4.08.2016

DİN ŞURASI BİLDİRİSİNDE FLAŞ FETÖ TARİFİ Din Şurası sonuç bildirisinde FETÖ 'Sahte bir mehdi hareketi' olarak tanımlandı.Mehmet Görmez, "FETÖ/PDY’nin liderine atfedilen sıfatlar İslam ile bağdaştırılamaz. FETÖ/PDY din kisvesi altında bir güç ve çıkar hareketidir." dedi.


Diyanet, tarihinde ilk kez dini alana yönelik eğitim tedbirleri almak ve kemalist sistemin bıraktığı boşluktan faydalanarak ortaya çıkan irili ufaklı sivil din teşekkülleri ile bir araya gelerek istişari geleneği başlatacak adımlar atmak üzere bir dizi tedbirler aldı.​

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Olağanüstü Din Şurası'ndasonuç bildirgesine konu olan maddeleri şu şekilde açıkladı:

1 - FETÖ dini bir cemaat ve grup kabul edilemez.

2 - Hiç kimse kendisini kayıtsız ve şartsız kendisine bağlılığa çağırmaz. Mutlak itaat İslam'da Allah'a aittir. Bu çerçevede bir kimsenin özel seçilmiş ve yanılmaz olduğu iddiası kabul edilemez.

3 - FETÖ açıkça bir din istismarı hareketidir. Allah adı kullanılarak çeşitli hizip ve gruplara davet dine yapılmış en büyük haksızlıktır.

4 - FETÖ din kisvesi adı altında bir çıkar hareketidir. Böylece her tür kirli işlerini din ile perdelemek genel tutumlarıdır.

5 - FETÖ sahte bir mehdi hareketidir. Tarih boyunca pek çok buna benzer fitne hareketi çıkmıştır. Hırs, karizma, menfaat elde etmek amacıyla kullanılmışlardır.

6 - FETÖ'nün dini kaynakları şaibelidir. Rüyalar ve gizemler revaç bulmuş. Masum kitleler efsunlanmış. Sohbet vaaz yoluyla kitleler aldatılmıştır. Yapılan hatalı işler Peygambere intisap ettirilerek kitleler etki altına alınmaya çalışılmıştır.

7 - FETÖ İslam ümmetini parçalamak amacıyla ortaya çıkmış bir örgüttür. Hakikati kendi tekeline alarak herkesi dışlayan anlayış İslami kabul edilemez.

8 - FETÖ bir sır hareketidir. Mali yapı ve danışman kadronun açık ve şeffaf olmaması şaibeleri beraberinde getirmektedir. Bu yapı dini kendi amaçları doğrultusunda kullanmıştır.

9 - FETÖ gayri ahlaki bir harekettir. İki yüzlülük, kod adı kullanma, şantaj, mahremiyeti engelleme, gizli görüşmeleri kaydetme gayri İslamidir. Başta soru hırsızlığı yapmak üzere hedefine gitmek için her yolu mübah gören yapı İslami kabul edilemez.

10 - FETÖ dinler arası diyalog adına tevhidi parçalayan bir yapıdır. Batının muhabbetini çekme adına pek çok sırlı ve gizemli ilişki ile Müslümanların aleyhine uygulanacak projelerin uygulanması için çalışmalar başlatan bu örgüt tevhit dışıdır. Dinlerarası diyalog adı altında ortak bir dini kültür oluşturma çalışması hiçbir şekilde kabul edilemez. Allah Resulünün risaletini göz ardı etmek tevhide aykırıdır.

11 - Bu yapı gönül coğrafyamızda orta Asya ve İslam ülkelerinde kurdukları hegemonya tespit edilecek. Eylül ayında Avrasya İslam ülkeleri toplantısında bu yapının İslam coğrafyasında yaptığı tahribatlara yönelik çalışmalar başlatılacaktır.

12 - Diyanet ve İlahiyat camiasının ortak çalışma ile örgütü ve liderini yüceltici yayınlar bilimsel açıdan değerlendirilerek verdiği zararlar tespit edilecek. İslam'ın temel kavramlarına dair tahrifatları tespit edilip açıklanacak.

13 - Din eğitim ve öğretim politikaları her seviyede gözden geçirilmelidir. Bu tür yapılara müsade eden eğitim sistemi gözden geçirilecek ve gerekli tedbirlerin alınması için tavsiye kararlar alınacaktır.

14 - Benzer hataların yapılmamasi için dini kurum ve kuruluşlar ile ortak çalışmalar yapılacaktır. Özgürlüklerine müdahale edilmeden tüm gruplarla bir araya gelinecektir.

15 - Ortaya çıkan boşlukta din eksenli yapılar ortaya çıkmıştır. Bu yapıların tekrar ele alınması bir mecburiyettir.

16 - Dini ve manevi yapıyı kirleten bu yapılan genç nesillerin dimağını kirlten bu yapıların zihin kirleten çalışmalarına karşı uyarıcı ve bilgilendirici çalışma yapmaları için gerekli çalışmalar yapılacaktır.

17 - Allah için yapılması gereken ibadetler farklı amaçlar için istismar edilemez. Zekat ve sadaka gibi mali ibadetlerin din istismarı ile başka süfli duyguları beslemek için kullanılması kabul edilemez.


Paralel dini yapılanmalar ümmet-i Muhammed’in birlik ve beraberliğine ağır darbeler vurmaktadır…

İslâm dünyası derinlemesine yaşanan ve hissedilen ağır süreçlerden geçmektedir. Tarihte hiç görülmedik bir şekilde bugün, İslami referanslara atıf yapılarak bu coğrafyanın dini ve kültürel zemini tahrip edilmek istenmektedir. Bir yandan etnik tabiatlı gecikmiş ulusçu bir ideolojiye sarılarak talep ve beklentilerini şiddet yöntemleriyle gerçekleştirmeye çalışan bir terör yapılanması tarihi boyunca İslam’ın sadık mensupları olan kürt kökenli vatandaşlarımız başta olmak üzere ülkemiz insanına hayatı zehir ederken; dini gerekçelerle kendini tanımlayan başka bir oluşum da kendisiyle aynı dine müntesip kardeşlerine karşı hunharca yöntemler kullanarak ağır trajediler yaşatmaktadır. Öte yandan İslam’ın gelenekten modernliğe doğru gelişen sosyal gerçekliği içinde onun hem kazanımlarını hem de gelecek için taşıdığı imkânları kendi çıkarları için feda etmeyi ahlaki ve vicdani bir sorun olarak görmeyen paralel dini yapılanmalar da ümmet-i Muhammed’in birlik ve beraberliğine ağır darbeler vurmaktadır. Siyaset dilinin zaman zaman dini kavram ve klişelerle örülmesi, niyeti ne olursa olsun İslam’ın ve Müslümanların saygınlığını gölgelemeye yönelik çıkışlar geleceğimiz açısından ciddi tehditler içermektedir.


http://www.dinihaberler.com


Fetullahçılık ve DAİŞ

Fullah Gülen Örgütü, bir “Modern İslam” projesi olarak ortaya çıktı.

Ortaya çıkış anından itibaren, Türkiye'de ve İslam coğrafyasında çok dile getirmediği, ama Batı'ya ısrarla vurguladığı temel ilkeleri vardı.

Radikal/Köktendinci/Fundamentalist İslam'a kesinlikle karşı olduklarını ifade ettiler.

Mevcut hiçbir İslami akımla, cemaatle, örgütle işbirliği, fikir birliği içinde olmadıklarını söylediler.

Hiçbir İslami direniş hareketine, bağımsızlık hareketine, silahlı mücadeleye hoş bakmadıklarını vurguladılar.

İsrail'i savundular; bunun karşısında, Filistin'in bağımsızlık mücadelesini açık açık “İslam'ı zehirliyor” diyerek reddettiler.

Her türlü silahlı eyleme, hatta her türlü eyleme (15 Temmuz akşamına kadar ve öncesindeki bir kaç istisna dışında) mesafeli durdular.

Batılı, modern eğitimi, başarıyı adeta ilahlaştırdılar.

“Dinler arası diyalog” diyerek, diğer tüm dinlere sınırsız hoşgörü gösterdiklerini beyan ettiler. Papa'yı kutsadılar; Ezan-ı Muhammedi'den, gerektiğinde Hazreti Muhammed'in adını çıkardılar.

ABD ve İsrail'e karşı en küçük bir eleştiri getirmediler.

Bu ve buna benzer yaklaşımları, hem kendi takipçilerinin, hem de diğer Müslümanların sorularına muhatap oluyordu. Bu sorulara cevaplar üretmede zorluk çekmediler.

Ayet ve hadisleri kendi sapkın görüşlerini meşrulaştırmak için eğip büktüler. Ayet ve hadis bulamadıkları noktada, Fetullah Gülen'i, kimi zaman evliya, kimi zaman Mehdi, kimi zaman peygamber, hatta kimi zaman Tanrı konumuna yükselterek sorulara keyfîce cevaplar ürettiler.

Artık ortada bir cemaat, bir hareket yoktu; ortada, kuralları, sınırları, ilkeleri Fetullah Gülen tarafından belirlenen yeni bir din vardı.

Bu yeni din, insan öğütmeyi, işkenceyi, zulmü, ayrımcılığı, hırsızlığı, zinayı, alkol kullanmayı, yalanı, takıyyeyi, iftirayı, şantajı, kumpası, tüm gayri insani, gayri ahlaki davranışları mübah görüyordu. Eğer “Hizmet” adına, “Cemaat” adına yapılıyorsa, tüm bu ahlaksızlıklar yapana sevap kazandırıyor, Cenneti garantiliyordu.

Örgüt tabanı, örgüt liderinden gelen hiçbir talimatı sorgulamıyor, soru çalarken, hak yerken, himmet paralarını iç ederken, yatak odalarını gözetlerken, mahremi dinlerken, iftira ve şantajla hayatları karartırken, faili meçhul cinayetler işlerken, uçakla, tankla, tüfekle katliam yaparken “büyük sevap” işlediğine inanıyordu.

Fetullah Gülen örgütü, özellikle ABD'deki 11 Eylül saldırısından sonra, ardından da Irak savaşı ertesinde, El Kaide'nin ve DAİŞ'in karşıtı hatta panzehiri olduğunu çok yoğun şekilde vurgulamaya başladı.

Fetullah Gülen, DAİŞ karşıtı olmanın Batı'da alıcısı olduğunu biliyordu; DAİŞ'e karşı kendilerinin kullanıma hazır lejyonerler olduğunu her fırsatta hissettiriyordu.

Peki gerçekten, Fetullah Gülen hareketi, DAİŞ'in karşıtı mıdır, panzehiri midir? Kesinlikle hayır...

Tıpkı FETÖ gibi, DAİŞ de modern bir örgüttür.

Tıpkı FETÖ gibi, DAİŞ de, modern araçları, modern yöntemleri, modern bir dili kullanmaktadır.

Nasıl ki Fetullah Gülen örgütü ayet ve hadisleri kendi çıkarı için eğip büküyor, örgüt liderini ilahlaştırıyor, yeni bir din ihdas ediyorsa; DAİŞ de temel kaynakları çarpıtıyor, liderliği ilahlaştırıyor, yeni, sapkın bir din ihdas ediyor.

Fetullah Gülen örgütü, hırsızlıktan zinaya, iftiradan takıyyeye kadar her türlü din dışı, ahlak dışı, insanlık dışı eylemi meşrulaştırıp, hatta bunları Cennet'e gitmenin aracı gibi gösterirken; DAİŞ de, cinayeti, katliamı, soykırımı, canlı bomba eylemlerini, terörü kutsuyor, meşrulaştırıyor, bu insanlık dışı eylemleri yapanları Cennet'le kandırıyor.

Bu modern, sapkın örgütlerde lider sorgulanamıyor, liderin emirleri sorgulanamıyor, lidere dokunulamıyor. Lider, kitlesi üzerinde oluşturduğu haşhaş etkisiyle, din dili üzerinden en olmadık, en uç eylemleri bile “Cennete giriş bileti” haline getirebiliyor.

Fetullah Gülen hareketi ile DAİŞ'in ortak bir özelliği daha var: Bu örgütler, sadece ve sadece Müslümanları hedef alıyor, Müslümanlara zarar veriyor, Müslümanlara yönelik operasyonlar için gerekli bahaneleri başarıyla oluşturuyorlar.

Moda ve modern kavramlarla söyleyelim: DAİŞ, Batılı “Üst Aklın” hard power (sert güç)ünü ifa ederken, Fetullah Gülen de aynı Üst Aklın soft power (yumuşak güç)ünü ifa ediyor.

Ne Fetullah Gülen DAİŞ'in panzehiridir, ne de DAİŞ radikal/köktendinci/Fundamentalist bir örgüttür.

FETÖ ve DAİŞ, birbirinin zıddı gibi görünen, ama tam tersine birbirini tamamlayan, modern, sapkın, İslam dışı, aynı zamanda da özbeöz kardeş örgütlerdir.

Batı için sorun şu ki, DAİŞ de, FETÖ de İslam coğrafyasında deşifre oldular.

Tıpkı Dr. Frankestein ve ucubesi gibi: Canavarlar döner dolaşır, efendilerini yok ederler.

Canavarların efendilerini tehdit edeceği günlere yaklaşıyoruz.




YENİ ŞAFAK / Aydın Ünal

9.04.2016

Twitter'ın kirli Erdoğan oyunu Twitter'dan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a sansür Cumhurbaşkanı Erdoğan NATO Güvenlik Zirvesi için ABD’ye giderken Twitter skandal bir uygulamaya imza attı. #WeLoveErdoğan etiketi TT listesinin 1.sırasından düşürülüp silindi.



Ümid Kurdistani... O bir İran doğumlu, Kürt kökenli ve Amerikalı...

Suriye'deki Esad ile aynı dini inançları yaşıyor. Milyonlarca dolar alıyor.

Sadece Google'da yaptığı işlerden 123 milyon doları cebe indirdi. Ümid Kurdistani şu anda twitter'de İcra Kurulu Başkanı.

İşte o Ümid Kurdistani'nin en tepesinde olduğu Twitter'da önceki gün bir hashtag ortalığı kasıp kavurdu. 500 binin üzerinde "WeLove Erdogan" tweet'i atıldı. Yeryüzünde insanoğlunun yaşadığı tüm kıtalardan "Seni seviyoruz Erdoğan" diye tweet yağıyordu.
Ve tüm dünyada trend-topic olup listenin en tepesine yerleşti.
Ancak araya bir el girdi ve aniden listeden bu hashtag çıkarıldı. Tüm dünyadan binlerce tepki yağınca, tekrar açıldı ve liste başındaki yerini aldı. "WeLoveErdogan" hashtag'ı bu açılıştan sonra yine yüzbinlerce destek alınca Ümid Kurdistani'nin Twitter'ı bir kez daha kapattı.
Belli ki "Erdoğan'ı sevmek" birilerini rahatsız ediyordu.
DAEŞ terör örgütünün propaganda çağrıları Twitter'da mavi denizlerde sörf yapar gibi yüzüyordu. DAEŞ'ten gelen twitlere hiç dokunmuyorlardı. "Sosyal Medya olarak gücümüz özgürlüğümüzde" diyorlardı. Ama "Erdoğan" denince o özgürlük bir anda rafa kalkıveriyordu.

BBC, Guardian, The Times İngiliz yayın organları. Bild, Süddeutsche Zeitung ise Alman gazeteleri... İki ülke arasında 1000 km. mesafe var.
Ancak dün yukarıda bahsettiğim bu beş gazete de aynı habere imza atıyordu.
"Türkiye'ye gitmeyin" diye çağrı yapıyorlardı .
Bir değil, üç değil tam beş gazetenin de üstelik çok uzak olmalarına rağmen aynı gün aynı haberi sayfalarına taşımaları Baronların nasıl bir işbirliği yaptığının en güzel BELGESİ olarak karşımıza çıktı.
Farklı ülkelerde olsa bile Yazı İşleri tek bir merkezdi. Oradan ne gelirse onu yazardın. Çıkarlarına dokunan birini indirmek isteyip "Diktatör" ilan edeceksen, o tek Merkez tüm dünya medyasını bir günde organize edebilirdi.

Nasıl olsa karıştıracağın ülkede de işbirlikçiyerli medya da bulurdun. Dışarıda atılan "Diktatör" sloganı, içeride de kendine atlayacak gazete bulurdu. Operasyon yapılacak o ülkedeki muhalefet de zaten çantada keklikti. Muhalefet liderleri ne olduğunu anlamadan operasyona dahil olurdu. Bazen ne olduğunu anlayanları da özellikle muhalefetin başına getirirdin.

Onlara ulaşacak operasyonel güçleri çoktu, montaj setleri ve vtr haline getirecek kasetleri çoktu.
Adamın biri diyor ki;
"ABD'de enerji sıkıntısı yaşandığı zaman, Irak'a birlik çıkartıldı. Hangi ülke stratejik kaynaklarını kendi denetimi altına almak istese, ABD onun tekrar ulus aşırı şirketlerin denetimine girmesine çalışıyor.

Bunun için bütün yollardan, örneğin;
isyanlardan, devrimlerden ve darbelerden faydalanıyor."

Bitmiyor adam devam ediyor;
"Bu darbelerin çeşitli mekanizmaları uygulanıyor. Yerli ülkenin basınına, iktidar çevrelerine, muhalefete, hoşnutsuz askerlere, öğrenci topluluklarına, ulusal azınlıkların kurumlarına v.b. etki edip, nifak tohumu atılıyor."
Ve adam noktayı koyuyor;
"Nifak tohumlarından sonra genellikle 'DİKTATÖR', 'İNSAN HAKLARI-HUKUK', 'SİYASİ SUÇLU', 'DEMOKRASİNİN SAĞLANMASI' gibi terimler kullanılıyor. Sade insanın bilinci bu hileli yönlendirmelerden şaşkına dönüyor ve kitle kendi ülkesini yabancılara teslim ediyor."
Bu iddialı konuşmayı yapan adamımızın adı Ray McGovern....
1960-1990 yılları arasında tam 30 yıl CIA'da görev yapmış biri, yani boş adam değil.
"KENDİ ÜLKELERİNİ YABANCILARA TESLİM EDENLERİ" müthiş bir şekilde özetliyor.

Nasıl operasyonlar çekildiğini, kimlerin nasıl oltaya gelen BALIĞA döndüğünü anlatıyor. Bağımsızlık savaşı verirsen, enerji hatlarında petrol ve doğalgaz boruları ile DENETİMİ kontrol altına almaya kalkarsan, her yerden gelirler.

Twitter ile başlar, petrol şirketlerini patronu Siyonist medya Baronları ile devam eder, yerli akademisyen-muhalefet-aydınişadamı işbirlikçi kim varsa kullanırlar.

Başaramadıkları yerde de o ülkeye terör ihraç ederler. CIA Ajanı McGovern "Ülkeyi yabancılara teslim etme" modelini böyle açıklıyor. Ankara, adeta Ortadoğu'nun BAŞKENTİ oldu. Başkenti denetimi altına alan, Ortadoğu'yu da teslim altına alır. İşte tüm mesele bu!
Bekir HAZAR

'PANAMA BELGELERİ' NEDİR?DÜNYANIN KONUŞTUĞU PANAMA BELGELERİ VE OFFSHORE KAVRAMINA ÖZET BAKIŞ : Panama Papers’ ya da ‘Panama Belgeleri’, Panamalı hukuk firması Mossack Fonseca’ya ait olduğu belirtilen ve aralarında on iki dünya lideri ile çok sayıda bürokrat ve iş çevrelerinden önemli kişilerin bulunduğu para aklama, amborgoları delme ve vergi kaçırma gibi yasadışı mali faaliyetleri ortaya çıkaran, tarihin en büyüğü olmaya aday gazetecilik olayı ve toplamda 11 milyon belgeye verilen isimdir.



Belgelerde siyasilerden sanatçılara, iş adamlarından futbol yıldızlarına kadar çok ünlü isimleringeçiyor. Panama belgelerinde ilk bilgilere göre altısı halen görevde 12 hükümet ve devlet başkanının ismi var.

İlk adı ifşa olanlar adı geçenler Rusya Devlet Başkanı Putin, İzlanda Başbakanı Sigmundur David Gunnlaugsson, İngiltere Başbakanı, Pakistan'da Navaz Şerif, Suriye'den Esad, Azarbeycan'dan Aliyev, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Suudi Arabistan Kralı.

Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) Panama’da kayıtlı bir hukuk firmasının 40 yılı aşkın süredir tuttuğu kayıtlara ve belgelere ulaştı. Kuruluş, kamuoyuna ifşa edilen belgeleri, vergi cennetlerine bugüne kadar indirilmiş en büyük darbe olarak görüyor.
İngiltere’de yayınlanan Guardian gazetesi, belgelerle ilgili bilinmesi gereken 7 önemli noktayı derledi:

Mossack Fonseca nedir?
Mossack Fonseca bir hukuk firması. Şirketin verdiği hizmetler arasında offshore şirketlere (vergi muafiyetinin olduğu ülkelerde kurulan şirketler) hukuki danışmanlık vermek bulunuyor. Mosscak Fonseca, offshore şirketlere verdiği hizmeti yıllık olarak faturalandırıyor. Şirket aynı zamanda varlık yönetimi de yapıyor.
Şirket nerede?
Mossack Fonseca’nın ticari sicili Panama’da bulunuyor. Ancak şirket uluslararası ölçekte faaliyet gösteriyor.
Mossack Fonseca’nın ticari sicili Panama’da. Ancak şirket operasyonları küresel düzeyde. Mossack Fonseca’nın internet sitesinde 42 ülkede toplam 600 kişilik bir ekibin bulunduğu ifade ediliyor. Ayrıca dünyanın farklı yerlerinde satış yetkilileri de (franchise) bulunuyor. Şirket İsviçre, Kıbrıs ve Virgin Adaları gibi ‘vergi cenneti’ olarak bilinen ülkelerde yoğun faaliyet gösteriyor.
Ne kadar büyük?
Mossack Fonseca, offshore şirketlere hukuki danışmanlık hizmeti sunan en büyük dördüncü şirket. Bugüne kadar 300 binden fazla şirketi farklı düzeylerde temsil etmiş durumda. Temsil edilen şirketlerin yarısından fazlasıysa vergi cenneti olarak nitelenen ülkelerde kayıtlı şirketler.
Ne kadar belge sızdırıldı?
ICIJ araştırması bugüne kadar gerçekleşen en büyük doküman sızıntısı olarak kabul ediliyor. 2010’daki WikiLeaks ve 2013’teki Edward Snowden sızıntılarından daha büyük bir belge sızıntısı yaşandı. Toplamda 11,5 milyon Mossack Fonseca dokümanı sızdırıldı. Dosyaların toplam boyutu 2,6 terabayt idi.
Sayılarla Panama Belgeleri
11,5 milyon
belge sızdırıldı
12 emekli ya da hala görevde olan ülke liderinin adı vergi cennetleri belgelerinde geçiyor.
2 milyar $’lık şaibeli para transferi Putin’in yakın çevresi tarafından gerçekleştirilmiş.
500’den fazla banka şaibeli küresel işlemlere aracılık etmiş.
Kaynak: ICIJ
Offshore şirketleri kullananlar sahtekar mıdır?
Hayır, offshore şirketleri ve yapılanmaları kullanmak uluslararası hukuku ihlal anlamına gelmiyor. Birçok ülkede işadamları yönetilen kur rejimlerinden korunmak için paralarını offshore şirketlerde tutmayı tercih ediyor. Bazı işadamları ise vasiyet planlamaları için offshore hizmetlerinden faydalanıyor.
Sahtekarlar offshore şirketlerini kullanır mı?
Evet, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, offshore şirketler aracılığıyla vergiden kaçmanın yolsuzluk kapsamında değerlendirildiğini söylemiş vevergi cennetlerindeki gizlilikle mücadele ettiklerini ifade etmişti. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD) bünyesinde vergi cennetlerindeki gizliliğin ortadan kaldırılması ve bilgi paylaşımının artırılması adına da girişimlerde bulunuluyor.
Mossack Fonseca sızan belgeler için ne diyor?
Herhangi bir yasayı çiğnemediğini iddia eden şirket, “Hizmetlerimizin istismar edilmesi üzüntü vericidir” dedi.Şirketin kurulduğundan bu yana kara para aklamayla mücadele anlamında tüm yetkililerle işbirliği yaptığını belirten Mossack Fonseca yönetimi, aracıların yaptığı işlemler nedeniyle kendilerinin suçlanamayacağını da savunuyor.
BBC TÜRKÇE


Dün sızdırılan "Panama Belgeleri (Panama Papers)", aniden tüm dünyanın gündemi oldu. Belgelere göre, Panama merkezli ve denizaşırı firmalarla iş yapan hukuk firması Mossack Fonseca, aralarında 12 lider ve 143 politikacının da olduğu binlerce kişi için yasadışı mali faaliyetlerde bulundu; vergi kaçırmalarına ve kara para aklamalarına yardımcı oldu.
Bugüne dek yapılmış en büyük veri ifşası olan, 76 ülke ve 109 medya kuruluşundan toplam 376 gazetecinin üzerinde çalıştığı Panama Belgeleri sızıntısını kabaca toparlamaya çalışalım.

1. Offshore nedir?



Offshore nedir?
İngilizce'de kıyıdan uzak anlamına gelen offshore, ekonomide ise kaba tabir ilevergiden uzak anlamına geliyor. 
Offshore bankacılık ise Türkçe'de "Kıyı bankacılığı" olarak geçiyor. Şöyle tanımlayabiliriz; kişinin /  kurumun kendi ülkesindeki bankacılık sektörü için düzenlenmiş olan her türlü yasa ve yönetmeliklerin dışında kalan serbest bankacılığa offshore bankacılık denir.

2. Offshore sistemin ve vergi cennetlerinin kişi ve kurumlara sağladığı avantajlar şöyle:



Offshore sistemin ve vergi cennetlerinin kişi ve kurumlara sağladığı avantajlar şöyle:
Bu bölgelerde kurulan şirketler her türlü vergiden muaftır. Ayrıca yaptıkları işlemlerle ilgili kayıt tutmak ve hesap verme zorunlulukları yoktur.
Hesaplarda ise tasarruf mevduat sigorta fonlarına prim ödemezler. Daha yüksek faiz kazanımı söz konusudur.

3. Peki "vergi cenneti" ülkeler hangileri?



Peki "vergi cenneti" ülkeler hangileri?
Vergi cenneti olarak tabir edilen, verginin hiç olmadığı ülkelerin listesi 2015 Haziran ayında AB Komisyonu tarafından şu şekilde açıklanmıştı: 
Andorra, Lihtenştayn, Guernsey, Monako, Morityus, Liberya, Seyşeller, Brunei, Hong Kong, Maldivler, Cook Adaları, Nauru, Niue, Marshall Adaları, Vanuatu, Anguilla, Antigua ve Barbuda, Bahamalar, Barbados, Belize, Bermuda, İngiliz Virgin Adaları, Cayman Adaları, Grenada, Montserrat, Panama, St Vincent ve Grenadines, St Kitts ve Nevis, Turks ve Caicos, Amerikan Virgin Adaları.

4. Yüz ölçümü çok küçük olan bu ülkeler, offshore şirket ve hesaplara kapılarını açarlar.



Yüz ölçümü çok küçük olan bu ülkeler, offshore şirket ve hesaplara kapılarını açarlar.
Ve yüzbinlerce şirketin yaptığı çeşitli ödemelerden (kuruluş ücreti, işletme giderleri vs) gelir elde ederler. Bu işten ciddi para kazandıkları için de, gizliliğe son derece önem verirler.

5. Gelelim Panama Belgeleri'nin merkezine: "Mossack Fonseca"



Gelelim Panama Belgeleri'nin merkezine: "Mossack Fonseca"
Panama merkezli Mossack Fonseca, offshore şirketlere hukuki danışmanlık hizmeti veren bir hukuk firması. Hizmetlerini yıllık olarak faturalandırıyor ve aynı zamanda varlık yönetimi de yapıyor.

6. Kendi alanında dünyanın en büyük dördüncü şirketi.



Kendi alanında dünyanın en büyük dördüncü şirketi.
Bugüne kadar 300 binden fazla şirketi farklı düzeylerde temsil etmiş durumda. Temsil edilen şirketlerin yarısından fazlasıysa vergi cenneti ülkelerde kayıtlı şirketler. Mossack Fonseca'nın internet sitesinde, 42 ülkede toplam 600 kişilik bir ekibin bulunduğu ifade ediliyor.

7. Offshore yasal mıdır?



Offshore yasal mıdır?
Evet offshore yasaldır ve uluslararası kabul görür. Birçok ülkede iş insanları, yönetilen kur rejimlerinden korunmak için paralarını offshore şirketlerde tutmayı tercih ederler.

8. Peki belgelerin gündeme oturmasını sağlayan yasa dışı boyut nedir?



Peki belgelerin gündeme oturmasını sağlayan yasa dışı boyut nedir?
Offshore şirketten elde edilen gelirin gizlenmesi ve yaşanılan ülkede vergisinin ödenmemesi, kişinin sahip olduğu gerçek serveti beyan etmemesi, vergi kaçakçılığı ve yolsuzluk kapsamında değerlendirilir. Bu şirketlerin hiçbir şekilde kayıt tutma zorunlulukları da olmadığından, bu yolla kara para aklamak da kolaylıkla mümkündür.

9. Belgelere göre şirket, aralarında 12 ülke lideri ile 143 politikacının da bulunduğu binlerce kişinin vergi kaçırmasına ve kara para aklamasına yardımcı olmuş.



Belgelere göre şirket, aralarında 12 ülke lideri ile 143 politikacının da bulunduğu binlerce kişinin vergi kaçırmasına ve kara para aklamasına yardımcı olmuş.
Belgelerde Arjantin Devlet Başkanı Mauricio Macri, İzlanda Başbakanı Sigmundur Davio Gunnlaugsson, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroshenko, Rusya Devlet Başkanı Putin'in yakın arkadaşları, Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev'in ailesi, Suriye Devlet Başkanı Esad'ın kuzenleri, İngiltere Başbakanı David Cameron'ın babası, Pakistan Başbakanı Nawaz Şerif'in çocukları ve Malezya Başbakanı Necib Rizak'ın oğlu gibi isimler bulunuyor.

10. Türkiye’den de 101 şirket ve 10 müşterinin belgelerde yer aldığı iddia edilmişti.



Türkiye’den de 101 şirket ve 10 müşterinin belgelerde yer aldığı iddia edilmişti.
Epeyce filtreden geçerek yayınlanacağını anladığımız, The Guardian'ın da, "sızan belgelerin çoğu gizli olarak kalacak" dediği sızıntı için, Türkiye'den isimlerin bulunup bulunmadığını, bulunuyorsa açıklanıp açıklanmayacağını önümüzdeki zamanda göreceğiz.

11. Panama Belgeleri, bugüne kadar gerçekleşen en büyük doküman sızıntısı olarak kabul ediliyor.



Panama Belgeleri, bugüne kadar gerçekleşen en büyük doküman sızıntısı olarak kabul ediliyor.
Toplamda 11,5 milyon Mossack Fonseca dokümanı sızdırıldı ve dosyaların toplam boyutu 2,6 terabayt.
The Guardian'ın bu görseli, ne kadar belge sızdığını anlamamıza yardımcı olabilir: Panama Belgeleri, gri alanın tamamı kadar.


İbrahim Karagül'ün o yazısı:
Panama Belgeleri'nin yayınlanması beni ciddi biçimde endişelendiriyor. Çünkü bunun bir kara para operasyonu olmadığını, vergi meselesi olmadığını, kayıt dışı para trafiğini insanların gözleri önüne serme kaygısı taşımadığını, çok daha büyük bir hesabın, hesaplaşmanın, projenin uzantısı olduğunu düşünüyorum.
Bu gerçek, adres seçilen ülkelerde büyük istikrarsızlıklar, toplumsal infialler, iç isyanlar ve çatışmalar çıkarılacağı anlamına geliyor. Bu ülkeler, sızıntının arkasındaki patronların, güçlerin çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn edilmek istenecek demektir. Yeni bir kasırga, fırtına yaklaşıyor demektir. Küresel ölçekte yeni bir müdahale şekli denenecek demektir.
Yeni Kadife Devrim; Arap Baharı, Gezi terörü mü?
Hedef ülkelerin siyasal kadrosu değiştirilecek, operasyonu yürütenlerle daha uyumlu kadroların ve liderlerin önü açılacak ve o ülkeler denetim altına alınacak demektir. O ülkelerin özgürlüğü, bağımsızlığı tehdit edilecek, belki uzun süreli istikrarsızlığa sürüklenecek demektir. En azından proje böyledir, bu yönde seyredecektir. Operasyonun büyüklüğü henüz ortaya çıkmadı ama daha birkaç gün içinde bu yönde işaretler belirginleşmeye başlamıştır.
WikiLeaks belgeleri gibi, Kadife Devrim projeleri gibi, Türkiye'deki Gezi Terörü gibi, Arap Baharı'nın sabote edilmesi gibi dünyanın bazı ülkelerine yönelik yeni bir siyasal müdahalenin, yeni bir toplumsal operasyonun geleceğine hazırlıklı olmalıyız.
Dikkat edilirse, genelde bizim coğrafya, Latin Amerika, Asya ülkeleri üzerinde oynanmaktadır. Onların toplumsal hassasiyetleri provoke edilmektedir. Batı ile uyumsuz görünen, ona itiraz eden, kendi yolunu çizmeye çalışan ülkeler, liderler, siyasi kadrolar ve siyasi söylemler öne çıkarılmaktadır.
Bu bir istihbarat operasyonu
Her sızıntı bir operasyondur. Her deşifre bir siyasi projenin ve geleceğin işaretlerini verir. Bizler çoğu zaman bu tür bilgileri bir aklama, temizleme, kirli dosyaları ortadan kaldırma zannederiz. Hukuk, adalet, vicdan çerçevesinden bakarız. Öfkelerimizi, itirazlarımızı bu kişi ve ülkelere yönlendiririz.
Siz sanıyor musunuz ki; birileri bu bilgileri ele geçirip, tamamen vicdani sebeplerle, insanlık onuru ve adalet adına, büyük bir hizmet aşkıyla servis ediyor, bütün insanlığı bu çirkin sömürü düzenine isyan etmeye davet ediyor, bu yönde bir bilinç oluşturmaya çalışıyor?
Sanmayın. Temkinli olun. Hatta tedirgin olun. Operasyonu yürütenler o çirkin düzenin tam merkezindeler. Küresel finans gücünün odağındalar. Muhtemelen bir örtülü operasyon yürütüyorlar. Ve eminim ki, ABD istihbaratından İngiliz istihbaratına ve Alman istihbaratına kadar herkes bir şekilde bu işin içinde.
Kayıtdışı ekonomiyi o patronlar yönetiyor
Çünkü küresel ölçekte kayıt dışı ekonomiyi, para trafiğini bu merkezler yönetiyor. Bu işler, onların bankaları üzerinden, istihbarat organları üzerinden, taşeron şirketleri üzerinden organize ediliyor. Küresel ölçekte ekonomik çatışma bu “merkez"le dünyanın geri kalanları arasındadır. Bu anlamda gerçekten bir dünya savaşı yaşanmaktadır.
Dünya ekonomisini yönetenler, bu gücün dünyayı da yönetme gücünün kaynağı olduğunu biliyorlar. Yıllardır da dünyayı böyle yönetiyorlar. Küresel iktidarı paylaşmaya yanaşmadıkları için de çatışmalar çıkıyor. Bir türlü çözülemeyen ekonomik kriz, işte bu paylaşımın yapılamamasından, yeni ortaklara itiraz edilmesinden kaynaklanıyor. Transatlantik merkez ekonomik patronluğunu da küresel iktidarını da kimse ile paylaşmıyor.
Bu paylaşım yaşansa ekonomik kriz de çözülecek. Güç haritası netleşecek. Kaynaklar üzerindeki savaş hafifleyecek. Bu rahatlama bizim coğrafyadaki çatışmaları da büyük oranda ortadan kaldıracak. Ama öyle değil. Çatışma her geçen gün daha da sertleşiyor. Kaynaklar savaşı bizim coğrafyada harita taslaklarına dönüşüyor. Küresel çatışmanın bedelini biz ödüyoruz.
Demokrasi kartı bitti, iç isyan kartı devrede
Batı, işte bu iktidarı hiç paylaşmayan merkez, başkaldıran her güce saldırıyor. Onu zayıflatmaya, yeni bir aktörün ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyor. Bu amaçla daha önce demokrasi kartını kullanırdı. Sonra insan haklarını kullanımına açtı. Arada bir ülkelerde ekonomik krizler pazarladı ve o ülkeleri çökertti. Bunlar hep diz çöktürmeye, itaat ettirmeye dönük müdahalelerdi.
Ama 11 Eylül saldırılarından sonra ABD ve Avrupa'da bütün vatandaşlık yasaları, iç güvenlik yasaları, göçmen yasaları değiştirildi. Olağanüstü hal yasalarına benzer, insan haklarını hiçe sayan çok ağır yasalar çıkarıldı. Bu durum, demokrasi ve insan hakları kartını onlar için kullanılamaz hale getirdi.
Ama durmadılar. Hedef ülkelere iç isyanlar, ayaklanmalar servis ettiler. Gürcistan'da, Ukrayna'da Kadife Devrim müdahaleleri uygulandı. Bunlar ekonomik, jeopolitik müdahalelerdi. O ülkeler tamamen istikrarsızlaştırıldı. Ardından WikiLeaks belgeleri yayınlandı. İlk bakışta bunun insani, vicdani tarafıyla ilgilendik. Çok geçmeden işin gerçek yüzü ortaya çıktı.
Gezi, 17 Aralık, terör ve yeni dalga
Arap Baharı patladı. Bütün Arap dünyası patlamak üzereydi zaten. Otoriter yönetimler on yıllardır kitleleri baskı altında tutuyordu ve bu bir şekilde patlayacaktı. Ama ilk bakışta bir halk devrimi, özgürlük mücadelesi olarak başlayan isyanlara müdahale edildi. Onları yönettiler ve Arap Baharı'nı bile coğrafyanın istikrarsızlaştırılması yönünde kullandılar.
Türkiye'de bütün bunlar denendi. Önce Gezi terörünü planladılar. Ülkeyi Ukrayna'ya çevireceklerdi. Olmadı 17 Aralık servis edildi. Ülkeyi Mısır'a çevireceklerdi. Dikkat edin bu müdahale “yolsuzluk söylemi" üzerine kurgulandı. Başaramadılar, terörü yeniden sahaya sürdüler.
Türkiye nasılsa buna direnemezdi. Örgütler birleştirilmiş, hazırlıklar yapılmıştı. Ama Türkiye, terör konusunda şaşırtıcı bir reaksiyon gösterdi. Hiç beklenmedik bir sertlikle müdahaleye başladı. Bu oyun bozuldu. Muhtemelen şimdi yeni bir senaryo deneyecekler. Bu senaryonun siyasi söylemi 17 Aralık'ta ortaya atılmıştı zaten.
17 Aralık bir model olarak kullanılacak
Bir ayrıntıyı hatırlayın. Türkiye'de denenen her şey daha sonra küresel ölçekte deneniyor. Mesela 28 Şubat bir darbe senaryosuydu ve uluslararası bir projeydi. 11 Eylül sonrası bütün dünyada aynı yöntem denendi. Batılılar 17 Aralık modelini de, bir çok ülkede denemeye girişeceklerdir. Anlaşılıyor ki, 17 Aralık müdahalesini planlayanlarla Panama Belgeleri arasında bir bağ var. En azından söylem ortaklığı var.
Onların demokrasi, insan hakları ve değerler üzerinden bölgemize ve dünyaya söyleyecek hiçbir sözü kalmadı. Kredileri tamamen tükendi. Yeni bir yol keşfettiler. En provokatif yöntem buydu. Kitleleri harekete geçirmek için en hassas oldukları alanları istismar edeceklerdi. Zaaf alanları üzerinden projeler geliştiriyorlardı artık.
Yolsuzluklar, kayıt dışı trafik, mezhep savaşı gibi.
Dikkat edin, Panama Belgeleri bu anlamda yeni bir sürecin başlangıcı olabilir. Şimdi Rusya'yı vuruyorlar. Pakistan'ı vuruyorlar. Belki Türkiye'yi vuracaklar. Hedeflerindeki başka ülkeleri de yıpratacaklar. İşte tam o sırada içerideki operasyonel güçleri harekete geçecek, bazıları da saflıklarından bu dalgaya katılacaklar. Bütün sızıntıların bir şekilde Soros çevreleri ile bağlantılı olması da bu tezi besler nitelikte.
Trilyon dolarları onlar yönetiyor
Kara paranın patronları, kayıt dışı ekonomiyi yöneten aç gözlüler, milletlerin bu yöndeki hassasiyetlerini istismar edip, hükümranlıklarını sağlama alma derdinde. İtiraz edenleri saf dışı etme çabası içinde.
Dünya ekonomisinin yüzde ellisi kayıt dışı bana göre. Bu ekonomiyi işte bu merkezler yönetiyor. Sadece Ortadoğu'da yıllık bir trilyon dolarlık kayıt dışı para dolaşıyor ve bu parayı da onlar yönetiyor. Bütün bunlar istihbarat servisleri üzerinden yürütülüyor. Panama Belgeleri'nin de bir istihbarat operasyonu olduğunu, küresel ölçekteki ekonomik savaşın bir parçası olduğunu, hedef ülkelere yönelen siyasi ve toplumsal yıkım projeleri barındırdığını asla unutmayın.
Bu operasyonlardan o kadar çok gördük ki. Direnme hattının ülke ve millet sevgisinden geçtiğini keşfettik. Siz siz olun, bu tür senaryoları hemen sahiplenmeyin…

19.03.2016

TÜRKİYE’YE MUSALLAT OLAN TERÖR ÖRGÜTLERİNİN TARİHİ : Geşmiştede Alamutda Haşhaşiler , Günümüzde CIAmat Fetö Terör Örgütü , Fitnelerinde Gizli Kaldıkları Ölçüde Etkili Oldular.. Hasan Sabbah Fethullah Gülen Benzerliği….


Terörün tarihini Hz. Âdem’e kadar götürenler var. Ama biz o kadar eskiye gitmeyeceğiz. Sadece Türk varlığına musallat olan terör örgütlerinden söz edeceğiz.

“Haşhaşin” ve “Haşhaşinler” olarak anılan terör örgütü
bunların ilki sayılıyor. 


Hasan Sabbah, Haşhaşilik Fetö Pensilvanya Mesihi ve Alamut Mesihi Aynıdır Hasan Sabbah Fetö Arasındaki Benzerlikler

-İşe önce kendilerini dindar gösterip Eğitimden başladılar Güya barış için,dostluk için,hoşgörü için,sevgi için yeni bir dünya kuracaklardı .Gittikleri heryerde butür süslü cümlelerle küçücük çocukların fıtratına müdahale ederek onları uyuşturarak sapkın emellerine alet ettiler.

PensilvanyaCIA ortak yapımı Bi Altın Nesil yetiştirilecekti Vatikanın görünmeyen Türkiye temsilcisi Buprojenin önemli ayaklarından biriydi .Bulundukları ülkelerin devlet teşkilatlarını ele geçirmek ve o ülkelerde üst aklın nüfuz alanını genişletmek gibi ulvi bir amaçları vardı.

-Geçmişte nasılki medeniyeti yeniden inşa etmek için tesisedilen Nizamiye Medreseleri'nin karşısına Alamut Dershaneleri kurulmuşsa bugünde medeniyet birikimimizi yok edip bizi üst akla teslim etmek için FETÖ okulları inşa edilmesi Her bölgenin Reislerine karşı pilanlandı

-Dün Alamut merkezli dershanelerde Mehdi Peygamber Hasan Sabbah öğretisi için kendilerini kurban eden şehitlerin hayatları anlatılıyordu. Bugünde FETÖ için dershanelerin temel amacı Verdiği sorularla bir yerlere getirdikleri fedailerin sorgusuz intihar timleri yetiştirmekti.

-Bu öğreti yapısına göre bir fedainin tam karşılığı, Mehdi/Mesihin emri üzerine gözünü kırpmadan ölüme atlayan bir İsmaili'dir.

- Her dönemde Tüm Reislerin arkasındaiki yaverler fedaileri'idi Görevi DE ölürse şehit şayet sağ kalmayı başarırsa rütbesi yükselecekti .Haşhaşilerin'de FETÖ nünde kendi dönemlerinde içine sızmadığı kurum kuruluş kalmamıştı Dün Alamutda DAİ ler Bugün Pensilvanyadan İMAMLAR

-FETÖ örgütü Sünni" görünen ama Şia tarzı bir anlayışa sahip Mehdi/Rehbere şartsız itaat ve Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi algısı vermiş ,Pensilvanya merkezli kendini Mehdi ilan eden bu sapkın, psikopat adamın öğretileri üzerine bir eğitim düzeneği inşa edildi bu okullardan , Kendini, Devletini feda etmeye hazır binlerce terörist yetiştirildi. 
ÖRNEK :15 Temmuz günü üzerimize tank yürüten, uçaklarla bomba yağdıran Cuntacı Teföcüler..


-Diğer taraftan FETÖ okul yapısı ve işleyiş tarzı, 17 Mayıs 1860 yılında Paris'te 17 Yahudi gencin bir araya gelerek kurduğu ve akabinde paralı üstaklın baronlarından Mauricede Hirsch'in Rothschild'in finansörlüğünde Alliance Israelite Universelle okullarının aynısıdır.

1885 yılında Balkanlarda 20 okul açan Alliance Israelite örgütü 1912 yılında bu sayıyı 115'e çakırdı! Yine bu tarihlerde (1912)Fas'ta 14 okul açan örgüt 1939 yılına gelindiğinde bu sayıyı 45'e çıkarmıştır. Bu sayılar başka yerleşim bölgeleri için de geçerlidir.

-Amaç eğitim şemsiyesi altında ülkelerde istedikleri yönetim kadrolarını oluşturmaktı.Buraya dikkat! Zamanla küresel ihtilalin merkez üssü haline gelen buokullardan mezun olanların aynı zamanda İttihat Terakki Cemiyeti'nde de etkin olduklarını görüyoruz Vaktiyle Abdülhamid'i devirmek için İttihat Terakki'nin gönüllü taburlarına kayıt olan bu okullardan mezun olmuştu!



-Fethullah adlı ifsat edici ajana kurdurulmuş İslamı ifsat etme,Türkiyeyi yok etmek amaçlı, Siyonist+İngiliz, casusluk FETÖ Türkiyeyi ele geçirme örgütünün uyanamayan mensuplarının durumu, Selçuklu devletini imhada kullanılan, Müslümanlarla aynı gibidir.

-HAÇLILAR destekli Hasan Sabbahın müritleri NATO FETÖ Şakirtleri benzerliği Onlara verilen cinayet+her türlü emirleri yerine getirmektir.


-Hasan Sabbah aldığı ilmi eğitimler İslami ilimler,Astronomi,Mantık,Aritmetik alanlarında FETÖde Dini,Politika,Tiyatro eğitimleri almıştır.


-Has Sabbah hitabeti ikna kabiliyeti ile müthiş bir çekim merkezi olmuş FETÖ de Tİiyatro hitabetli,vaazları ile çekim gücü oluşturmuştur

-Haşhaşi Sabbah Alamut Kalesini eğitim merkezine dönüştürmüş müthiş bir itaat kültürü kendine bağlı “fedai” “dai” ler yetiştirmiştir.

- FETÖ de eğitim alanında dışarıdaki insanların anlayamayacağı şekilde bir itaat kültürüne bağlı “şakirtler” “abi” ler yetiştirmiştir.

31-Haşhaşi Sabbah bir ilim adamı olmasına rağmen bir aksiyoner olarak yaşamış, zamanının çoğunu örgütsel çalışmalara harcamıştır.Geride ilmi değerili eserlerden ziyade bağlılarına mesajlar içeren risaleler bırakmıştır. FETÖ de bir aksiyoner olarak yaşamakta, zamanının çoğunu
örgüt-cemaat çalışmalarına harcamış. Risaleler şeklinde eserleri ve bağlılarına şifreli mesajlarını ilettiği vaaz kayıtları vardır.Amacı İslan Dininden Peygamberimiz Hz Muhammed sav   çıkarıp , Kuranı devşirecek, Aynı Yahudilik ve Hiristiyan lar durumuna düşürecekti .




-HaşHaşi Sabbah’ın müthiş bir haber ağı ve istihbarat mekanizması vardı. Saraylarda olan en ufak hadiselerden haberdar olabiliyordu.Son olaylarında ortaya çıkardığı üzere FETÖ ve Şakirtlerin de böyle bir merakı ve derin bir istihbarat mekanizması var.

-HaşHaşi Sabbah en sonunda güvenilir liman olarak Alamut Kalesine demir atmış ve ölünceye kadar oradan ayrılmamıştır. FETÖ de hakkında açılan davalar sonucu Pensilvanya daki saray a yerleşmiş, Orada hayatına devam etmekte 16 yıl kaldığı binanın dışına çıkmamıştır.


-HaşHaşi Sabbah siyasete çok meraklıydı Siyasi her gelişmeyi takip edip pozisyon alırdı FETÖ de siyasete olup, siyasetçilerle temasdaydı.




-HaşHaşi Sabbah etrafına esrarlı ve gizem perdesi örmüştür FETÖ de STVde Sır Kapısı Sırlar Dünyası programlarında ,

-HaşHaşi Sabbah etrafına esrarlı ve gizem perdesi örmüştür .FETÖ de STVde Sır Kapısı Sırlar Dünyası programlarında bunları yansıtıyordu.

-HaşHaşi Sabbah fedailerine önemli olan, görevin yerine getirilmesidir ve bu yolda her şey mübahtır.FETÖ de sonuca gitmek için gerekirse ,Savcıda Hakimde satın alacaksınız Buyolda herşey mübahtır Yapacağı darbeyi anlatıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=TVkUa5XlqHs …


-HaşHaşi Sabbah sarayda görevler beklediği dostu sadrazam Nizamülmülk ün beklentilerini karşılamaması üzerine kendisine düşman olmuş, suikast düzenletmiş ve öldürtmüştür.FETÖ de başbakan (sadrazam) Erdoğan la yakın teşriki mesaide bulunmuş, kendisine büyük destek vermiş ,Arkasındaki CIAmat in siyasi talep ve beklentileri karşılanmayınca hala yaşamakta olduğumuz çatışmalar başlamıştır.

-Şimdi.Erdoğan’ın da Haşhaşiyyûn benzetmesi yapması da tesadüfî sayılamaz, herhalde..Çünkü, yıllarca hem ’takiyye’ anlayışını eleştirip, ’takiyye bir yapılanmaile, eline aldığı yüzbinlerce genci Abilere,Dailere,Fedailere dönüştürdüğünü gördük.

Sıkıntı verici bir durum.....Bundan sonra devam edecek olaylara karşı herkes hazır olsun.


SONUÇ :
MÜSLÜMAN Turk&Kürt halkına En büyük vahşeti,zülmü ve En çok zararı veren APO - FETÖ - PKK - ABD -DEAŞ 


Siyonist Tetikćileridir. Birdirler, Beraberdirler.





Abdullah Bin Ali

HAŞHAŞİLER 1 :
Haşhaşîler denildiğinde, akla Hasan Sabbah, onun meşhur Alamut Kalesi, bir de uyuşturduğu fedaîlerini sahte cennete sokup, kadınlarla her türlü zevki yaşattıktan sonra çıkarıp, onlara o cennete tekrar kavuşmaları için görev vermesi, fedaîlerin de “gerçek zannettiği” bu “sahte cennete” tekrar kavuşabilmek için bir an önce ölmek uğruna verilen her emri yerine getirmesi akla gelir.
Hasan Sabbah, İsmailîler veya Fatimiler adıyla bilinen ama gerçekte dünyanın en gizli örgütlerinden biri olan bir tarikatın, Meymunîlerin, İran bölgesinde yaşayan temsilcilerindendi. O tarikatına, gerçekte gizli örgüte, Haşhaşîlik boyutunu katmış ve kendine has bir fedaîler sınıfı oluşturmuştu.
MEYMUN'DAN HASAN SABBAH'A
Bu akımların temeli olan gizli tarikat MeymunîlikMeymun ile başlıyordu ve bunların tarihi, Meymun’dan Hasan Sabbah’a, ondan son Haşhaşî lideriŞeyh-ül Cebel Sinan’a kadar uzanıyor.
DİNLERE İNANMAYAN BİR DİN ALİMİ: MEYMUN
Doğu İran’da yaşayan Meymun, bir fakih (islâm fıkhı uzmanı) olarak tanınıyordu. Oysa gerçekte hiçbir dine bağlı olmayan, tersine her dini hor gören birisiydi. Yakın arkadaşları ve oluşturduğu çevresiyle bir araya geldiğinde din ile alay ediyor, bu tutumunu âdeta bir ideoloji haline getirip çevresini örgütlemeye çalışıyordu. Her gece toplanan Meymun ve çevresi, bu görüşlerini yaymak istiyorlar fakat içinde bulundukları toplum İslâm toplumu olduğu için, açıktan İslâm düşmanlığı da yapamıyorlardı.
ŞİİLİK PERDESİ ALTINDA GİZLİ FAALİYET
Meymun ve arkadaşlarının izlediği bu yol, ister istemez gizliliğe dayanıyordu. Gizliliğin dışında yaptıkları bir başka şey ise, Şiiliğin merkezi olan İran’da, sünni mezhebine karşı şiiliği savunuyor görünmekti. Şiilik, esasen yapısı nedeniyle gizli çalışmalara perde olacak yapıda bir mezhepti.
Meymun ve arkadaşları Şiilik perdesi ardında, kendilerine özel ‘toplumları yönetmek’ amacına dayalı gizli mezheplerini yaymaya çalıştılar ve bu konuda azımsanmayacak bir örgütlenmeye girdiler. İslâm toplumunda, islâm karşıtı bir akımı yaşatabilmek için, büyük bir gizlilik içeren yapılanma oluşturdular.
“BAŞKALARI NASILSA ONDAN GÖRÜN”
Meymun’un kurallarına göre, adamlarından her biri, yaşadığı çevresinin ortamına uygun bir vaziyet almak zorundaydı. Eğer dindar çevredeyse, Meymun bağlıları, herkesten çok dindar görünecek, serbest bir çevredeyse, en serbest olacaktı. Hangi çevrede olursa olsun, çevresine herkesten daha fazla uyumlu olmak Meymun bağlılarının göreviydi.
EN ÖNEMLİ HUSUS SIR TUTMAK
Dindar çevrede bulunanlar, “çevrenin güvenini” kazanmak için “herkesten fazla” ibadet ediyorlardı. Herkesten fazla namaz kılıp, oruç tutan ve takvasıyla Müslümanların takdirini kazanan Meymun bağlısı, artık “en üstün takvalı Müslüman” kabul edildikten sonra, çevresini saran ve onu “evliya sanan” Müslümanlardan uygun bulduklarına, gerçek sırlarını yavaş yavaş açıklamaya başlıyordu. Meymun’un örgütüne girenlerin gözetecekleri en önemli husus, sır tutmayı bilmeleriydi. Zaten “sevilen, çevresi olan ve sır tutmasını bilenler” tercih ediliyordu.
Meymun bu sistemi kurduktan sonra, örgüt zamanla etkinliğini artırdı. Örgüt henüz büyüme aşamasındayken, Meymun öldü. Ama ölümünden önce örgütünü de, servetini de oğlu Abdullah’a bıraktı. Meymun oğlu Abdullah, bu gizli örgütü daha sistemleştirecek ve büyük bir güç haline getirecek kişiydi.
MEYMUN'UN OĞLU ABDULLAH ÖRGÜTÜ ŞİİLİĞE DAYADI
Babasının çevresinde yetişen, felsefeyi ve maddeciliği öğrendiği kadar, yer yüzündeki bütün dinleri araştıran Meymun oğlu Abdullah, tarikat havasındaki örgütün daha yaygınlaşması için, örgütü gerçekten de tarikata dönüştürmeye karar verdi. Meymun’un kurduğu örgüt, oğlu Abdullah sayesinde Şiiliğe dayalı bir tarikata dönüştü.
Bu “yeni bir tarikat” demekti ve Abdullah, tarikatı bütün şiileri etkileyecek bir imama dayandırdı. Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatma’nın torunlarındanİmam İsmail’e...
İmam İsmail, Hz. Ali gibi ruhani sırlara ve ilime vakıftı. Oğlu, Muhammed Mektum, babasından bunları öğrenmişti. Abdullah da, bu ilimle ilgilenmiş ve bu ilimle tahsil etmiş biriydi. Bu yüzden “İmam İsmail tarikatını”oluşturmak onun için zor olmadı ve herkesi “İsmailî tarikatına” girmeye davet etti.
Böyle bir tarikata girmeye hazır potansiyel zaten vardı İran’da. Fakir ya da zengin, halk ya da devlet yöneticisi, her kesimden bu tarikata girmek için can atabilirlerdi. Çünkü tarikatın ismi cazipti. Hele Hz. Fatma’nın torunu olan bir imam tarafından öğretilen gizli bilgilere ve ruhani sırlara sahip olmak duygusu tarikata olan rağbeti artırdı.
YEDİ DERECELİ AYİN
Babasının bıraktığı “Daî” diye adlandırılan “propagandacılar”“bir havari ordusu gibi” dağılıp tarikatı ve tarikatın yeni lideri Meymun oğlu Abdullah’ı her tarafta anlatıp, insanları İsmaîlî tarikatına davet ettiler.
ŞİİLİĞİN PİRİ OLDU
Kısa zamanda Meymun oğlu Abdullah’ın “ilmi zenginliği, yüksek zekası, gösterdiği kerametler” her yerde konuşulmaya başlandı. Adı sanı bilinmeyen Meymun oğlu Abdullah, bir anda en tanınmış isim haline geldi.Şiiliğin piriydi artık ve bu manevî dünya onun ruhanî idaresine geçmişti. Tarikat kurulmuş, Meymun oğlu Abdullah, bu tarikatın ilk şeyhi olmuştu.
Tarikat İsmaîlîler adıyla büyüdü, genişledi. İsmaîlîler adıyla bilinen tarikat,“gizli ilimlere” ilgisinden dolayı Batinîler diye de tanınıyordu.
YEDİ DERECELİ AYİN
Meymun oğlu Abdullah, tarikatı yaygınlaştırmış, kitlelerin ilgisini çekecek hale getirmişti ama bunlardan daha önemli başarısı, tarikat içinde manevî labirentler oluşturması ve gerçek amaca ulaşabilmek için yedi dereceye bölümlemiş olmasıydı.
Her yerde tekkeler, zaviyeler ve şubeler açan tarikatın çekirdeğinde yer alan gizli teşkilâtın yapısı, Zerdüştlüğün gizli kurallarına çok benziyordu. Zaten yedi rakamı, Zerdüştlükte kutsaldı ve Zerdüştlükte de “yedi dereceli ayin”yapılıyordu.
Zerdüştlük mezhebinin gizli mabedlerine kabul edilecek olanlar, önce bir mağaraya sokuluyor, orada arslan, kaplan veya sırtlan gibi vahşi hayvan kılıklı hayaletlere, gerçekte illizyonizme karşı mücadele veriyorlar, binbir güçlükle bu mağarayı aşabilenler ikinci mağaraya girebiliyorlardı.
İkinci mağarada onları gök gürültülerine benzeyen korkunç sesler karşılıyordu. Birbirinden tehlikeli ve korkunç yeri mağaradan geçtikten sonraPir-i Mugan’ın huzuruna alınıyorlar ve böylece ondan mezhebin ilk kurallarını öğrenmeye başlıyorlardı.
TARİKATIN YEDİ DERECESİ
Meymun oğlu Abdullah bu sistemi kendine göre yeniden düzenleyerek tarikatını yedi dereceye ayırmıştı.
1. Müminler derecesi: Tarikatın dış yüzünü oluşturan bu derece, tarikata girmek isteyen herkese açıktı. Tarikata girmek isteyen, “bağlı olacağına söz veren” ve yemin eden herkes mümin sayılıyordu. Bu derece, tarikat mensuplarının ilk durağıydı ve bu derece tarikata alınma ve tarikatın pirine el vermekten ibaretti.
2. Yükümlüler derecesi: Birinci derecede yer alıp da, burada “yetişenler, olgunlaşanlar” arasında yetenekli olanlar, yükümlülük derecesine ulaşıyorlardı. Bunların görevi, tarikat dışında kalan topluluklara karışarak tarikatı anlatmak, “tarikata taraftar toplamaktı”. İlgilendikleri kişileri bir süre hazırladıktan sonra, uygun gördüklerini amirleriyle görüştürmekle yükümlüydüler. Bu işlerde başarılı olanlar, üçüncü dereceye yükseliyordu.
3. İzinli Daîler derecesi: Propaganda yapmaya yetki verilmiş kişilerin derecesiydi. Bunlar dışarıdan tarikata girmek isteyenleri kabul edebiliyorlar ve onlardan “İmam adına biat” alabiliyorlardı. Ayrıca tarikata girenlere“ilim ve marifet kapılarını” açıyorlar ve onlara azar azar tarikatın sırlarını aktarıyorlardı. Müminlerin derecesini yükseltenler de bunlardı.
4. Büyük Daîler derecesi: Daî-yi Ekber diye tanımlanan bu kişiler, İzinli Daîlerin amirleriydiler. İlk üç daî, bunların emiriyle hareket ediyorlardı. Bunlara “Kapı” anlamına gelen Bab deniliyordu. Bu dereceye varmış olanlar, asıl kapıdan içeriye girme hakkını kazananlardı ve bu derece, daha yüksek derecelerin kapısıydı.
5. Yudum Emenler derecesi: Büyük Daîler derecesinden sonra gelen bu derece, ilim ve marifetin kaynağı olan “Hüccet’den bir yudum ilim emmeye uygun bulunanlar” derecesiydi. Çocukların annesinin memelerinden süt emmesi gibi, bu derecedekiler ilim ve marifeti emiyorlardı. Bu dereceye varanlara Zu massa, ‘bir yudum emenler’ deniyordu.
6. Hüccet derecesi: İlim ve marifeti, kendilerinden sonra gelenlere damla damla verenlere hüccet deniliyordu. Kendisinin İmam’dan aldığı marifeti, Yudum Emenlere aktarmakla yükümlüydüler.
7. İmam derecesi: İmam, en büyük makamın sahibiydi. Doğrudan Allah ile irtibatlı olduğuna inanılan kişiydi. Gaybin ilmi ona aracısız ulaştırılıyordu.“En yüce bilgili” anlamına gelen Belâğ-ı Azam“En büyük sır” anlamına gelen Namûs-ı Ekber gibi ünvanlara sahipti. Her yaptığı, her söylediği, dine karşı bile olsa din gibi kabul görürdü. İnanışa göre, can, mal, ırz ve kader onun emrine bağlıydı. Ona yönelik ithamlar, düşmanlıklar “Allah’a yapılmış gibi” olurdu.
Bu derecelenmelere sahip tarikatın derece sahibi olanları, işlerini iyi yapan kişilerden oluşuyordu. Zaten ilimle ilgili oldukları ve âlim tanındıkları için, halkın gözünde itibar sahibi kişilerdi.
DEVLETE OPERASYON ZAMANI
Bilgileri kadar, yöntemleri de oldukça ustaydı. İnsanlara “nasıl yaklaşacaklarını”, onların “huy ve karakterlerine uygun” nasıl davranacaklarını, insanları yönlendirmesini çok iyi biliyorlardı. Bunun dışında izlenen bir başka yol, dünyada ne kadar büyük adam varsa, onların da bu tarikattan olduklarını söylemekti. İzlenen yollar kadar, bu yolları uygulayan kişiler de önemliydi ve gerçekten bu kişiler ‘işlerini çok iyi bilen’, bölgesinde en güvenilir sayılan kişilerdi.
Uzun yıllar boyunca “sessiz sedasız” faaliyet gösterdikten sonra sadece İran’da değil, başka ülkelerde de en etkili yerlere gelmişler, “devletlere, kurumlara sızmışlar”“topladıkları himmetlerle” ekonomik güç haline gelmişlerdi.
891 yılından itibaren devleti ele geçirme operasyonları başlattılar. Bu dönemde Ferec Kaşani’nin Zikreveyh adıyla başlattığı harekat, herkesin büyük bir din alimi gördüğü Zahid’in yaptıkları tarihe geçecekti. Gece gündüz namaz kılan, oruç tutan, “günde 50 rekat namaz kılınması gerektiğini” söyleyen, yeri yurdu olmayan, güneş altında yatan, takvasıyla büyük kitleleri adeta büyüleyen Zahid, bu gizli yapıyı devleti ele geçirme noktasına getiren kişiydi aynı zamanda.
Zahid’in yaptıkları insanları şaşkına uğratan türden. Günümüze de uyan çok yönleri var. Okuduğunuz zaman, “Vay canına!” diyeceğiniz, “romanı yazılsa filmi çevrilse ratingler yıkılır” diye düşüneceğiniz cinsten.

HAŞHAŞİLER 2 :
Onbirinci yüzyılda (1090 civarı) Şii bir “din adamı” olan Hasan Sabbah tarafından kurulmuş, önce İran, sonra Suriye civarında yayılmıştır. 
Hasan Sabbah, tarihin kaydettiği en vahşi, en acımasız, aynı zamanda en plânlı-programlı terörist başlarından biridir. 
1034-1124 yılları arasında yaşamıştır. Bir dönem, Büyük Selçuklu VeziriNizamülmülk’ün emrinde Selçuklu Devleti’nin hizmetine girmiş, devleti tanımış, yandaşlar edinmiş, daha sonra devletten ayrılıp Elbruz Dağı’nda kurduğu Alamut Kalesi’ne çekilmiş, dağın tepesine inşa ettiği kaleyi dünyanın ilk “Terör karargâhı”na dönüştürmüştü.
Masum gençlerin dini duygularını kullanarak ve çeşitli vaatlerde bulunarak saflarına kattı. Onları beyin yıkama operasyonundan geçirdi. Haşhaşla uyuşturup cennetle kandırarak kullandı. Kimini propagandist olarak, kimini diplomat olarak, kimini tüccar olarak, kimini de terörist olarak eğitti.
Örgütün ilk hedefi Selçuklulardı: Müritler üçer-beşer devlet kademelerine yerleşti. Selçuklu Devleti’nin şanlı veziri Nizamülmülk (Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali bin İshak et-Tûsî [1018-1092]) başta müsamaha gösterdi. Hasan Sabbah’ın asıl niyetini fark edemedi. Bu yüzden Hasan Sabbah’ın iyi eğitimli, “dindar” görünümlü müritlerine devletin bütün kademelerini açtı. Onların devlet hiyerarşisinin emrinde değil, Alamut Kalesi’nin emrinde çalıştıklarını fark ettiğinde ise iş işten geçmiş, Hasan Sabbah’ın müritleri, çoktan “devlet içinde devlet” olmuştu. 
Devlet istihbarat alamıyor, bürokrasi çalışmıyor, devletin üst kademesi hakkında, hırsızlıktan yolsuzluğa kadar envai çeşit olumsuz iddia dolaşıyor, algı operasyonlarıyla vezirler, hatta Sultan kirletiliyordu. 
Bir süre sonra gerçek tüm delilleriyle ortaya çıkıp sırlar deşifre olacak,Haşhaşiler, devlet kademelerinden hızla temizlenmeye başlanacaktı. Ne var ki, bu iş hiç de kolay değildi. Kendilerini çok iyi saklıyorlar,“vatansever” görüntü altında vatana ihanet ediyorlardı.
Ancak, “Fitne gizli kaldığı ölçüde etkili olur” (Bediüzzaman). Nitekim devlet içindeki sızmalar fark edilince, Hasan Sabbah’ın etkisi kırılmaya başladı. O da dönemin en etkin terör aracı olarak suikastlara yöneldi.
İlk hedef, Selçuklu Devleti’ni siyaset ve eğitim alanında yaptığı atılımlarla ihya eden vezir Nizamülmülk’tü. Sonra sıra Sultan Melikşah’a gelecek, nihayet Hasan Sabbah Selçuklu tahtına oturup, Şiiliği ihya edecekti.
Haşhaşin Örgütü’ne müthiş bir disiplin ve katı bir hiyerarşi hâkimdi: Her grup, liderine gözü kapalı bağlıydı. Beyni uyuşturulmuş, iradesi yok edilmiş katiller, dini bir psikoloji içinde adam öldürmeye başladılar. Bunun için ok, zehir ve hançer kullanıyorlardı. 
Tarihte kendilerinden önce pek görülmemiş bir askeri ve siyasi taktik geliştirmişlerdi: Propaganda silahı kullanıyorlar, “mağdur” ve “mazlum” rolü oynuyorlardı.
Etkin propaganda sayesinde, devleti ele geçirmek için operasyonlar yaptıklarını unutturmuşlar, durup dururken devletin üzerlerine geldiğine halkın bir kısmını inandırmışlardı.
Siyaseti ve dini taktik olarak kullanıp bir taraftan yandaşlarının sayısını sürekli artırırken, temel askeri taktik olarak da suikastlara yönelmişlerdi. Bu aynı zamanda bir güç gösterisiydi, bu gücün karşısında durulamayacağı inancını yaymaya çalışıyorlardı.
Zaman içinde bunun böyle olmadığı görüldü: Meşruiyetini milletten almayan hiçbir gücün ilânihaye etkili olamayacağı anlaşıldı.
Ama bu arada, başta Selçuklu Devleti’nin muhteşem veziri Nizamülmülkolmak üzere, pek çok değerli isim suikastlarda şehit edildiler.
Suikastı gerçekleştiren katil kaçmıyor, gülümseyerek öldürülmeyi bekliyordu. Çünkü mutlak mânada cennete gideceğine inandırılmıştı.
Hasan Sabah, arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve korku bırakarak 1124 yılında öldü. Ama “Haşhaşiler” Moğol istilasına kadar ayakta kaldılar. Nihayet, Hülagü Han, “Terörist Üretim Merkezi” olarak yıllar boyu faaliyet gösteren Alamut Kalesi’ni 1256’da yerle bir etti.
Dünyaya tek büyük armağanı da bu oldu!
YENİ AKİT / Yavuz Bahadıroğlu