değişiklikler yapmasına karar vermişlerdi. Rockefeller ailesinde politika ve iş dünyasında en ayrıcalıklı kişiler, David ve Nelson Rockefeller'dı. Ailenin güç merkezleri de, 1. Dünya savaşı sonrası New York Belediye Meclisi Dış İlişkiler Konseyiydi.


Rockefeller, ABD güç merkezini oluşturmaktaydılar. Aile ve aileye bağlı pek çok vakıf, Amerikan tarihi boyunca yönetim, eğitim ve özel sektörde başka bir ailenin olmadığı kadar hâkim olmuştu. Dışişleri Bakanı Kissinger, aile tarafından seçilmiş ve himaye altına alınmış, 1950'lerin sonunda Rockefeller Vakfı'nda çalışmaya başlamıştı.

Brezinski ve "Üçlü Komisyon"(TC)

Bu yeni ve üst düzey teşkilatın düşünce yapısı, konseyinkiyle çok benzemekteydi. Yalnızca Avrupa'nın politik elitini değil, David Rockefeller ve Maine'den komşusu Zbigniew Brezinski arasındaki konuşmaların sonucu, artık Japonları da bünyesinde bulundurmaktaydı. Brezinski, Columbia Üniversitesinde Rus Çalışmaları Merkezinde profesörken, Rockefeller vakıflarından yüklüce bağış alıyordu.

Brezinskiçok yakın bir zamanda yazdığı kitabında, kapalı kapılar ardında yapılacak toplantılarla, Amerikan şirket ve bankalarının, Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya'daki elit iş çevreleri ile birleşmesini öneriyordu.

Brzezinski, David Rockefeller tarafından "Üçlü Komisyon"un başına getirilmişti. Bu komisyon Rockefeller'ın iş ortakları olan birçok uluslararası elitin, finansal ve ekonomik olarak bağlantılı olduğu, politik ağırlıklı eşsiz bir şebekeydi. Amaçları, Rockefellerlar'ın tasarladığı, yine bir komisyon üyesi olan George H.W. Bush'un sonradan söylediği gibi "Yeni Dünya Düzeni"ni kurmaktı. Bunu da 90'lardan itibaren "küreselleşme" diye adlandırdığımız yöntemle yapmaya başladılar.

Bu konudaki ilk makale, Harvard profesörlerinden Samuel Huntington tarafından "Medeniyetler Çatışması" isimli kitapla kaleme alındı. Bush yönetimi, teröre karşı açtığı savaşları hep bu Medeniyetler Çatışması kitabına dayandırmıştı. 1975'te Huntington'un kullandığı başlık "Demokrasi Kriz"iydi.
Huntington uyarmaya devam etti:

" Verimli bir demokratik siyasi sistem, genellikle bazı birey ve gruplara karşı duyarsızlığı ve karışmamayı gerektirir. Gizlilik ve hile, hükümetin kaçınılmaz özelliğidir."

Kissinger ve Gıda Politikaları

1973'de Kissinger, ABD'nin tüm dış politika kontrolünü kendi eline almak için girişimlerine başladı. Hem Dışişleri Bakanı hem de Başbakan'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak Kissinger "gıda"yı, petrol jeo-politikasıyla beraber en ön sıraya koydu. Bu, gerçek durumu, yani artık Amerikan tarım endüstrisinin aile işi olmaktan çıkıp, küresel şirket tarımcılığına dönüşümünü örtmeye çalışan bir kılıftı. Kissinger o dönemde bir gazeteciye, "dünya hâkimiyeti" konusunda şu görürüşü ortaya koymuştu:

"Petrolü kontrol edersen, ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen, insanları kontrol edersin."

1974'de Birleşmiş Milletler, Roma'da büyük bir Gıda Konferansı düzenledi. Roma konferansında ABD'nin liderliğinde iki ana tema tartışıldı. Bunlardan birincisi, dünya gıda kıtlığı açısından sözde alarm verici derecede artan nüfustu ki, bu tek yanlı bir tespitti.


Büyük Tahıl Soygunu

Sovyetler, Kissenger'la yapılan anlaşma sonucu, 30 milyon ton işlenmemiş tahıl almayı kabul etti. Miktar o kadar yüksekti ki; hükümet, Cargill gibi özel şirketleri de işin içine dâhil etmek zorunda kalmıştı. Bu da Kissinger'ın planının bir parçasıydı. O'na göre:

"Tarım, Tarım Bakanlığı'nın ellerine bırakılmayacak kadar önemliydi."


Sovyetlere yapılan bu satış o kadar büyüktü ki, tüm dünyada tahıl rezervlerinde azalma yaşandı ve bununla birlikte fiyatlar, birkaç ayda %70 yükseldi. Buğdayın ton fiyatı 65 dolardan, 110 dolara fırladı. Soya fasulyesi fiyatı ikiye katlandı. Bu sırada Hindistan, Çin; Bangladeş ve Avustralya gibi ülkelerde yaşanan ciddi kuraklıklar, rekolteyi düşürmüştü. Dünya bu durumu endişeyle seyrederken, ABD bu umutsuzluktan fayda çıkarmak için çaba gösteriyordu. Sorun tahılın olmaması değil, tamamının Amerikan şirketlerinin elinde olmuş olmasıydı. Bu da yiyeceği, Kissinger için bir silah haline dönüştürüyordu. 20 yıl süresince hiçbir grup, Rockefeller ailesi ve Rockefeller Vakfı'ndan daha belirleyici bir rol üstlenmemişti.


Nixon'ın Tarım İhracat Stratejisi


Yiyecek pazarının ABD hâkimiyetinde olması aslında, 1970'lerde Nixon'la beraber başlamış olan uzun vadeli bir strateji planıydı..


Birkaç yıl sonra Cargill, Başkan Yardımcısı Walter B. Saunders, New Orleans'ta bir kongrede, "Temel sorun bundan 50 yıl öncesi inanışa dayanmaktadır" dedi.


Yeşil devrim ve kırma tohumlar, Amerikan şirket tarımcılığına yeni ve kontrollü bir piyasa vaat ediyordu. Roosevelt'in Tarım Bakanı Henry Wallace, seçkin araştırmacılarca desteklenen daha fazla mahsul verecek olan "Pioner Hi-Bred"i kurmuştu. Bu adımla, birçok tohum devinin önü açılmış, genetik tohumların temeli atılmış oluyordu.


Kısa sürede Rockefeller-Ford yeşil devrimi, Hindistan hükümeti tarafından benimsendi. Kırma tohumlar ve kimyasallar hızla sonuç verdi. Buğday ve pirinçte üretim artışı sağlandı.


"Silah Olarak Yiyecek"


"Bu görevin arkasında Jhon D. Rockefeller ve Rockefeller Nüfus Konseyi bulunmaktaydı. Temel düşüncesi 1939'a, Dış İlişkiler Konseyi Savaş ve Barış Çalışmaları Projesi Başkanı Isaiah Bowman'a dayanmaktaydı. Dünya nüfusunun azaltılması ve yiyeceğin kontrolü, Kissinger'ın ana dış politika stratejisi haline gelmişti. Bu, yeni tehditlere karşı bir çözüm, gelişen ülkelerden ucuz hammadde almaya devam etmenin yoludur.


Kısırlaştır ya da Açlıktan Öl!


"Dünya çapında nüfus artışı, ABD'nin güvenliği ve deniz aşırı menfaatlerimiz" başlıklı bu notta, nüfus kontrolü, stratejik hammadde ve gıda politikasından bahsediliyordu. Bu gizli proje, Nixon tarafından Jhon Rockefeller'ın tavsiyesiyle başlatılmış, NSSM 200 olarak adlandırılmıştı.


ABD'nin durumu, daha çok Rockefeller'lar tarafından belirlenmekteydi. Planın ana konusu, nüfusun azaltılması politikalarıydı. Bu acımasız politikaya karşı Katolik Kilisesi, Romanya hariç tüm komünist ülkeler, Latin Amerika ve Asya ulusları tepki gösterdiler. Bu durumda ABD bu projeyi gizli yürütmeliydi. Tabii ki, projenin başında Kissinger bulunmaktaydı.


Doğal olarak Kissinger biliyordu ki; bu kaynak zengini ülkelerde nüfusun azaltılması konusunda bir çalışma başlatılması halinde, emperyalist ve hatta soykırımcı olarak suçlanacaktı. O da NSSM'in bu amaçlarını saklayabilmek için hilekâr bir propaganda kampanyasına başladı.


Kissinger, ABD politikasını yürüten elitin öngördüğü zorlayıcı tedbirleri ileri sürmeye devam etti. Açıkça gıda yardımının ulusal gücün bir aracı olduğunu söyledi. Yalın bir yorumla, ABD yardımının "nüfusunu kontrol etmeyen ve edemeyenler" arasında pay edilmesini önerdi. Bu belgenin "çok gizli" olarak saklanmasının sebebi de buydu: Kısırlaştır ya da açlıktan öl.


Nelson Rockefeller'in Planı: ABD'nin Resmi Politikası


Kissinger iktidardaydı ancak başkan tarafından değil Rockefeller tarafından o mevkiye atanmıştı. 1955'te Nelson Rockefeller, onu Dış İlişkiler Konseyi'nde çalışma direktörü olarak işe almış, bundan bir yıl sonra Rockefeller Kardeşler Vakfı'nın, Özel Çalışma Projeleri Direktörü olmuştu. Sonra da Rockefeller'ların bir çalışanı olan Nancy Maginnes ile evlenerek bağlantılarını iyice kuvvetlendirmişti.
Kasım 1975'te Nixon'ın gizemli Watergate ilişkisi ortaya çıktığında bazıları bunun Kissinger ve Alexander Haig ile beraber çalışan Nelson Rockefeller'ın siyasi hırslarının bir entrikası olabileceğinden şüphelendi. Nixon'ın halefi Gerald Ford, Nelson Rockefeller'ı yardımcısı olarak atadı. Rockefeller artık hayalini kurduğu ABD başkanlığının bir kalp atışı uzağındaydı. Nelson'ın eski dostu Kissinger'de, Dışişleri Bakanı'ydı.


Kasım 1975'de Başkan Ford, Kissinger'ın NSSM 200 planını ABD'nin resmi dış politikası olduğunu beyan etti. Sonraları Kissinger'ın yerine ulusal güvenlik danışmanı olarak iş ortağı da olan Brent Scowcroft atandı. Scowcroft, Kissinger'ın NSSM 200 taslağını, vazifeşinas bir şekilde imzalaması için yeni başkana götürüyordu. Kissinger, dışişleri bakanlığına; Nelson Rockefeller'de, başkan yardımcılığına devam etti. ABD artık nüfus azaltımı işine giriyordu ve gıda bu işte büyük rol oynayacaktı.


Rockefeller: Soy Arıtımını Destekliyor


JDR III, Frederick Osborn, Henry Fairchild, Alan Gregg gibi soy arıtım ve ırk bilim teorisyenleri arasında büyümüştü. O ve sınıfındakiler için kimin hayatta kalıp kimin öleceğine, kimin nasıl yaşayacağına, karar vermek doğal bir şeydi. Onlar, insanları en iyi soyu elde edebilecekleri bir koyun sürüsü olarak görüyorlardı.


Rockefeller'ın Karanlık Sırları 


1900 YILLIK SIR ERDOĞAN'DA : Tarih: 24 Aralık 2012 Yer: Adana Türk, İngiliz ve İsrail ajanları yakın tarihlerinin en büyük kapışmalarındanbirisini yaşadılar. Bu kapışmadan Türkiye galip çıktı. Türk güvenlik güçleri, Adana'da 1900 yıllık deri üzerine el yazması 'Tevrat'ı ele geçirdi.


Türk, İngiliz ve İsrail ajanları tarihinin en önemli kapışmalarındanbirini yaşadılar. MOSSAD ve MI6'nın peşine düştüğü 1900 yıllık el yazması Tevrat, MİT operasyonuyla Başbakan'a ulaştırıldı.
Dinler tarihini değiştirecek bilgiler içeren Tevrat için Adana'da filmleri aratmayacak bir operasyon gerçekleşti.

MİT, tarihi kitabı satanlarla 40 milyona anlaşırken, buluşma yerinde pusuya yatan MOSSAD ve MI6 ajanlarını da müthiş bir manevrayla atlattı.

Bu soluk kesen macerayı Güneş gazetesinden Talat Atilla'nın yazısıyla öğreniyoruz: İşte o olayın arnıtıları...

Bu yazı ilk anda size şaşırtıcı gelebilir. Elbette yazacaklarıma ihtiyatlı yaklaşma hakkınız var ama okurken lütfen beyninizi bloke etmeyin.

Çünkü, uzun olmayan bir zamanda gerçekliğini göreceksiniz.

Tarih: 24 Aralık 2012
Yer: Adana

Türk, İngiliz ve İsrail ajanları yakın tarihlerinin en büyük kapışmalarındanbirisini yaşadılar.

Bu kapışmadan Türkiye galip çıktı.

Türk güvenlik güçleri, Adana'da 1900 yıllık deri üzerine el yazması 'Tevrat'ı ele geçirdi.

Adana'daki Tevrat operasyonu sonrasında Başbakan Tayyip Erdoğan öyle büyük bir ‘sır'ın sahibi oldu ki, bu sır açıklandığında,İsrail ve Yahudilerin kimyası bozulacağı gibi siyaset ve dinler tarihi de değişecek.

MOSSAD HİLTON OTELİ'NE KAÇTI

Filmlere taş çıkartan operasyon ve sonrasındaki gelişmeler şöyle yaşandı;

1900 yıllık el yazması Tevrat'ın varlığından aynı anda haberdar olan MİT, MOSSAD ve İngiliz Gizli Servisi MI6 Tevrat'ı ele geçirmek için aynı anda düğmeye bastı.

İSRAİL TEVRAT'I İMHA ETMEK İSTEDİ

Tevrat'ı özellikle İsrail istiyor, karşılığında da büyük bir servet öneriyordu.

Tevrat'ta İsrail ve Yahudileri yakından ilgilendiren çok önemli ‘sır'lar vardı.

Bu ‘sır' lardan haberi olan İsrail, deri üzerine el yazması Tevrat'ı alarak kendi aleyhlerine kullanılmasını engellemek için imha etmek istedi, ama bunu beceremedi.

İşi sağlama almak isteyen MİT, Tevrat'ı satacak kişilere 40 milyon teklif edince anlaşma sağlandı.

İNGİLİZLER KOMİSYON İÇİN DEVREYE GİRDİ

Bu pazarlığı öğrenen MOSSAD ve M16 mensupları da buluşma yerinde pusuya yattılar ama MİT elemanları onlara hareket kabiliyeti tanımadan Tevrat'ı ele geçirdi.

Operasyon sırasında MOSSAD ajanları Adana Hilton Oteli'ne kaçarken, M16 üyeleri konsolosluk aracıyla olay yerinden uzaklaşmak zorunda kaldılar. İngilizlerin, Tevrat'ı İsrail'e satmak için uğraştıkları, bu çalışmadan komisyon almayı planladıkları ileri sürüldü.

BAŞBAKAN ERDOĞAN DEVREDE…

Bu müthiş gelişmeler MİT tarafından anı anına Başbakan Erdoğan'a bildirilince, Başbakan, Tevrat'ın gizlice Ankara'ya getirilmesi talimatını verdi.

İbranice el yazması Tevrat'ı incelemeye alan Uzmanlar, 9 metre boyundaki gerçek Tevrat üzerindeki çalışmaları büyük bir güvenlik çemberi içinde sürdürdüler.

Tevrat'ı inceleyecek uzman ekibin oluşmasında da çok titiz davranıldı.

1900 yıllık Tevrat'ın incelenmesindensonra ortaya çıkan sonuç şok ediciydi. Çünkü, 1900 yıllık Tevrat'la bugün ki Tevrat aynı değildi.

Yani, İsrail'in bugün kullandığı Tevrat'ın tahrif edilmiş Tevrat olduğu ortaya çıktı.


BULUNAN TEVRAT KUR'ANI DOĞRULUYOR

Bilindiği gibi Kur'an, Tevrat'ın kelimelerin ve anlamlarının değiştirilerek tahrifat yapıldığını yazar.

Yahudilerin Tevrat'ta yaptıkları değişiklik, Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır:

"Yahudilerin bir kısmı, kelimeleri yerlerinden değiştirirler. Ve dillerini eğip bükerek işittik ve karşı geldik derler…"

Nisa Suresi- 46 Ayet

1900 YILLIK TEVRAT'TA DA BELGELENDİ: HZ. MUHAMMED SON PEYGAMBER

1900 yıllık tahrif edilmemiş Tevrat'ta İsrail oğullarının dini ve siyasi anlayışlarına dayanak yaptığı bazı unsurların doğru olmadığı ortaya çıktı.

Ve hepsinden daha önemlisi, tahrif edilmemiş Tevrat'ta son peygamberin Hz. Muhammed olduğu açıkça vurgulanıyor.

EN GEÇ 1 YIL İÇİNDE AÇIKLANIR

Deprem etkisi yapacak bu gelişmeyi, Dünya'ya anlatmak için uygun bir zamanlama muhakkak bulunacaktır. Bana göre 1 yıla kalmadan açıklanır.

Bu konuda Başbakan Erdoğan'ın dışında hiç kimsenin bir açıklama yapacağını sanmıyorum.

Çünkü, Tevrat'ın Kur'an'da söylendiği gibi tahrif edildiği, son peygamberin Hz. Muhammed olduğunun, 1900 yıllık tarihi bir belge ile ispat edilmesi, dünyada, dini olduğu kadar, siyasi, ticari ve sosyolojik tüm dengeleri de değiştirecektir.

Bu yazımın doğruluğundan hiç şüphem yok ama hükümet, bazı denge ve zamanlama unsurlarından dolayı yazımı şimdilik doğrulamayabilir.

Hatta yazımda sözü geçen bazı güç unsurlarından baskı da gelebilir ama tarihe not bırakmanın lezzetini yaşamak istedim.

Biraz sabırlı olursanız yazdıklarımın doğruluğunu göreceksiniz.



14.07.2015

Ayetullah Sistani: ‘Ehlisünnet bizim kardeşimiz değil, özümüz ve canımızdır : Şia ve Sünniler arasında gerçek bir ihtilaf bulunmamaktadır.


Irak’ta yaşayan dünyaca ünlü taklit mercilerden Ayetullah uzma Seyyid Ali Sistani, Irak’ta mezhepler arası kargaşa ve çatışmanın doruk noktasında olduğu dönemlerde Sünni ve Şiaların düzenlediği konferansa gönderdiği mesajında Ehli Sünnet ve Şia arasında gerçekte hiçbir fark ve ihtilafın olmadığını belirterek Ehli Sünneti özü ve canı olarak nitelendirdi.

Ayetullah uzma Seyyid Ali Sistani, Irak’ta mezhebi ihtilafların zirve yaptığı ve ülke bir mezhep ve iç savaşla karşı karşıya kaldığı 2007 yılında Necef-i Eşref’te Sünni ve Şia ulemaların düzenlediği konferansa İslami vahdet doğrultusunda çok değerli bir mesaj göndermişti.

Ayetullah uzma Seyyid Ali Sistani’nin haber ulaştırma ofisi tarafından okunan mesajda şu ifadelere yer verilmişti:

“Şia ve Sünniler arasında gerçek bir ihtilaf bulunmamaktadır. Ben tüm Iraklıların hizmetçisiyim. Ben, tüm halkı seviyorum. İslam dini, muhabbet ve sevgi dinidir. Düşmanların İslam mezhepleri arasında tefrika çıkarmayı başardığından dolayı oldukça şaşkınlık içindeyim.”

Ayetullah Sistani mesajının devamında şöyle buyurmaktaydı: “Bu tür konferans ve oturumların düzenlenmesi çok önemli ve faydalıdır. Herkes, Müslümanlar arasında gerçek bir ihtilafın olmadığı noktasında birleşmektedir. Şia ve Sünniler arasında sadece fıkhı konularda farklar bulunmaktadır.”

Ayetullah Sistani Şialara özel tavsiyede bulunarak şöyle buyurmuştu: Şialar, ehli sünnetten daha çok onların sosyal ve siyasi haklarını savunmalıdır. Bizim vahdet ve birlikteliğe davetimiz sağlamdır. Ben, defalarca söyledim ve söylüyorum ki Sünnilerin kardeşimiz olduğunu söylemeyin, bilakis onlar bizim özümüz ve canımızdır. Ben, Sünnilerin Cuma vaazlarını Şiaların Cuma vaazlarından daha çok dinlemekteyim.”

Ayetullah uzma Seyyid Ali Sistani, Arap ve Kürtlerin arasında hiçbir farkın olmadığını ifade ederek şu ifadeleri kullanmıştı: “Ben, fıkhi araştırmalarda Ehli sünnetin fetvalarını hatırlatırım, bizler Kabe’de, namazda ve oruçta biriz. Diktatörlük döneminde bana Şia olduklarını söyleyen bazı Sünnilere neden Şia olduklarını sorduğumda Ehlibeytin (a.s) velayetini kabul ettiklerini vurguluyorlardı. Ben onlara ehli sünnet ulemasının Ehlibeyt (a.s) velayetini savunduklarını söylüyordum.”

Mesajın sonunda şu ifadelere yer verilmişti: Sünni yurttaşlar, Şialar gibi kabirlerde toplu olarak diri diri gömüldüler. Ben hakkını arayan herkesin savunuculuğunu yapacağım.”

islamivahdet.com