30.08.2014

Onlar Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren Avrupa'ya gönderilen Operatörlerdi. JÖN TÜRKLER Memleketi kurtaracağız diyerekten batırmış hainler topluluğudur.



Türkiye'de yaşıyoruz.
Ama hayal dünyasındayız.
Rüyalar aleminde uyutulan bir millet olduk hep.
Bizi sağcı, solcu, dinci, ateist, laik, anti laik, Türkçü, Kürtçü diye böldüler.

12 Eylül öncesi kot giydirdiklerine faşist, kadife pantolon giydirdiklerine komünist dediler.

Türban'dan girdiler etekten çıktılar.
Tekme tokat birbirimizin üzerine saldılar.

Biz sokakta birbirimize yumruk sallarken onlar yalılarda bu ülkeyi yönettiler.
Onlar Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren Avrupa'ya gönderilenlerdi.

Avrupa kültürü ile yoğrulan, masonlaştırılan, Londra-Paris hayranlığı rozetini takarak geri gönderilenlerdi.



Onlar JÖNTÜRKLERDİ 

Paris'te bir üniversitenin en önde gelen akademisyenlerinden biri, bu Jöntürkler'den birine "Sen bizim ülkemize çok faydalı birisin ama kusura bakma vatan hainisin, vatan haini ile işimiz olmaz" diyordu.

Lozan Antlaşması’ın Gizli Protokolları : ) Emperyalist ve sömürgeci devletlere Hilafet’in kaldırılacağı sözü verilmiştir.


LOZAN barış müzakereleri esnasında emperyalist devletlerle Türkiye arasında çok çetin tartışmalar olmuştu. Galip, sömürgeci, emperyalist büyük devletler Türkiye’nin bir İslam devleti olmasını istemiyorlardı. O tarihte devletin
Medenî Kanunu, Hanefî fıkhına göre hazırlanmış olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye idi. Diğer kanunlar da, yüzde yüz uygun olmasa bile temelde İslam’a ve fıkha aykırı değildi.

Avrupa Düvel-i Muazzaması, ülkemizdeki yabancıların İslam hukukuna tâbi olmalarını kabul etmek istemiyordu.

Lozan müzakerelerinin birinci kısmında Türk delegasyonu başkanı İsmet Paşa, İslam hukukunu ve fıkhını hararetle savunmuştu.
Müzakereler bu yüzden çıkmaza girmiş, kopma derecesine gelmişti.
İşte bundan sonra Türkiye Başhahamı Hayim Nahum Efendi devreye girmiş, büyük devletlerin başkentlerine gitmiş, birtakım gizli müzakereler yapmıştı.

Hayim Nahum’un delege sıfatıyla içinde bulunduğu Türk heyeti bundan sonra Lozan anlaşmasını imzalamış ve ABD hariç bütün büyük devletler bunu imzalamışlardı.

Birtakım rivayetler –yüksek sesle olmasa bile- yıllardan beri söylenir ve yazılır:

(1) Lozan’ın gizli protokolleri vardır.

(2) Emperyalist ve sömürgeci devletlere Hilafet’in kaldırılacağı sözü verilmiştir.

(3) Hilafetle birlikte İslam hukuku, Şeriat kanunları da kaldırılacak,

(4) Onların yerine Avrupa kanunları konulacaktır.

(5) Müslüman kadınlar açılacaktır.

(6) Arap-İslam yazısı bırakılacak, Latin-Frenk yazısı alınacaktır.

(7) Türkiye İslam ve Türk dünyası ile ilgilerini kesecek, Avrupa medeniyetine yönelecektir.

1923’ten bu yana 87 yıl geçti, Lozan’ın gizli protokolleri ile ilgili yeterli bilgi bulanamadı. Bu konudaki araştırmaları Müslümanların yapmaları gerekirdi, yapmadılar, yapamadılar.

Cumhuriyet kurulduğunda Anayasanın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) ikinci maddesinde “Devletin dini, Din-i İslam’dır” yazılıydı. İstanbul’da Dolmabahçe sarayında, Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş bir Halife-i Müslimîn (Abdülmecid bin Abdülaziz Han) bulunuyordu. Medreseler ve tasavvuf tarikatları açıktı. Hafta tatili Cuma idi. Şapka giyen, Ramazanda açıkta oruç yiyen Türkler tutuklanıyordu. Bütün kadınlar çarşaflı idi. Sonra devrim fırtınaları esti ve şiddete dayanan realpolitikler uygulanarak İslam’dan uzaklaşıldı.

Lozan’ın gizli bir protokolü var mıydı?.. Bu sorunun cevabını Sabataycılar araştıracak değildir. Müslüman tarihçilerin, ilim adamlarının Türkiye ve dünya arşivlerine girip, bütün kaynakları tarayıp ipuçları, deliller, bilgiler ve belgeler bulmaları ve gerçeği gün yüzüne çıkartmaları gerekir.

Lozan’ın Gizli Protokollarını da bir kenara koyalım ve bugün Türkiye’de uygulanan birtakım protokollara bakalım. Bunların da elimizde yazılı metni yoktur. Yapılanlara hayata bakarak ben yazıyorum. Dikkat buyurarak okumanızı rica ederim:

Madde 1: Müslüman Türkler dilsiz bırakılacaktır. Atalarının mezartaşlarını bile okuyamayacak derecede câhil kalmalarına dikkat edilecektir. Türkçe bir-iki yüz kelimelik kaba bir konuşma çarşı-pazar günlük iletişim dili seviyesine indirilecektir.

Madde 2: Edebî ve kültürel lisan o kadar bozulacak o kadar dejenere edilecektir ki yeni nesiller yakın tarihte yazılmış Ömer Seyfeddin Hikayelerini Halide Edib’in romanlarını Hüseyin Rahmi’nin kitaplarını okuyamaz hale ve anlayamaz hale getirilecek bunların “SADELEŞTİRİLMİŞ” baskıları yapılacaktır. Velhasıl Müslüman Türklerin mâzi ile millî kültür ile en büyük bağı olan zengin edebî Türkçe tahrip edilecektir.

Madde 3: Müslüman Türklere yeni bir tarih yazılacaktır. Geçmişteki İslâm büyükleri tahkir edilecektir. Asıl kahramanlar yerin dibine batırılırken yeni kahramanlar türetilecektir.

Madde 4: Türk toplumunun temeli olan aile kurumu yıkılacak darbelenecek zayıflatılacaktır. Zina bir suç ve ahlâksızlık olmaktan çıkartılacak teşvik görecektir. Cinsel sapıklıklar Avrupa’da olduğu gibi meşru hale getirilecek aynı cinsten kişilerin evlenmelerine zemin hazırlanacaktır.

Madde 5: Halk yığınları gece gündüz vur patlasın çal oynasın eğlence şamata zevk u sefa oyun dans bayağı bir müzik ile meşgul ve sersem edilecektir.

Madde 6: Başta futbol olmak üzere on milyonlarca halk çığırından çıkmış spor müsabakalarının hastası holiganı haline getirilecek bu oyunlar yeni bir din gibi kütleleri sarıp kucaklayacaktır.

Madde 7: Türkiye’nin ve Türkiye halkının en büyük gücü olan İslâm dini bir tehlike ve tehdit olarak görülecek halk yığınlarına birtakım ideolojiler din gibi benimsetilecektir.

Madde 8: Büyük medyada tekelleşme ve kartelleşme yoluna gidilecek yurt çapında dağıtımı yapılan büyük bir gazete kurmak ancak beş on süper zenginin yapabileceği bir iş haline getirilecek kartel ve tekel medyası ile protokollar hayata uygulanacak bu gücün karşısında başka hiçbir güç dayanamayacaktır.

Madde 9: İslâmiyet darbelenecek büsbütün ortadan kaldırılamazsa dinde reform dinde yenilik dinde değişim Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü paravanası ardında yeni bir İslâm üretilecek ve türetilecektir. Sünnetsiz fıkıhsız şeriatsız evcil bir İslâm.

Madde 10: Türkiye Müslümanları kendilerini idare edebilecek aydın bir kafaya sahip olmadıkları için dinsizleşinceye kadar onlar güdülecek vesayet altında bulundurulacaktır. Bu gütme ve vesayet de iki kimliklilere verilecektir.

Madde 11: Birtakım önemli kurumlar köşebaşları anti-demokrat yollarla da olsa “BİZDEN” olanlara verilecektir.

Madde 12: Dindar Müslümanların okumaları yüksek tahsil yapmaları engellenecektir.

Madde 13: Ülkede hâkim/dominant unsuru teşkil eden Müslümanların büyük fabrikalar büyük holdingler büyük medya organları büyük ticarethaneler kurmaları her yola başvurularak önlenmeye çalışılacaktır. Onlara “Yeşil Sermaye” denilecektir.

Madde 14: Alkollu içkiler fuhuş zina sapıklık israf bayağı müzik lüks ve aşırı konfor tutkunluğu uyuşturucu teşvik edilecektir.

Madde 15: Bu protokollara karşı gelenler karalanacak her vasıtaya baş vurularak sindirilecek cezalandırılacaktır.

Madde 16: Eskiden altın ve gümüş en büyük güçtü. Zamanımızda ise Dolar ve Euro altın ve gümüşün yerini almıştır. Ülkenin parasının büyük kısmı bizim elimizde bulunacaktır. Millî gelirin yarısını üç-beş bin kişi aile holding paylaşacaktır.

Madde 17: Müslümanların arasına casuslar ajanlar provokatörler manipülatörler yönlendiriciler sızdırılacak bunlar vasıtasıyla onlar bin parçaya bölünecek birbirleriyle çekişip tepişmeleri sağlanacak güçleri ve kuvvetleri kırılacaktır.

Madde 18: Dinî hizmet ve faaliyetlerin köy kültürü kırsal kesim varoş gecekondu taşra zihniyetiyle yapılması sağlanacaktır. Böylelikle Müslüman çoğunluk içinde bulunduğu çukur ve tuzaktan bir türlü çıkamayacaktır.

Madde 19: Büyük medya vasıtasıyla ülkeye sahte uydurma sun’i bir gündem yapılacak; halk incir çekirdeğini doldurmaz faydasız ve lüzumsuz konularla oyalanacak asıl meseleler ve dertler yüzüstü bırakılacaktır.

Madde 20: Başta komşu İslâm ülkeleri olmak üzere İslâm dünyası ile sıkı canlı yakın ilişkiler kurulmayacak; onlarla ticaret ithalat-ihracat turizm öğrenci mübadelesi kültür münasebetleri asgarî seviyede tutulacaktır. Öyle ki Suriye ile Türkiye sanki Moğolistan’la Venezuela kadar birbirine uzak kalacaktır.

Madde 21: Halk yığınları öyle sersemletilecek uyuşturulacak afyonlanacaktır ki yararlarına ve zararlarına olan şeyleri birbirinden ayırt edemeyeceklerdir.

Madde 22: Protokolları ayakta tutmak için devletten Millet Meclisi’nden millî iradeden hukuktan millî menfaatlerden millî kimlikten daha üstün lâ yüs’el (sorumsuz) bir üst-güç bulunacak; hiçbir denetime tâbi olmayan bu güç son sözü söyleyecektir.

Madde 23: Birtakım önemli hayatî temel mevkilere kesinlikle Müslüman Türkler getirilmeyecektir.

Başka maddeler de var ama şimdilik bu kadarı yeter. “Sen neler sayıklıyorsun ne hezeyanlar savuruyorsun” diyen varsa onları büyük bir televizyon kanalında açık oturuma davet ediyorum. Gelsinler tartışalım. Aydın geçinen o adamlara Türkiye’de bundan ¤¤¤¤en yıl kadar önce basılmış Türkçe bir kitap vereyim “Lütfen okuyunuz bu Türkçe kitabı” diyeyim. Okuyamazlarsa benim haklı olduğum peşinen anlaşılmış olacaktır.

Mehmet Şevket Eygi

Gazeteci-Yazar




HSYK illegal bir yapı tarafından kontrol edildiğinde millet eğemenliğinin üç ayağından biri devre dışı kalmış olur.


Paralel’in HSYK’yı ele geçirmesi milli egemenlik gaspıdır


 HSYK illegal bir yapı tarafından kontrol edildiğinde millet eğemenliğinin üç ayağından biri devre dışı kalmış olur. Hukuk ve adalet adına karar veren mekanizma hukuksuz, adaletsiz ve antidemokratik yapının iktidar aygıtına dönüşür.   

19 Ekim günü yapılacak olan HSYK seçimlerinin akıbeti paralelle mücadelede çok önemli bir yere sahip. Ancak paralel yapının hukuku araçsallaştırması karşı mücadeleyi nasıl etkiliyor? Paralel yapının hukuki tanımı nedir? Suç henüz mahkeme kararıyla sabitlenmemişken paralel yapıdan suç örgütü diye bahsetmenin hükmü nedir? Paralel yapıyla mücadelede HSYK seçimleri neden önemli? Yarsav’ın paralel yapıyla anlaştığı iddiaları Gülen’in “teknik nakavt” stratejisinin pratiği mi? AYM eski raportörü, AK Parti MKYK üyesi ve Marmara Ü. öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Can ile konuştuk. 

Paralel yapı siyasetin, milli güvenliğin konusu ama ona karşı mücadelenin de hukuk içinde olması gerekiyor. Başlama noktamız burası olsun. Bir hukukçu olarak nasıl tarif edersiniz, nedir bu paralel yapı?

Başbakan Davutoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a; merhum Üstad Necip Fazıl’ın, “hat” ile yazılmış “Utansın” isimli şiirini hediye etmesi.


İslâmi Objeler Uzmanı Mehmet Çebi’nin, Hattat Mustafa Cemil Efe’ye “sülüs” yazı ile yazdırdığı tablo, Davutoğlu tarafından Erdoğan’a takdim edildi.
Davutoğlu’nun, bu şiiri Erdoğan’a hediye etmesi, “çok anlamlı” olmasının yanısıra, aynı zamanda “izleyeceği yol” konusunda “ince bir mesaj”dır...
“Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu söndürmeyen çırak utansın.”
Erdoğan “Usta”dır,Davutoğlu da “Çırak.”
Demek istiyor ki Davutoğlu;
“Senin başlattığın bu hareket, asla öksüz kalmayacak... Bir çırak olarak, bu hareketi
sürdüremezsem, yazıklar olsun bana!.. O zaman, utancımdan yere girsem yeridir.”


“Onlar, işlerini istişareyle yaparlar” ayetine uygun bir yol izliyor, “istişare”yi elden bırakmıyor...

Zaten, “kavgasız-gürültüsüz bir kongre”nin, “kardeşçe yapılan devir-teslim töreni”nin ve“Hükümet’in 11 saatte kurulması”nın sırrı da, işte bu “istişare kültürü”
MERHUM ÜSTAD’IN O ŞİİRİ ŞÖYLE:
“ÇIRAK UTANSIN”
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!

Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!

Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!”


28.08.2014

KÖSTEBEK KİTABINI YAZAN "Başka Türkiye yok" diyerek yola çıkmış ve bunun bedelini canıyla ödemiş gerçek bir vatansever Necip Hablemitoğlu,

 Şeytan için bir doğru adam, 
Bir milyon görmezden daha büyük bir tasadır.

 
 "Köstebek" kitabında devlet kademelerindeki örgütlenmeleri, devletin nasıl ele geçirildiğini, devlet-paralel devlet çekişmelerini ve açacağı sonuçları kuşkuya yer bırakmadan belgelerle ispatlıyor.


"Yeni binyılın şeyhlerinin, dervişlerinin, müritlerinin amaçlarının da değiştiği gözlemleniyor. Artık amaç, bir şeriat devleti kurmak değil. 

Şeriat, iktidarı, parayı, her türlü gücü ele geçirmenin sadece simgesel, klişeleşmiş adı. Mürtecilik yani gericilik de artık salt dinsel anlamda kullanılmıyor.


Bunlara karşı olmak, onaylamamak artık yetmiyor... Her gerçek kamu görevlisinin mağdur olma pahasına, elini taşın altına koyması; devletimizin, tam bağımsızlığımızın geleceği açısından insiyatif kullanırken canının yanmasını, bedel ödemesini göze alması gerekiyor.'

İlk baskısı katledildikten 3 ay sonra yayınlanan bu kitabı okurken, Hablemitoğlu'nun yıllar önce bugünlere nasıl ışık tuttuğuna hayret edeceksiniz.

Bizden olanı’ hep almayı denediler.Nizamülmülk’ten başlayarak,


Bu topraklarda doğup, bu topraklarda kurulan devletleri özellikle kendine “medeniyet” diyen Batı Bloku’na karşı büyüten-koruyan kimse yoktur ki her türlü saldırıya maruz kalmasın hatta hayatını kaybetmesin!


Sevgili dostlar, bazı tespitler yapacağım ve hiçbir yorum yapmadan sadece bazı gerçekleri önünüze koyarak “düşünenlere yardımcı çoktur” diyerek bitireceğim... Daha önce bazı yazılarımda bu detayları ele almış olsam da yine de altını çizmek istiyorum, lütfen sizler de sorgulayın...
1 - Nizamülmülk’ten başlayarak, bu topraklarda kurduğumuz devletlere çağ atlatan-yol açan her yararlı kişi, ya kendi adamlarının ihaneti ya da devletin gücünden rahatsız olan yerleşik diğerlerinin oyunları sonucu koltuklarını ve hayatlarını kaybettiler. Nizamülmülk, Büyük Selçuklu Devleti’nin en etkili ismiydi, Malazgirt zaferinden, Osmanlı’nın üstünde kurulduğu temellere kadar çok önemli adımlarda imzası vardı. Kendi yetiştirdiği istihbaratçı Hasan Sabbah’ın adamları tarafından katledildi.
2- Fatih Sultan Mehmet, 50 yaşını göremeden, Roma’yı almak, Vatikan’ı ele geçirmek için çıktığı yolda, Boğaz’ın diğer tarafında kendi adamları tarafından zehirlenerek öldürüldü. Fatih’in en büyük projesi Vatikan’ı ele geçirmek ve kendi seçtiği bir kişiyi Papalık makamına oturtmaktı. Kanuni, oynanan oyunlar ve yanlış bilgilendirme yüzünden kendi oğlunu, en vasıflı padişah adayını ortadan kaldırdı!

Recep Tayip Erdoğan ın AK Parti Kongresi ;Biz, insanlık tarihi boyunca dosdoğru bir istikamette ilerleyen, iyinin ve doğrunun mücadelesini tevarüs etmiş bir hareketiz.”



ASIRLARDIR YÜRÜYORUZ
AK Parti’yi sadece bir “parti” olarak tanımlayan ve onu “13 yıllık bir kuruluş” olarak görenlere hitaben de dedi ki;
“Sanmayın ki 13 yıllık bir yoldan geliyoruz.
Biz asırlardır yürüyoruz. 
Asırlardır hem vatanımızı hem milletimizi hem de elimizin ulaşabildiği tüm mazlumları korumak için, gözetmek için, dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmek için mücadele veriyoruz.
Biz kökü mazide olan atiyiz. Biz kökü olmayan, ruhu olmayan, geçmişiyle irtibatlarını koparmış bir parti, böyle bir hareket asla değiliz.
Bu harekette Abdülhamit Han’ın dirayeti; Fatih Sultan Mehmet’in kahramanlığı, Osman Gazi’nin basireti; Nurettin Zengi’nin cesareti, Sultan Alparslan’ın imanı vardır.
Bu harekette Gazi Mustafa Kemal’in ufku, vizyonu, hayalleri vardır. 
Bu harekette merhum Adnan Menderes’in millet uğruna verilmiş canı vardır. 
Bu harekette hiç şüpheniz olmasın, eski Başbakanlarımızdan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın da alın teri vardır. 
Bu harekette eski Başbakanlarımızdan, Cumhurbaşkanlarımızdan, merhum Turgut Özal’ın da emeği vardır.

27.08.2014

Yeni Hükümetin 6’ncı hedefi;Hükümetin “5 ana hedef”i varmış. Ama bence “ana hedeflerin 6’ncısı” da olmalıydı.


Gelen haberlere göre, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığında kurulacak yeni 
Buna değinmeden önce sözü edilen “5 ana hedef”i inceleyip kısaca “beklentilerim”i ifade etmek istiyorum. Ardından 6’ncı hedefe değineceğim. Ama bundan da önce şunu ifade edeyim de maksadımı “başka taraf”a çekmeye kalkışanlar olmasın.
Bence, Sayın Erdoğan’ın Ak Parti’nin başkanı olarak giderayak verdiği “son/en isabetli karar”, koltuğu Sayın Davutoğlu’na bırakması oldu. Böylece, hem kendinden sonrası için “kukla aradığı iddiaları”nın ne kadar “ağır ve insafsızca sûizanlar” olduğunu gösterdi, hem de “ülkenin doğru istikamette değişim”i için, bunu yapabilecek vizyona sahip, kadro içindeki “en doğru isim”e yetkiyi devrederek, “değişimin devamlılığı”nı garantiye aldı.
“Politik tarafgirlikten âzâde” ve “rejimden/sistemden bağımsız” olarak, “objektif bir düşünüş”le söyleyebileceğim bu kanaatimi ifade ettikten sonra, şimdi yeni Hükümetin Programında öne çıkaracağı söylenen 5 ana hedefe bakmak istiyorum.
1- Yeni Anayasa: Hükümet programına alınacak yeni anayasa çalışmaları önemli. Ancak anayasanın sadece “bireyin hakları”nı esas alan, “milli birlik”i ve “ortak değerler”i koruyan,“toplumsal çeşitlilik”i zenginlik kabul eden, “çoğulculuk”u öne çıkaran, “demokratik hukuk devletinin tüm unsurları”nı içereceğine vurgu yapılacak olması yeterli değil. Zira yeni anayasanın, “toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerler”ine uygun olacağının ve “Laik-Kemalist rejim”e göre biçimlendirilmeyeceğinin esaslara dahil edilmesi lazım. Yoksa bir anlamı kalmaz, değişen birşey olmaz.
2- Çözüm Süreci: Çözüm süreci kapsamında “yürütülen çalışmalar”ın devam edeceği ve bu kapsamda “çözüm sürecini ileriye taşıyacak yasal düzenlemeler”in yapılacağına işaret edilecek olması önemli. Ancak, “ayrışma”nın kabul edilmeyeceği, terör unsurlarının tasfiye edileceği, bölgenin yasallaşan PKK’ya teslim edilmeyeceği, PKK’nın “yerel egemenlik”i sağlama faaliyetlerine göz yumulmayacağı vb. kesin olarak belirtilmeli.
3- Aktif Dış Politika: Türkiye’nin “bölgesel ve küresel güç” olma hedefinin; başta Suriye, Irak, Mısır, Filistin sorunu olmak üzere Türkiye’nin bölgesel konularda daha etkin ve aktif rol üstleneceğinin belirtilmesi önemli. Ancak, nihai hedefin AB’ye üyelik olduğuna dair vurgu doğru değil; zira AB’ye karşı eli mahkûm bir manzara arzediyor. Yine, Çin’in Doğu Türkistan’daki katliamlarının önlenmesi, Türk dünyasının AB tarzı bir bütünleşmeye gitmesini sağlayacak adımların atılması ve bunun için gereken temelin atılması vb. konulara da vurgu yapılması, sözü edilen “aktif dış politika” kapsamında yer almalı.
4- Güvenliği Tehdit Eden Unsurlar: Başta “paralel yapı” olmak üzere “ulusal güvenliği tehdit eden unsurlar”la mücadeleye vurgu yapılacak olması, bu kapsamda “organize suç örgütleri”yle, “çeteler”le, “illegal yapılar”la yürütülen “etkin mücadele”nin sürdürüleceğinin belirtilecek olması önemli. Ancak, “paralel yapı”dan kastın sadece bir bütün olarak “Gülen Cemaati” olmayıp cemaat içinde örgütlenmiş bazı unsurların kastedildiği, yine Güneydoğu’da örgütlenen ayrılıkçı “KCK paralel yapılanması”nın da listeye dahil edileceği, yerel ve küresel kaynaklı “derin yapılar”ın tasfiye edileceği, müslüman halkın İslami cemaat çalışmalarının bu kapsama alınmayacağı vb. de vurgulanmalı.
5- İstihdam ve Büyüme Odaklı Ekonomi: Ekonomi hedefinin “istihdam”a ve “büyüme”ye dayalı olacağına; ekonominin “faiz, borsa, döviz üçgeni”nden çıkarılacağına; “üretim ve istihdam odaklı bir ekonomik yapı” için üretimin teşvik edilmesinin ekonomi politikasının önceliği olacağına, “işsizlik sorunu” ile mücadelenin kararlılıkla süreceğine ve “istihdamı teşvik” politikalarının geliştirileceğine vurgu yapılacak olması önemli. Ancak bununla birlikte, kritik/stratejik alanlardaki şirketlerin, üretimin, sermayenin, paranın vb. hususların “yabancılar”a teslim edilmeyeceği; AB kotaları iptal edilerek tarım ve hayvancılığın geliştirileceği; “yerli üretim”in destekleneceği, özellikle de üretim yapacak şirketlerin Anadolu’nun her yanına dengeli olarak dağıtılmak suretiyle büyük şehirlere yığılmanın ve böylece Anadolu’nun boşalmasının önleneceği belirtilmeli.
Bunlara bir de “6’ncı ana hedef”in eklenmesinin yerinde olacağını düşünüyorum:
6- Toplumsal Barış ve Bütünleşmenin Sağlanması: Bu, en önemli hususlardan. Yeni Hükümet programının başında “müslüman toplum”a; “toplumsal ayrışmalar”ın, “kutuplaşmalar”ın, “ötekileştirmeler”in önünü alacak tedbirlere; İslami cemaatlerin üzerindeki kısıtlamaları kaldıracak düzenlemelere; topluca cemaatleri bitirme politikasından vazgeçilerek suç işleyen kişi veya kliklerin cezalandırılacağına yer verilmeli. Hususen de “rejim-toplum uyumlaşması”nı sağlamak için “rejimin toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerlerine göre yeniden biçimlendirileceği”ne vurgu yapılmalı.
Ne dersiniz, çok mu şey istiyorum? Aynı coğrafyada yaşayan tüm etnik vb. unsurlarıyla bu müslüman milletin onurunun iade edilmesi ve artık ayağa kalkması/kaldırılması zamanı daha gelmedi mi?
FARUK KÖSE


Yeni Türkiyegibi, yeni Osmanlı coğrafyası yeniden şekilleniyor.



Batılılar, AK Parti üzerinden, BOP ile ve ılımlı İslam politikası ile, derin devlete paralel yapıyı enjekte ederek bir dönüşüm gerçekleştirmek istediler..
Yeni, CHP ve yeni bir AK Parti hayal ediyorlardı, ama olmadı..
 Bugün Ortadoğu denilen coğrafyadaki belirsizlik, Türkiye üzerinden dönüştürülmek istenen ülkelerin modelsiz ve başsız kalmasından kaynaklanıyor. 

Tarihin akış yönü, bu halkların kendi inanç, tarih ve kültürleri ile barışarak, insanlığın ortak mirası olan değerler üzerinde, adaletten, barıştan, özgürlükten yana yeni bir medeniyetin ihya ve inşası yönündedir..

AK Parti’nin önlenemeyen yükselişi, CHP’nin önlenemeyen çöküşünün arkasındaki ana sebeb budur.

 CHP tarihin akış yönünün aksine ilerlemeye çalışıyor, 
AK Parti ise ırmağın akış yönünde, bir raftingçi gibi..

ABDURRAHMAN DİLLİPAK





14 Parti bir Ekmel beyi seçtiremediler..İsrail, Tapınakçılar, ABD, İngiltere, Fransa, Almanyada arkalarında idi..


İsrail, Tapınakçılar, ABD, İngiltere, Fransa, Almanyada arkalarında idi..
 Derin devlet, paralelciler, mason locaları, Koç’un da aralarında olduğukayıtdışı
siyaset ve kayıtdışı ekonomi baronları da bu çabaya destek verdi, ama sonuç ortada..
Batı, Ortadoğu dediği bölgede nasıl İsrail’den vazgeçemiyorsa, 

Türkiye’de de Lozan sonrası kurulan yeni dünya düzeninin kilit partisi ve batının Truva atı, soğuk savaşın gladyatörlüğüne soyunan CHP’den tamamen  vazgeçemiyor. 
CHP olmayınca, MHP nasıl olabilir ki..

NOT: Sahi, Ekmel bey CHP Yoksa Bu birliktelik, övgüler, cumhurbaşkanlığı için Erdoğan’a karşı savaşta koçbaşı olarak kullanılmak üzere pazara kadar mı idi.

 Ekmel bey oynanan oyunun farkına vardı mı, vardıysa bu konuda bir açıklama yapmayı düşünüyorlar mı?.. Ah dostum ah! Bu işler böyle işte! 

ABDURRAHMAN DİLLİPAK

Anadolu tarihinde yeni bir milad başlamaktadır.. Bugünler, AK Parti ve CHP için bir milad olacak.


Önümüzdeki günlerde, yeni cumhurbaşkanı ve yeni başbakan koltuklarına otururken, iktidar ve ana muhalefet partisinin genel başkanları da yenilenecek..
Yeni bir dönem başlıyor.
Anadolu tarihinde yeni bir milad başlamaktadır..
Bugünler, AK Parti ve CHP için bir milad olacak. AK Parti, için yeni bir başlangıç, CHP için ise sonun başlangıcı.

 CHP de, MHP de, darbeler, iç savaşlar, kayıtdışı siyaset ve kayıtdışı ekonomi baronlarının gölgesinde var olabilirdi..
 Gelişen şartlarda hayat iklimlerini kaybediyorlar..

ABDURRAHMAN DİLLİPAK

Hiç düşündünüz mü, Kılıçdaroğlu partide kimi ya da neyi temsil ediyor?

Partide bir Kemalist ulusalcı kanat var, o da kendi içinde bölünmüş..
Bir değişim isteyen liberal kanat var.. Bir de sol, sosyal demokrat, soyalist bir kanat var..
Bugünki CHP, kadınlar plajına karşı çıkan, başörtüsü düşmanı CHP’dir..

CHP, çoğunluksuz Cumhuriyet: Çoğunlukçu”, Halksız halk, kendini bütün yerine koyan parçalı, seri sonu, ithal artığı bir  “parti”dir.

Onun CHP nin Hilafet fonundan aktarılan paralarla kurulan bir bankası var. Solcu birpartiyi, banka yönetimine getireceksiniz. 

Riba haram diyenlerin dini vergileri ile kurulmuş bir riba kuruluşuna laikçi CHP’yi yönetici yapacaksınız.CHPbudur. 
CHP’den ne köy olur, ne de kasaba.. CHP ne bu imtiyazlarından vazgeçmek ister, ne de bu kamburları taşıyarak ileri gidebilir.. 

Türkiye büyüdükçe, insan hakları, hukuk devleti alanında ilerledikçe CHP küçülecektir.
 CHP ve MHP, soğuk savaşın bu düşman kardeşleri, savaşan tarafları;

Savaş yıllarında, kapitalizm, komünizm, faşizm, siyonizmin gölgesinde şekillenen ulus devletinin oluşum sürecinde 19. YY’da oluşan kavram ve kurumlardan beslenmektedir.
Batı medeniyeti bu anlamda, Kızılderililer, kara derililer ve sarı ırkın kan, gözyaşları ve çalınan alınterleri üzerinde yükselen, din ve ahlak dışı, vahşi bir düzendir..


 Demokrasi onlar için sadece bir makyaj malzemesi, vicdan zonklamasına karşı vicdanlarını rahatlatan bir günah çıkarma eylemi idi..