29.09.2014

2023 TEN İTİBAREN TÜRKÜYE SÜPER GÜÇ OLACAK: GEORGE FREİDMAN

100 yıl hep hapı yuttuk!!!

"Suriye çökecek" dedi... Suriye çöktü. "Mısır çökecek"dedi. Mısır çöktü.
O bir kahin... O bir Gelecek Bilimcisi.
Verileri topluyor, fotoğrafları alt alta koyuyor..
Ardından nokta atışı tahminler yapıyor. "2050" adında kitap yazdı.
İsrail'de bir üniversitede profesör olarak çalışıyor.
Teknoloji ve bilişim laboratuvarlarının başkanı.
İsrail hükümetinin de danışmanı.
Adı David Passig.
Geçen yıl Şubat'ta Türkiye'ye geldi.
Ekranlara çıktı ve "Türkiye müthiş ülke" dedi.
2050'nin SÜPER GÜCÜ ilan etti bizi.
Türkiye'nin konumu stratejik olarak çok önemli.
Doğu ile Batı'nın tam ortasında.
Ortadoğu'da Osmanlı'dan kalan bir mirası var.
Bölgedeki savaşlara son verecek, tarafları barış masasına oturtacak tek GÜÇ Türkiye.
Avrupalılar ve Amerikalılar Ortadoğu'nun dilinden anlamaz.
Bunların hepsini İsrailli Profesör David Passig söylüyor.
Bunların tamamını maaş aldığı İsrail Hükümeti'ne de görevi gereği aktarıyor haliyle.
Adamlar bunu görüyor, bunu hesaplıyor. "Hızla büyüyen, enerji hatlarına inen, BÖLGESEL GÜÇ olan Türkiye" hesabı yapıyor.
Uykuları kaçıyor.
Şimdiden bunu nasıl engelleriz diye dünyanın dört bir yanında toplanıyorlar.
İsrailli Profesör David Passig "Türkiye 100 yıldır uyuyordu, bir şekilde uyutulmuştu, şimdi uyanan bir DEV"diyor.
Evet tam 100 yıldır kafamızı kuma gömdüler.
Dış Dünya ile bağlantımızı kestiler.
İçeride birbirimizle savaş ederek vakit öldürdük.
Bizi bu yönde istedikleri gibi kurguladılar.
İçeride TONLARCA adamları vardı.
Hepsi göbekten Londra'ya, New York'a, Tel Aviv'e, Baronlara ve localara bağlıydı.
Vatan hainliğinde inanılmaz bir yarış vardı.
Bunu sadece ben söylemiyorum.
Bu ülkede yıllarca milletvekilliği ve bakanlık yapmış Kamuran İnan diyor.
Devletin değişik kademelerinde tam 50 yıl görev yaptı. "50 yıl boyunca TÜRKİYE ALEYHİNE BELGE DAĞITANLARI gördüm" diyor.
Bu ihanetin içinde siyasilere da tanık olduğunu belirtiyor. İHANET edenlerin hep önü açılmış, hızla yükselmişler.
Türkiye karşıtı GÜÇLÜ LOBİLERİ anlatıyor Kamuran İnan.
İçimizdeki İNGİLİZLER, içimizdeki İsrailliler'i anlattık hep bu sütunlarda.
Bu ülkede devleti yönetip, içeridekileri aşamadığını belirten bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ bakanı var ortada."Yabancı partilere çalışan, medya ile görüşen toplam 407 dernek var" diyor.
Evet bu ülkede faaliyet gösteren ve Türkiye aleyhine dışarıya ÖPÜCÜK gönderen, belge sızdıran 407 dernek...
Ve ÜRKÜTÜCÜ bir rakam veriyor Kamuran İnan; "Bu değişik dernekler ve çeşitli örgütler çerçevesinde devlet aleyhinde faaliyet gösteren 205 bin insan mevcut. Hepsi de TÜRK!"
407 dernek, 205 bin insan ve İHANET...
Böyle bir kapasite bu ülkede olduğu sürece HEP GELECEKLER...
Önemli olan bizim ne yapacağımız.
100 yıldır uyutulduğumuz gibi aynen mışıl mışıl mı?
Yoksa son 10 yıldaki uyanışa devam mı?
Adamların "Türkiye 2050'de süper güç" diye dövünüp uykuları kaçıyor.
Biz tekrar uyutulmak için içeriden OPERASYON HAPLARI'na talim ediyoruz.
Ne yapalım?
Süper GÜÇ'süzlüğe dönelim mi?
HAPI YUTALIM MI?



 Hem Türk Cumhuriyetlerini hem de Arap dünyasını etrafını toplayarak BİRLİK kuracak. Türkler tarih sahnesine İMPARATORLUK olarak dönecek" Ve tarih de veriyor Freidman.
 Bu Enternasyonel Gücün karşısında hiçbir Batılı güç duramaz ! Şimdi anladınız mı neden bizlere engel olunduğunu ?
Kurulacak olan Siyasi Birliğin
Nüfusu : 1 Milyar 632 Milyon
Ekonomi : 106 Trilyon Dolar
Aktif Asker : 13.5 Milyon.


 İçeride birbirimizi boğazladığımız için dünyayı anlayamıyoruz.
Çünkü kendimizle didişmekten dışarıya ayıracak zaman bulamıyoruz.
Ne zaman dünyaya açılsak bir EL devreye giriyor.
Saat gibi bizi tekrar horoz dövüşüne kuruyor.
Halbuki dünyada çıkarlar savaşı var.
Komünist ÇİN fena geliyor.
MAO'nun çocukları kapitalist dünyayı PARA ile esir almaya hazırlanıyor.
Çin parası YUAN'ın değeri çok düşük.
Mallarının ihracatını artırıyor bu değer.
Dünya YUAN'ın değerini yükseltmek için ÇİN'le savaşıyor.
Ve dünün aç-sefil ÇİN'i sadece ABD'den 1 trilyon dolarlık şirket hissesi alıyor.
1 trilyon doları bir çekse ABD çökecek.
Rakamlar ve ekonomik savaş ABD'li PARA baronlarını da dehşete düşürüyor.
Onların uykularını kaçıran bir ülke de Türkiye.
Türkiye ve Çin'i 6 yıl sonra dünyanın SÜPER GÜCÜ olarak görüyorlar. İşte bu düşünce ile hamle üzerine hamle yapıyorlar.
Türkiye'ye yapılan saldırıların tamamında bu gerçek var. İsrail devletine çalışan Prof.
David Passig'i önceki gün yazmıştım.
2050 adlı kitabın yazarı Prof. Passig "Türkiye süper güç" diyordu.
Bugün size George Freidman'dan bahsedeceğim.
O bir ABD'li NEOCON ahalisinden...
Macaristan doğumlu bir Yahudi.
Ekonomi, siyaset, ordular konusunda akademik geçmişi olan bir uzman.
Harp okullarındada, Milli Savunma Üniversitelerinde dersler veriyor.
Staretejik tahminler yapan, CIA'ya bilgi yağdıran STRATFOR'un da kurucusu.
Freidman ABD başkanlarına da danışmanlık yapıyor.

Ve diyor ki; "Rusya çökecek, Çin büyük bir kriz yaşayacak, Almanya-Fransa ortaklığı dağılacak."
Ekliyor Freidman; "Türkiye SÜPER GÜÇ olacak.
Hem Türk Cumhuriyetlerini hem de Arap dünyasını etrafını toplayarak BİRLİK kuracak.
Türkler tarih sahnesine İMPARATORLUK olarak dönecek"
Ve tarih de veriyor Freidman.
2040 yılında bu ülkenin bölgesinde ve dünyada SÜPER BİR GÜÇ olacağı konusunda bas bas bağırıyor.
Türkiye'nin İslam coğrafyasındaki gücü belli.
Balkanlarda Arnavutluk, hatta Sırbistan'la bile ilişkileri gelişiyor.
Kafkaslarda Gürcistan ve Azerbaycan ile ittifak kurdu.
Türkiye doğası gereği lider bir ülke.
Bu sözlerin tamamı CIA'ya çalışan uzman Freidman'a ait.
Bölgede benzerimizin olmadığını söylüyor.
Şimdiden "BÜYÜK TÜRKİYE İMPARATORLUĞU" öngörüsünün temellerinin atıldığını belirtiyor.
Canlı bir ekonomi, güçlü bir ordu.
Stratejik konum mükemmel.
SÜPER GÜÇ olmak için her şey var.
Gelecekte Osmanlı'da olduğu gibi biraz farklı yapıda da olsa bir çok bölgelere valiler atayabilir. Araplar'ın Türkiye'ye bakışı bir tür aşk nefret ilişkisi.
BATI'yı değil Türkiye'yi tercih ederler.
Orduları çok zayıf.
Arapların en büyük sorunu onları yönlendirecek dış gücün kim olacağı.
Türkiye bu coğrafyada tercih sıralamasında daima birinci GÜÇ.
İşte bunları söylüyor Freidman.
Ama bir sıkıntıya dikkat çekiyor. Diyor ki, "Türkiye'nin önündeki engel dışsal tehditler değildir.
En büyük engelleri İÇSEL TEHDİTLERDİR".

BİNGO...

Ne zaman söylüyor bunları Freidman...

Tam dört yıl önce 2010 senesinde.

İşte Çin'le boğuşan BARONLAR ve Türkiye'nin Süper GÜÇ olmasından korkan PARADORLAR, Faizci tefeci Bankerler, PETRODORLAR Freidman'ın öngördüğü İÇ TEHDİDE sarıldı son yıllarda. İÇERİDEN geliyorlar... Ve hep İÇERİDEN gelecekler.

Çünkü BÜYÜK TÜRKİYE'yi durdurmanın tek yolu İHANET.

Osmanlı'yı da böyle içeriden yıkmadılar mı
?

BEKİR HAZAR - TAKVİM
29 Ocak 2
İsrail devleti , üçüncü kez tarih sahnesinden silinmemek üzere David modelinin alternatifi olarak Pers modelini yavaş yavaş Türkiye üzerinden Yeni Osmanlı yapılanmasına doğru zorlarken ,Türkiye’de Avrupa’dan koparılarak güneye doğru iteklenmekte ve ABD ve Avrupa’daki Yahudi lobileri tarafından İsrail’in güvenliği doğrultusunda komşularıyla savaşa doğru sürüklenmektedir . Bu durum önce Irak ile denenmiş , Türkiye Irak ile savaşmayınca şimdi Suriye ile denenmeğe çalışılmakta ama asıl olarak İran’a yönelik bir süreç Suriye üzerinden tezgahlanarak ve Türkiye bir büyük savaşa doğru Şii-Sünni-Alevi çekişmeleri kışkırtılarak David ve Pers modelleri doğrultusunda sonuç alınmağa çalışılmaktadır . Bölgede terörün desteklenmesiyle Orta Doğu devletleri birbirleriyle savaştırılmağa çalışılırken , asıl olarak bütün bölge devletlerinin parçalanmaları hedeflenmektedir . İsrail ile beraber Ürdün ve Lübnan gibi küçük devletçikler , Mısır,Türkiye,Suriye,Irak,Arabistan ve İran’ın toprakları üzerinde oluşturulmağa çalışılmakta ,böylece önce David modeli doğrultusunda bir Büyük İsrail devleti Orta Doğu federasyonu olarak gerçekleştirilmeğe çalışılmaktadır . Eğer bu proje terör ve savaş senaryoları ile gerçekleştirilemezse o zaman , Türkiye Cumhuriyeti içeriden ele geçirilerek , Türkiye’ye yerleşecek batılı Yahudi lobileri Dışa karşı bir büyük Türkiye yapılanmasını gene Türkiye üzerinden gerçekleştirmeğe çalışacaklar ve böylesine büyük bir bölgesel siyasal yapılanma modeli ,eski Osmanlı ülkelerine Yeni Osmanlı yapılanması olarak empoze edilecektir . David modelinin yerini Yeni Osmanlı görünümünde Pers modeli alacaktır .

Bu yoruma doğru değil demek elde mi? Ama ne varki millet neyin ne olduğunu anlayamayacak ya da anlamayacak kadar garip bir halde ... Kendi aklını kullanamazsan başkasının aklına muhtaç kalır ve onun istediği gibi yönetilir /yönlendirilirsin diye boşa denilmemiş.

Millete çok güzel yutturulan bir cümlede şu; yav arkadaş sanane sen mi kurtaracaksın bu ülkeyi ; bir diğeri de banane (ya da sanane ) siyasetten ben oyumu veririm gerisi beni ilgilendirmez anlayışı... Sonrada nereye gidiyor bu ülke diye veryansın... Söylenecek çok şey var ama ne anlatsan bir kulaktan giriyor diğerinden çıkıyor 
http://www.bitturk.net/images/smilies/wink.gif

2050 mi ? 2023 mü? bilmem ama şunu biliyorum ki , kim düşünür, geleceği planlar ve çalışırsa o kazanır! Yılının ne olduğu önemli değil !
 
 İsrail vatandaşı olan jeopolitik alanında uzman bir bilim adamı tarafından kaleme alınmasıdır . Bu çerçevede , o ülkenin ve toplumun bakış açısını yansıtmakta ve devletin en üst kademesinde bir danışman olarak da İsrail devletinin bölgedeki ve dünyadaki gelişmeler karşısındaki bakış açısını ortaya koymaktadır. Şimdiye kadar, Amerika Birleşik Devletleri ya da ABD’deki Yahudi lobileri üzerinden İsrail devletinin politikaları ve uygulamaları anlaşılmağa çalışılmış, ve bu doğrultuda daha çok ABD ya da Avrupa ülkelerinde yaşayan ya da görevli bulunan Yahudi asıllı uzman ya da bilim adamlarının yazdığı kitaplar ve makalelerden hareket ederek İsrail olgusu anlaşılmağa çalışılmış ,bu doğrultuda geliştirilen yaklaşımlar zaman zaman gerçeklere uymuş bazen da ters düşmüştür . İsrail’in dış dünyaya karşı kapalı bir kutu konumunda bulunması ,İsrail kaynaklı haber ya da yazıların birbirini tutmaması gibi durumlarda dünya ülkeleriyle beraber Türkiye’de Orta Doğu’daki gelişmeleri izlemekte ya da değerlendirmekte zorlanmış ve bu yüzden merkezi coğrafyada kalıcı barışa dönük girişimler sonuçsuz kalmıştır .Basın ve medya organları üzerinden yansıtılan haber ve yorumların taraflı olması nedeniyle , gerçekçi değerlendirmelere ulaşılamamış ve bu yüzden de bölgedeki terör ve savaş süreçlerinin önlerine geçilememiştir . Bu olumsuz durumdan kurtulabilmek için ,bilim adamlarının ya da uzmanların hazırladığı raporlara ya da kitaplara daha çok gereksinme duyulmuştur.İşte David Passig’in “2050” isimli kitabının böylesine bir boşluğu doldurduğu bugünün koşullarında doldurdurduğu görülmekte ve İsrail politikalarının , siyasal empati yöntemleriyle daha yakından izlenebilmesine ya da anlaşılabilmesine önemli katkılar getirmektedir . Böylesine bir kitabın yayınlanmasından sonra , Orta Doğu’nun geleceği daha açık ve net olarak görülebilecek ve bu tablo içerisinde İsrail’in durumu ya da giderek değişmeler gösteren jeopolitik konumu gerçekci ve bilimsel yöntemler kullanılarak netleştirilebilecektir . Bu kitapta ileri sürülen görüşler ve okuyucuya aktarılan bilgiler ele alınmadan Orta Doğu ya da İsrail’in geleceği ile ilgili kesin görüşlere varmak ya da değerlendirme yapmak çok zor olacaktır .



İsrail devleti 1948 yılında kurulduğu için , 2048 yılında yüzüncü yılına ulaşabilecektir . Türkiye Cumhuriyeti ise , 1923 yılında kurulmuş olan bir merkezi devlet olarak 2023 yılında bir asırı geride bırakarak yüzüncü yılına erişmiş olacaktır . David Passig 2050 yılını kitabına başlık olarak alırken , vatandaşı olduğu devletin bir asırı geride bırakmasına önem verdiği anlaşılmaktadır . Orta Doğu tarihi açısından bu küçük devletin konumu ele alındığında , kutsal ilan edilen bu topraklarda üçüncü kez bir Yahudi devletinin kurulmuş olduğu görülmekte ve bu yüzden Yahudiler açısından çok büyük zorluklarla mücadele edilerek üçüncü kez kurulmuş olan İsrail devletinin kalıcılığına öncelikle önem verildiği ve geleceğe ancak yüzyılı geride bırakmış bir İsrail devleti ile bakabilecekleri anlaşılmaktadır . Tarihte Mezopotamya’dan gelen Babil krallığı ve Avrupa’dan gelen Roma imparatorluğu gibi iki büyük siyasal güç tarafından yıkılmış olan İsrail devletinin , üçüncü kez kurulurken kalıcı olmağa öncelik verdiği ve bu yüzden de bütün Orta Doğu bölgesinin İsrail merkezli olarak yeniden düzenlenmesine önem verdiği anlaşılmaktadır . Kurulduğundan bu yana sürekli olarak savaşan bu küçük devlet , ancak 2050 yılından sonra dünyaya kalıcı olarak bakabileceğini , kitabın yazarı ortaya koymaktadır . Yirmi birinci yüzyılın ortalarına kadar savaş sürecinin devam edebileceği ve bu arada 2020 yılında İsrail Suriye ve Türkiye Rusya savaşlarının çıkabileceği , 2050 yılında ise bir Japonya savaşının gündeme gelebileceği ve Türkiye ile Japonya’nın , Asya’nın en batı ve en doğu ülkeleri olarak bir araya gelecekleri ve bu doğrultuda geliştirecekleri yeni siyasal eksen sayesinde Çin,Rusya,Hindistan ve İran gibi büyük Asya ülkelerine karşı yeni bir denge düzeni kurabilecekleri öne sürülmektedir . Böylece , İsrail ve Orta Doğu bölgesinin gelecekleri Asya kıtasındaki dengelere bağlanmakta ve bugünkü batı bloku ile İsrail arasındaki ilişki düzeninin geride kalabileceği ifade edilmektedir .



2050 isimli kitabın Türkiye’de yayınlanmasından sonra , bir Türk televizyonundaki programa katılan David Passig , açıkça Orta Doğu’nun geleceğinde Türkiye’nin İsrail’den daha fazla öneme sahip olduğunu söyleyerek Türk kamuoyunu bir İsrail’li bilim adamı olarak yönlendirmeğe çalışmıştır. Soğuk savaş döneminde ABD desteği ile kurulan İsrail yarım yüzyılı savaşarak geçirdikten sonra yeni dönemde kendisinin merkezinde yer alacağı bir Orta Doğu düzenini gene ABD desteği ile oluşturmağa çalışırken aslında , Türkiye’nin bölge ağırlıklı politikaları ile karşı karşıya gelmiş ve batı bloku üzerinden geliştirilmiş olan Türkiye ve İsrail ittifakının , yeni dönemde eskisi gibi kolay olmayacağı ,şimdiye kadar kamuoyundan gizlenmiş olan çelişkiler ve çatışmaların yavaş yavaş suyun üzerine çıktığı bir aşamada , iyice bu iki ülkenin karşı karşıya gelmemesi için İsrail’li uzmanın Türk kamuoyunu yeniden kendi ülkesi açısından kazanabilme doğrultusunda , olumlu görünen yeni yaklaşımlarını sergilemeğe çalıştığı görülmüştür . David Passig , Türkiye’nin gelecekte çok büyüyeceğini ve eski Osmanlı hinterlandında etkisini artırdıktan sonra Ukrayna ve Kazakistan gibi iki büyük ülke ile yan yana gelerek Rusya , İran ve Çin üçgenine karşı yeni dengeler oluşturabileceğini ifade etmiştir . Son yıllarda birbiri ardı sıra gündeme gelen olumsuz siyasal gelişmelerin dıştan sağlanan destekler ile Türkiye’yi bölünmeye doğru zorlaması , ayrıca dini cemaatların dışarıdan desteklenerek Türkiye’deki laik devlet düzeninin ortadan kaldırılmak istenmesi , ve en önemlisi Türkiye’nin önce Irak sonra da Suriye ve İran gibi iki büyük komşusu ile batı bloku ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda savaşlara sürüklenmesi gibi olumsuz durumlar , Türkiye’de çok büyük olumsuz tepkilere neden olurken , Türk başbakanının açıkca İsrail’e Davos toplantısında “One minute “ tavrı geliştirmesi , Türk halkında yaşananlara tepki olarak gizlice gelişen “yeter artık “ duygusunun açığa çıkmasını sağlamıştır . David Passig’in kitabı sanki , Türk başbakanının bu tepkisinin izlerini silmek ve Orta Doğu üzerinden İsrail merkezli politikaların Türkiye’yi zor durumlara sürükleyerek , Türklerde hızla gelişen ABD ve İsrail karşıtlığı gibi olumsuz bir imajı düzeltme girişimi olarak hazırlanmış görünmektedir .Passig televizyon programında Türkleri yeniden kazanmağa çalışmış ve Türkiye’yi Orta Doğu bölgesinin gelecekteki yıldızı olarak ilan etmiştir .



Amerika Birleşik Devletlerinin gelecekte güç kaybederek zayıflayacağını , Avrupa Birliğinin ise bir kıtasal birlik oluşturamadan dağılacağını öne süren bu İsrail’li uzman , Türkiye’yi geleceğin süper gücü olarak ilan etmiş ve özellikle Orta Doğu’da Rusya ve İran gibi iki büyük devlete karşı yeni dengeleri bir süper güç olarak Türkiye’nin kurabileceğini açıklamıştır . Osmanlı imparatorluğu sonrasında kurulmuş olan bütün Orta Doğu devletlerini ciddiye almayan ve bunları geçici yapılanmalar olarak gören Passig , Türkiye Cumhuriyetini ise tamamen tersi bir doğrultuda bölgenin kalıcı büyük gücü olarak gördüğünü söylemiştir . Avrasya bölgesinin zaman içerisinde süper gücü konumuna gelecek bir Türkiye’nin hem Türk dünyası hem de İslam dünyası üzerinden gücünü merkezi bölgede de hissettireceğini ve böylece Orta Doğu’da bir barış düzeni kurulabileceğini belirtmiştir . Tarihin akışı içerisinde Türkiye’nin öne çıkacağını ,Türkiye Cumhuriyetinin merkezi bir güç olarak doğu ile batı arasındaki ilişkileri yeniden dengeleyebileceğini öne sürmüştür .Kitabında öne sürdüğü düşünceleri savunan Passig , Orta Doğu’nun geleceğinde İsrail’den daha çok Türkiye’nin etkili bir rol oynayacağını dile getirmiştir . İsrail’in küçük devlet olduğu için Orta Doğu’ya egemen olmak açısından yetersiz kalacağını ama bölgenin büyük devleti olarak Türkiye’nin yeni Orta Doğu düzeninin kurulmasında ana belirleyici güç olacağını ifade etmekten çekinmemiştir . Türkiye’nin tıpkı Osmanlı gibi tarihsel eski misyonuna geri dönerek , bölge için merkez ve belirleyici güç olacağını bir İsrail devleti görevlisi olarak hem kitabında yazmış hem de Türk medyasında açıklamıştır . İsrail’in Türkiye’nin güçlü bir devlet olarak güneyindeki Orta Doğu bölgesinde etkili olmasını ,savaşların önlenmesi açısından gerekli gördüğünü söylerken ,bir anlamda da Türk devletini komşularıyla yeni bir savaş sürecinde karşı karşıya getirmiştir .



2050 yılını , Yahudi devletinin kuruluşundan yüz yıl sonrası için bir stratejik hedef olarak kitabına isim yapan Passig , geçmişten gelen bilgi birikimini de tarihten gelen dersler olarak tarihsel mantık başlığı altında kitabının girişinde ortaya koymuştur . İsrail’in üçüncü kez kurulmasında etkili olan tarihsel mirasın kitabın başında açıkca ifade edilmesi bölge ile çatışma halinde olan bu Yahudi devletinin sahip olduğu siyasal birikimin anlaşılabilmesi açısından yararlı ipuçları vermektedir . Kutsal kitaplarında belirtilen vaat edilmiş toprakların asıl sahibi olarak kendilerini gören Musevilerin bu hedeflerini koruma doğrultusunda hareket ettikleri tarih ile beraber coğrafyayı da bu doğrultuda değerlendirmeğe çalıştıkları görülmektedir . Teritoryal anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulmasında tarih kadar coğrafya bilgisinin de kullanılması , İsrail devletini kuranların ciddi bir jeopolitik birikime sahip olduklarını göstermektedir . David Passig bu konulara kitabının ilk bölümlerinde yer verirken ,aynı zamanda değişen dünyanın yeni koşullarını dikkate alarak jeopolitiğin yeni ve değişken kuralları doğrultusunda İsrail’in Orta Doğu’daki konumunu anlatmağa çalışmıştır . Zaman faktörünü öne alan değerlendirmeler yaparken , değişen dünyanın öne çıkardığı yeni tabloların gerçekci değerlendirmeler ile anlatılmağa çalışıldığı görülmektedir . Özellikle , jeopolitik biliminin değişken unsurları olan demografi ile beraber teknoloji zaman faktörü içerisinde ele alınırken , İsrail ve Orta Doğu’nun geleceği için gerçekci değerlendirmeler yapılmıştır .Aynı zamanda ekonomi alanı da değişken bir unsur olarak ele alınırken , dünyanın gelecekteki enerji,maden ve diğer kaynakları dikkate alınmıştır . Bu çerçevede , dünyanın merkezine İsrail merkezli olarak bakamayan David Passig , Türkiye’yi geleceğin dev ülkesi olarak ilan etmiş ve İsrail’in boşluğunu Türkiye ile doldurmağa çalışmıştır . Küçük ülke olan İsrail ile dünya dengelerinin merkezde yönlendirilmesinin mümkün olamayacağı ortaya çıktığı için , bu dengelerin yeniden kurulmasında merkezi büyük ülke olarak Türkiye’nin öne çıkarılmak istendiğini , kitabın yazarı açıkca ortaya koymaktadır .



David Passig , kitabının üçüncü bölümünde geleceğin süper güçlerini sayarken ,ABD ve Rusya ile beraber Türkiye Cumhuriyetine de yer vermiş ama Çin gibi bir büyük dev ülkeyi bu bölümde dikkate almamıştır . ABD’yi hem geleceğin süper güçleri arasına alan ama aynı zamanda bu büyük ülkenin güney eyaletlerinin yakın zamanda koparak Meksika ile birleşeceğini öne süren yazar Amerika’nın gelecekteki konumu açısından çelişkili yorumlardan kurtulamamıştır . ABD üzerinden bir dünya hegemonyasının korunması isteği İsrail açısından da öne çıkarken , bu ülkenin aynı zamanda parçalanacağının kabül edilmesi de gelecekte ABD’siz bir dünya düzeni olabileceği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır . Rusya’yı yeni dönemde de dünyanın süper güçleri arasına koyan yazar , bu büyük devletin ABD ile yeni bir soğuk savaşa girişeceğini ,2020 yılında İsrail Suriye ile savaşırken , Rusya’nın da Türkiye ile savaşacağını açıkca öne sürmüştür . Mısır ,Suudi Arabistan ,Suriye ve Ürdün gibi ülkeleri Orta Doğu’nun geleceği açısından ele alarak değerlendirmeler yapan yazar , kitabında İran’a yer vermeyerek gerçekci olmayan bir yaklaşım izlemiştir . İsrail’in Orta Doğu egemenliği açısından Türkiye ve İran’ın karşılıklı olarak savaştırılması yıllardır hedeflenmesine rağmen , sanki böyle bir durum yokmuş gibi bir yaklaşımın kitapta sergilenmesi , bu yapıtın inandırıcılığı açısından son derece olumsuz ve eksik bir tutum olmuştur . Yirmi birinci yüzyılda yeni bir Orta Doğu düzeni oluşturulurken , İran yokmuş gibi davranmak ancak kamuoyunu yanıltmak açısından değerlendirilebilecektir . Böyle bir davranış ise , Türkiye’nin pohpohlanmasıyla İran engelinin aşılmak istendiğini ortaya çıkarmaktadır . Asya’nın en ucundaki ada ülkesi olan Japonya bile Orta Doğu’nun geleceği açısından incelenirken , İran’ın ele alınmaması ya da yok sayılması kitabın inandırıcılığını sarsmaktadır .



2050 isimli kitabın en ilginç bölümü ise , yeni yüzyılda değişen İsrail jeopolitiğinin ele alındığı , Yahudilerin kanıtlanabilen tarihi ile beraber bu toplumun kökenleri , kimlik sorunu , fiziksel varoluş kaygıları ile beraber coğrafi sınırları ve ülkenin topografik hatlarının incelendiği beşinci bölümdür . Bugünkü İsrail olgusu anlatılırken , eski çağlarda kurulmuş olan birinci ve ikinci İsrail devletleri ele alınmakta ,bunların kuruluş süreçleri ve düzenleri incelerek , yıkılma ve dağılma durumları üzerinde durulmaktadır . Süper güçler ve bölge devletleri karşısında İsrail’in durumu jeopolitik değerlendirmeler yolu ile ortaya konulurken , dünyanın merkezi coğrafyasında ve kutsal ilan edilen topraklarda bir Yahudi devletinin var olma modelleri üzerinde durulmaktadır . Tamamen bağımsız bir ülke olarak İsrail’in varolmasını David modeli olarak açıklayan yazar ,Kral Davut adına bu ismin geliştirildiğini söylemektedir . İkinci seçenek olarak bir imparatorluğun parçası ya da yenilmiş bir müttefik ya da yarı özerk bir eyalet olarak varlığını koruma modelini ikinci var olma biçimi olarak dile getirmektedir . Pers imparatorluğunun bütün Orta Doğu’yu işgal ettiği zaman ,Yahudilerin bu büyük devlete bağlı olarak bir eyalet konumundaki yaşam düzenlerini ikinci modele örnek göstermekte ve buna Pers modeli adını vermektedir .Üçüncü modelde ise İsrail tamamen yokolur ,özerkliğini kaybeder ve vatandaşları sürgüne gönderilir ki , bu duruma da Babil modeli adını vermektedir . Aslında Roma modeli de denebilecek bu üçüncü modeli önlemek üzere , İsrail’in önce David modeli ile bağımsız bir devlet olarak ayakta kalma yollarını deneyeceği ama bunda başarılı olamazsa o zaman da Pers imparatorluğu ya da Osmanlı dönemindeki gibi bir Filistin ya da İsrail eyaleti olarak Pers modeli adını verdiği ikinci bir alternatif yol ile varlığını sürdürmeğe çalışacağı kitapta öne sürülmektedir . İsrail merkezli bir yeni Orta Doğu federasyonunu ya da büyük devletini Yahudilerin oluşturamaması durumunda , Persler zamanında olduğu gibi bir bölgesel büyük devletin içinde küçük Yahudi devletinin de bir eyalet olarak varlığını sürdürebileceği gene aynı kitapta ifade edilmektedir .Babil,Pers,Roma ,Selçuklu ya da Osmanlı gibi imparatorluk düzenleri tarihin her döneminde merkezi alanda görülebildiğinden , İsrail’in gerçekci davranarak kendi hegemonya düzeninin kuramadığı noktada ,bölgesel bir büyük devlet yapılanmasının içinde yer almayı ve böylesine bir siyasal yapılanmanın parçası olmayı kabül ettiği görülmektedir .



Önceliği David modeline veren İsrail’in , merkezi coğrafyada bağımsız bir devlet yapılanması doğrultusunda varlığını koruyamadığı noktada , bir bölgesel büyük devletin içinde yer almayı ve bunun bir parçası olarak yola devam etmeyi bir alternatif olarak benimsediğini David Passig , İsrail devletinin bir danışmanı olarak ortaya koymaktadır . Büyük İskender’in Makedonya imparatorluğunu bile bölgede İsrail’in varoluşu açısından değerlendiren yazar , İsrail’in küçük bir devlet olarak süper güçlere karşı kendisini ancak bölgesel bir devlet yapılanmasının içinde yer alarak koruyabileceğini dile getirmektedir . Küresel sermayenin Siyonist lobilerin kontrolu altında bulunmasını İsrail açısından bir olumlu puan olarak değerlendiren yazar ,bir anlamda günümüzde ortaya atılan Yeni Osmanlı vizyonu ile Pers,Makedonya,Roma,Babil, gibi bölgesel imparatorlukların bir benzeri olarak yeniden Osmanlı yapılanmasına gidilebileceğinin ipuçlarını kitabında sergilemektedir . İsrail’in David modeli ile bağımsız bir devlet olarak varlığını koruyamıyacağı noktada , Pers modeli ile bu küçük devletin varlığını koruyabilecek bir Yeni Osmanlı yapılanmasına gidilebileceği ve böylesine bir büyük bölge devletinin eski Osmanlı hinterlandında kurulabileceği Pers modeli üzerinden dolaylı olarak dile getirilmektedir . Osmanlı sonrasında bölgeye gelen İngiliz imparatorluğu ile sonradan devreye giren Sovyet ve Amerikan imparatorluklarının da gene İsrail açısından ,böylesine bölgesel bir yapılanma doğrultusunda ele alındığı görülmektedir . Gelecekte ya ABD imparatorluğu ya da bu süper güce karşı koyacak bir başka imparatorluğun ortaya çıkmasıyla beraber , Orta Doğu’da yeni bir siyasal düzen oluşumu gündeme geleceği için , İsrail’in bütün bu durumlara hazır olması gerektiği ,Babil ya da Roma modelleri ile gündeme gelen Yahudilerin kutsal topraklardan üçüncü kez kovulmaması için ya David modeli ile bağımsız ayakta kalmak ya da Pers modeli doğrultusunda bir büyük bölgesel imparatorluğun içerisinde eyalet olarak yer almak İsrail’in gelecekteki politikası olarak David Passig tarafından 2050 isimli kitapta açıkca ortaya konulmaktadır .İngiliz ve Amerikan imparatorluklarının desteği ile David modelini gerçekleştiren İsrail’in gelecekte Yeni Osmanlı vizyonu ile Osmanlı imparatorluğuna benzetilmiş bir büyük Türkiye’yi ; Araplara , İslam dünyasına ve Asyalı süper güçlere karşı kullanmağa hazırlandığı anlaşılmaktadır .



İsrail devleti , üçüncü kez tarih sahnesinden silinmemek üzere David modelinin alternatifi olarak Pers modelini yavaş yavaş Türkiye üzerinden Yeni Osmanlı yapılanmasına doğru zorlarken ,Türkiye’de Avrupa’dan koparılarak güneye doğru iteklenmekte ve ABD ve Avrupa’daki Yahudi lobileri tarafından İsrail’in güvenliği doğrultusunda komşularıyla savaşa doğru sürüklenmektedir . Bu durum önce Irak ile denenmiş , Türkiye Irak ile savaşmayınca şimdi Suriye ile denenmeğe çalışılmakta ama asıl olarak İran’a yönelik bir süreç Suriye üzerinden tezgahlanarak ve Türkiye bir büyük savaşa doğru Şii-Sünni-Alevi çekişmeleri kışkırtılarak David ve Pers modelleri doğrultusunda sonuç alınmağa çalışılmaktadır . Bölgede terörün desteklenmesiyle Orta Doğu devletleri birbirleriyle savaştırılmağa çalışılırken , asıl olarak bütün bölge devletlerinin parçalanmaları hedeflenmektedir . İsrail ile beraber Ürdün ve Lübnan gibi küçük devletçikler , Mısır,Türkiye,Suriye,Irak,Arabistan ve İran’ın toprakları üzerinde oluşturulmağa çalışılmakta ,böylece önce David modeli doğrultusunda bir Büyük İsrail devleti Orta Doğu federasyonu olarak gerçekleştirilmeğe çalışılmaktadır . Eğer bu proje terör ve savaş senaryoları ile gerçekleştirilemezse o zaman , Türkiye Cumhuriyeti içeriden ele geçirilerek , Türkiye’ye yerleşecek batılı Yahudi lobileri Dışa karşı bir büyük Türkiye yapılanmasını gene Türkiye üzerinden gerçekleştirmeğe çalışacaklar ve böylesine büyük bir bölgesel siyasal yapılanma modeli ,eski Osmanlı ülkelerine Yeni Osmanlı yapılanması olarak empoze edilecektir . David modelinin yerini Yeni Osmanlı görünümünde Pers modeli alacaktır .



Orta Doğu’nun alan ve nüfus olarak en küçük devleti olan İsrail’in kontrolu altındaki Siyonist lobiler ise küresel sermayenin patronları olarak , süper güç ABD üzerinden hem dünya ekonomisini hem de batı blokunu yönlendirmektedirler . Siyonizm kutsal topraklar ve Siyon tepesi üzerinden bir büyük dünya hegemonyasını hedeflemiş olduğu için , bunlar üzerinden ABD ve batı ülkeleri hem Türkiye’ye hem de Orta Doğu ülkelerine İsrail’in istekleri ve çıkarları doğrultusunda büyük baskılar uygulamakta ve bu nedenle de merkezi coğrafya bir sıcak çatışma ve savaş alanı olmaktan kurtulamamaktadır . Filistin’i haksız olarak işgal eden , milyonlarca Filistin’liyi göçe zorlayan ,bölgedeki bütün Arap ve Müslüman ülkeler ile yarım yüzyılı aşkın bir süredir sürekli olarak savaşan İsrail’in , yeni aşamada Suriye üzerinden İran’ı hedef tahtasına oturtan politikalarına Türkiye’yi alet etmeğe çalıştığı son zamanlardaki gelişmeler ile açıkca ortaya çıkmıştır . Bölgediki büyük devletler ile sürekli savaş halinde olan İsrail sürekli bir güvenlik arayışı içine girdiği için Amerikan ordusu Orta Doğu’ya getirilmeğe çalışılmakta ayrıca dünya jandarması olarak Nato İngiliz üslerinden yararlanma doğrultusunda Kıbrıs’a getirilerek bölge devletlerine karşı kullanılmak istenmektedir . Avrupa devletlerinin İstanbul zirvesinde Nato’nun Orta Doğu’ya taşınmasına karşı çıkması üzerine geciken planların , gecikmeli de olsa David ya da Pers planları doğrultusunda ABD gücünden yararlanılarak devreye sokulmağa çalışıldığı anlaşılmaktadır . Bölgedeki terörün tırmandırılması ve savaşların artması karşısında David planı tehlikeye girdiği için , gelecekte muhtemel bir Pers planının Türkiye üzerinden devreye sokulmağa çalışıldığı ve bu doğrultuda ABD ve Nato destekli askeri harekatlara Türkiye’nin de ortak olarak katılması istenmektedir . Türkiye’nin güney ve doğu komşularıyla bütünüyle savaşa girmesi , Atatürk Cumhuriyetinin geleceğini tehlikeye atacak ,uzun süreli bir savaş sonrasında Suriye,Irak,Türkiye,İran ve Arabistan devletleri ortadan kalkacak ve Lübnan ya da Ürdün benzeri küçük devletçiklerden oluşan bir merkezi coğrafya oluşturulacaktır . Yeni Pers planı ,İran’ın Türkiye’ye yok ettirilmesiyle ve bu savaş aşamasında Türkiye’nin de dağılmasıyla , uygulama alanına getirilerek Yeni Osmanlı görünümünde İsrail merkezli olarak gerçekleştirilecektir .



David Passig , 2050 isimli kitabında üst düzey yöneticisi olduğu İsrail devletinin yüzüncü yılına ulaşmasını hedefleyen açıklamalarda bulunmaktadır . 2048 yılında yüzüncü yılını idrak edecek olan üçüncü Yahudi devletinin , Siyonist planlar doğrultusunda dünya egemenliğine yönelmesi yolunda Türkiye Cumhuriyeti kullanılmak istendiği için , Türk devletinin yüzüncü yılına gelemeden yıkılması gibi bir durum gündeme gelmektedir . Komşularıyla bölgesel bir büyük savaşa girecek Türkiye’nin böylesine büyük bir çatışma aşamasında Yugoslavya gibi dağılması söz konusudur . Küresel plan ve programlar bu doğrultuda Avrupa Birliği oluşumu içerisinde Türkiye’ye dayatılmış ve Türk devletinin tasfiyesi yarı yarıya başarılmış gibi görünmektedir . Avrupa Birliği gibi bir bölgesel oluşuma tam üye olmak uğruna Türkiye Cumhuriyeti ondan fazla uyum paketi sayesinde demokratik bir tasfiye sürecine maruz kalmış ve kendi ekonomisini yönetme hakkını kaybederek küresel sermayenin güdümü altına girmiştir . Avrupa Birliği 2014 tarihini Türkiye’ye tam üyelik için vermiş ve 2013 yılına kadar Türkiye’nin yapması gerektiği işleri dayatmıştır . Türkiye böylesine bir çıkmazda 2014 yılında Avrupa Birliğine tam üye olmak için çabalarken ,2013 yılında Türk devletinin Yugoslavya benzeri bir tasfiye ve dağılma noktasına geleceği anlaşılmıştır . İşte bu büyük emperyal ve Siyonist oyun açığa çıkınca , Türk halkının ulusalcı kesimleri , Türk devletini gelecekte kurucusu Atatürk’ün söylediği gibi ilelebet payidar kılacak ulusal planları 2023 hedefi doğrultusunda gündeme getirmişlerdir . İlk olarak Türk toplumunun ulusalcı kesimlerinin oluşturduğu Ulusal Güçbirliği Platformu , 2005 tarihinde hazırladıkları “Güçlü Türkiye -2023 “ isimli yeniden var olma planı kamuoyuna ilan edilmiş ve daha sonraki yıllarda , Türk toplumu cumhuriyetin yüzüncü yılına kilitlenerek 2023 de bir büyük dünya gücü olacak yeni Türkiye hedefine dönük gerçek anlamda ulusal programlar birbiri ardı sıra yayınlanmağa başlanmıştır . Son genel seçimler sırasında da , 2023 hedefi ,Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına erişme doğrultusunda ana tercihi olarak ortaya konulmuştur .



David Passig , 2050 isimli kitabında İsrail devletinin yüzüncü yılını aşan bir hedefi ortaya koyarken , Türkiye’yi komşularıyla savaşa sürükleyebilecek bir Pers modeli planını dolaylı olarak öne sürmektedir . Bu doğrultuda İsrail’in yüzüncü yılına ulaşabilmesi yolunda Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına erişemeden dağılması gibi bir olumsuz durum kendiliğinden gündeme gelmektedir . İsrail’in yüzüncü yılı doğrultusunda 2050 onlar için bir ulusal hedef olarak ortaya konurken , Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına ulaşabilmesi doğrultusunda da 2023 Türkler açısından kesinlikle vazgeçilemiyecek ulusal bir hedef olarak ortaya çıkmaktadır . İsrail devletinin danışmanı yazdığı kitapta böylesine bir çelişkili durum için çözüm üretememekte ve onların 2050 planları doğrultusundaki önceliklerini öne çıkararak , Türkiye Cumhuriyetinin 2023 vizyonunu ve milli programlarını görmezden gelmektedir . Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk ulusu , 2050 yolunda öncelikli olarak 2023 ulusal hedefine öncelik vererek hareket etmek zorundadır . Bu yüzden , Türkiye açısından gelecek vizyonu 2023 ile ifade edilecektir . 2050 ise daha sonra düşünülecek bir durumdur . Ama kesinlikle 2050 uğruna 2023 vizyonundan ve milli program ve planlardan vazgeçilmeyecektir . 2050 mi yoksa 2023 mü sorusunun cevabı ,Türkler açısından her zaman 2023 olacaktır .

2050 – İki Bin Elli


Gelecek bilimcisi ve ''2050'' kitabının yazarı Prof. Passig: 2050 yılında Orta Doğu'da birçok devlet çökecek. Türkiye ve İsrail ise bölgedeki temel güç olmaya devam edecek. Bu bölgeye barışı getirebilecek tek ülke Türkiye olacak

Futurist (Gelecek bilimcisi) Prof. David Passig, 2050 yılında Orta Doğu'da birçok devletin çökeceğini belirterek, ''Türkiye ve İsrail ise bölgedeki temel güç olmaya devam edecek. Bu bölgeye barışı getirebilecek tek ülke Türkiye olacak'' dedi. 

Yazdığı ''2050'' kitabını Türk okuyucularına tanıtmak üzere İstanbul'da bulunan Passig, kitabı ve 21. yüzyılda dünyayı nelerin beklediği ile ilgili AA muhabirine çeşitli değerlendirmelerde bulundu.

Gelecekle ilgili öngörülerde bulunmasının kolay bir süreç olmadığını ifade eden Passig, bunun çok ciddi bir çalışma ve araştırma gerektirdiğini, bu kitabı hazırlarken kızının ''Ya öngörülerin tutmazsa?'' diye çok endişelendiğini, kendisinin de kızına burada temel unsurun geleceği tahmin etmenin değil, gelecekte büyük felaketlere sebep verebilecek hatalara düşmemek olduğunu söylediğini kaydetti.

Kitabında, insanoğlunun yaklaşık olarak 5 bin yıl öncesine kadar yaptığı hatalardan bahsettiğini aktaran Passig, ''Burada okuyucularıma anlatmak istediğim, kimse geleceği 15 dakikada göremez. Bu yıllara dayanan bir analiz ve mantık yürütmesi sonucunda oluşabilecek bir öngörüdür. İnsanlar, geçmişlerine bakıp gelecekle ilgili dersler çıkarmalıdır. Ancak bunu yalnızca bir perspektiften yapamayız. Olaylara, olayların oluş biçimine birçok pencereden görmek gerekir'' şeklide konuştu.

Passig, yaşanılan hiçbir şeyin karmaşık olmadığını, her bir olayın bir mantığı olduğunu dile getirerek, tarihin bir nevi tekrardan ibaret olduğunu, kendisinin de belirli dönemlerde yaşanan olayları inceleyip bunların neden yaşandığına farklı perspektiflerden mantık ürettiğini aktardı.

-Orta Doğu öngörüsü-

Orta Doğu'da yaşanan olaylara 2 farklı bölgedeki çekişmelerin neden olduğunu söyleyen Passig, şunları kaydetti:

''Orta Doğu'daki yaşanan olayların sebebi Batı ve Rusya arasındaki çekişmedir. Bir örnek vermek gerekirse 1920'de herkes Almanya'nın artık bittiğini düşünüyordu. Ancak 20 yıl sonra ne oldu? Daha güçlü bir şekilde geldi. Rusya ve Batı kendi aralarında çekişiyor, aralarında kalan ve bu durumdan en çok etkilenen ise Avrasya oluyor. ABD, Avrasya'nın büyük akımların ve olayların merkezi olduğunu anladı. Bu akımları ne güçlendiriyor diye soracak olursak, bunun cevabı Rusya'nın tekrar güçlenmesi olacaktır. Bu durum da Batı'yı korkutuyor. Yani Orta Doğu'da olanlar, aslında büyük bir evin ancak arka bahçesini oluşturuyor. Orta Doğu, büyük güçlerin ikinci oyun alanı. Birçok insan Orta Doğu'daki sorunlara Orta Doğu'dan bakıyor. Ben ise farklı bir bölgeden bakıyorum. Bence birçok insanın yaptığı hatada bu. Bakış açımızı değiştirmek. 2050 kitabı da buna yardımcı oluyor.''

Orta Doğu'nun 2 önemli gücü olan Türkiye ve İsrail'in birçok ortak noktası olduğuna işaret eden Passig, 2 ülkenin de mevcudiyetlerinin tabiatıyla Doğu ve Batı arasında denge kurmaya çalıştığını, demografik olarak son derece canlı ve genç olduğunu, gelişmekte olan ülke konumundan gelişmiş ülke konumuna geçtiğini aktardı.

Bazı durumlarda benzerliklerin insanları bir araya getirdiğini, yine bazı durumlarda ise birbirinden ayırdığını işaret eden Passig, ''Ancak Türkiye ve İsrail arasındaki durumun kalıcı olacağını düşünmüyorum. Türkiye, yüz yıllar boyunca hakim olduğu bölgede çok güçlüydü ve Orta Doğu'daki dengeleri korumak adına bir çoğu pozitif olan çok önemli roller oynadı. Fakat 1. Dünya Savaşı'ndan sonra jeopolitik olarak kenara çekildi'' dedi.

İnsanların dünyanın içinde bulunduğu şu andaki durumuna bakarak birçok şeyin değiştiğini düşündüklerini belirten Passig, ancak bunun çok yanlış olduğunu, değişikliğin yalnızca bir süre yaşandığını, temel durumların aynı kaldığını ifade etti.
 ABD içinde bir grup düşünür, bilim insanı ve siyasetçi, Ortadoğu, Balkanlar ve Asya’da yeniden güçlü bir ‘Osmanlı’nın kurulmasıyla, dünya barışına katkı sağlanacağını düşünmektedir. ABD’yi fikren güçlü bir şekilde etkileyip yönlendiren bu yapılar, laik demokratik hukuk devlet modelini güzelce uygulayan “Müslüman Türkiye” önderliğinde oluşturulacak böyle bir birliği desteklemektedir. Bu sayede ABD’nin çıkarlarınının da en üst seviyede korunacağı varsayılmaktadır.
Birkaç örnek vermek gerekirse;
Passig: “Ortadoğu’ya Barışı Getirebilecek Tek Ülke Türkiye”
Amerika Minnesota Üniversitesi’nde gelecek bilim dalında doktorası bulunan, Bar-Ilan Üniveritesi’nde doçent doktor olarak görev yapan futurist (Gelecek bilimcisi) Prof. David Passig “2050″ adlı kitabını kaleme almıştır. Passig kitabında, “2050 yılında Ortadoğu’da birçok devlet çökecek. Türkiye ve İsrail ise bölgedeki temel güç olmaya devam edecek. Bu bölgeye barışı getirebilecek tek ülke Türkiye olacak. Eğer hatalar yapılmazsa Türkiye çok güçlü olabilir. Geçmişteki hatalardan ders almamak gerçekten büyük bir ayıp olur” şeklindeki görüşlerini dile getirmekte, Yeni Osmanlı’nın bölgeye hakim olacağını öngörmektedir.
Friedman: “21. Yüzyılda Türkiye Süper Güç Olacak, Osmanlı Haritası Yeniden Çizilecek”
Amerikan İstihbarat Ajansı CIA’ya yakınlığı nedeniyle “Gölge CIA” olarak bilinen Stratfor’un sahibi, stratejist George Friedman, önümüzdeki yüzyılın sonlarında Türkiye’nin yeni dünya gücü olacağını öne sürmüştür. Friedman, “Next 100 Years: A Forecast for the 21’st Century” (Önümüzdeki 100 Yıl: 21’inci Yüzyıl İçin Öngörüler) adlı yeni kitabında “Gelecek yüzyılın süper güçleri Çin ve Rusya değil; Türkiye, Japonya, Meksika ve Polonya olacak. Türkiye’nin dünyadaki siyasi etkisi 2050 yılında Osmanlı haritasını andıran bir görüntü oluşturacak.” demektedir.

Chomsky: “Osmanlı Geri Gelecek”
ABD’li dilbilimci Noam Chomsky ise, Ortadoğu’daki yaşanan problemlerin çözümünün Osmanlı’da olduğunu şu şekilde dile getirmektedir: “Osmanlı’nın modeli önümüzde bir ders gibi duruyor. Belki öyle bir gün gelecek ki, bir seyyahın serbestçe Kahire’den Bağdat’a, oradan da İstanbul’a gideceği günlere geri döneceğiz. İnsanların mahalli yönetimlerle yönetimi üstlendiği günlere döneceğiz. Osmanlı’nın o bölgede yüzlerce yıl yürüttüğü politikalar ve yönetim şekli, Osmanlı’nın o günleri bize ders olacak. Çünkü Osmanlının geçmiş dönemleri önümüze önemli bir ders koyuyor. Belki bölgedeki herkes için daha iyi bir hayat olacak. Tabii bunlar kendi kendine olmayacak. Bunlar için bölgede çeşitli tercihlerin olması gerekiyor.
McChrystal: “Türk Ordusu Afganlarla Sevgi Bağı Kurabilen Tek Güç”
Afganistan’daki ISAF ve Amerikan Kuvvetleri’nin komutanı General Stanley McChrystal Türk ordusunun Afganistan’daki katkılarının çok büyük olduğuna dikkat çekmiştir. Org. McChrystal şöyle konuşmuştu: “Türk askerleri çok iyi yetişmiş, geniş deneyime sahipler. Türk Ordusu, profesyonel ordu. Aynı zamanda Afgan halkıyla kültürel bağları da var. Diğer koalisyon ordularının böyle bir bağları yok. Afgan halkıyla benzersiz bir iletişim kurabiliyor. Türk ordusunun varlığı, koalisyonun geri kalanının başarısı için önemli.
Washington Post Gazetesi: “Türk Gücü Balkanlar’da Dostane Yollardan İlerliyor”
Amerikan Washington Post gazetesi, Türkiye’nin Balkanlar’da artan varlığını “Türkiye, Bosna’da Osmanlı İmparatorluğu’nun nazik bir versiyonunu geri getirdi” başlıklı geniş haberiyle değerlendirmiş ve bu oluşumdan övgüyle bahsetmiştir. Gazete “Türkiye, 5 asır önce Balkanları fethetti. Şimdi Türk gücü daha dostane yollardan ilerliyor.” ifadesini kullanmış, Türkiye’nin, bir zamanlar düşman olan bölge ülkelerinin arasında görüşmelerin yapılmasına aracı olduğunu da vurgulamıştır.
CIA 2005 Raporu: “2020′de Müslümanlar Arasından Bir Halife Çıkmalı”
CIA´nın resmi internet sitesinde 2005 yılında yer alan bir rapor dünya çapında çok yankı uyandırmıştı. Ulusal İstihbarat Konseyi tarafından hazırlanan raporun adı “Geleceği Haritalandırmak” şeklindeydi. Rapor, 2020 yılında dünyanın siyasi haritasını, güç dengelerini ele almış, 2020 yılında İslam dünyasına hilafet rolünü vermiştir. Rapora göre Amerika 2020 yılında Müslümanlar içinde bir Halife’nin varlığını düşünmektedir.
“CIA´nın senaryosuna göre halife sembolik bir figür olarak kalmayacak. Tam tersine Halife, ABD´nin karşısına çok etkili siyasi ve ideolojik bir güç olarak çıkacak. Örneğin petrol bölgelerine müdahale edecek, Amerika buna sesini çıkaramayacak. Hilafet, İslam alemini birleştirecek. Müslüman liderler Halife’ye uyacak, saygı duyacak ve halklarına baskı yapamayacak.”
CIA’nın senaryosu, ‘Amerika’nın neden güçlü bir halife istediği’ sorusunun cevabını da içermektedir. Amerika´nın hilafeti canlandırma planı kendi açısından, İslam Dünyası’nı birleştirerek, global çaptaki terörü bitirmektir. Amerika radikal terörden şiddetli bir şekilde korkmaktadır.
CIA’nın öngörüsüne göre önümüzdeki 20 yılda radikal terör dünya için büyük bir tehlike haline gelecek.
ABD’nin senaryosu, radikalizme bir panzehir olarak Hilafeti desteklemektir. Radikal İslam yerine meşru Hilafet’in radikal terörü törpüleyeceği, etkisiz hale getireceği öngörülmektedir. Güçlü bir hilafet işte bu sebeple ve önemle istenmektedir.
Bununla birlikte ABD içinde sesi gür çıkan, Amerikan derin devletine etki eden şahin yapılar ise bölünmüş, güçsüzleştirilmiş bir Türkiye ile hem Ortadoğu ve hem de dünya üzerinde Amerika’nın tehditlerden arındırılabileceğini düşünüyor. Amerikan dış politikasına da uzun süredir işte bu “böl parçala yönet-yok et” taktiğini uygulatan Neocon- şahin yapı hakim. Ateist masonların ve Evanjelik Armagdencu bir yapının oluşturduğu bu yapı Türkiye’nin doğusunu on yıllardır Kürdistan olarak ayrılmış olarak görmek istemektedir. Hem kurulacak bir Kürdistan’ı daha rahat kontrol edeceklerini düşünmekte, hem de Türkiye’yi zayıf bırakıp dolayısıyla İslam aleminin birlik olmasını engellemiş olacaklarını düşünmektedirler. Bu sayede olası bir İran saldırısı karşısında, Ortadoğu’da enerji kaynaklarını ele geçirmede, Avrupa ve Orta Asya arasındaki köprüyü Rusya ve Çin’in egemenliğine kaptırmayacaklarını düşünmektedir.
Armagedoncular özetle; Ortadoğu ve Asya başta olmak üzere bütün dünyayı adeta bir kan gölüne çevirmek istemektedir. Bu sapkın inançlarını bir “kan dökme ayini” ile gerçekleştirmek istemekte, buna sözde bir ibadet gözüyle bakmaktadır. Oysa Allah tarihler boyunca, yeryüzünde fitne, bozgun, savaş ve şiddet arayanları daima misliyle hatta daha beteriyle yakalamış, zulüm sahiplerini helak etmiştir.
Elbette Amerika ve dünyada da, şiddetle şiddetin bitirilemeyeceğini çok iyi bilen, buna inanan çok güçlü bir akil insanlar lobisi vardır. Bu lobi, zalim savaş çığırtkanlarına karşı büyük bir mücadele vermektedir. Dünya halkları da barış, sevgi ve kardeşliği her zaman için savaşlara, teröre ve zulme karşı tercih etmektedir.
Hangi Fikir Galip Gelecek?
İnsanlar ve devletler, gelişen zaruri şartlar, umulmadık olağanüstü değişimler karşısında elbette görüşlerini, kararlarını da değiştirecektir. Haklılığı, güzelliği, iyiyi ve doğruyu güçlü bir felsefe, akılcı bir anlatım, sevecenlik, kaliteli ve hoşgörülü bir yaklaşımla kararlılıkla anlatabilenlerin ikna edemeyeceği hiç kimse yoktur Allah’ın izniyle.
Herkes projesini ortaya koyar. Önemli olan kimin ne istediği değil, bizim kendi projemizi kabul ettirebilmemizdir. Büyük Ortadoğu Projesi Kuran’sız, maneviyatsız İslam modelinin hakim kılınmasıdır. Biz ise maneviyatlı, Allah’tan hakkıyla korkan, Kuran’a tam sarılmış inananların önderliğinde Büyük Osmanlı Projesi’ni hayata geçirmeyi Allah’tan ümit ediyoruz.
Bizim isteğimiz, dünya üzerinde barışı, sevgiyi, kardeşliği, adaleti, eşitliği, özgürlüğü ve huzuru tesis etmektir. Bu istek, bilim, sanat ve kültürün temel olacağı, sevginin esas alınacağı bir ortamda gerçekleştireceğinden, evrensel insan hakları, evrensel sevgi kanunlarını ve barışı savunan herkesçe desteklenecektir. Bizler bu yapının veziri, şahı değil, hadimi olmaya hazır olduğumuzdan bu emanet Osmanlı’da olduğu gibi yine bu aziz millete verilecektir.

-Türkiye'ye ''Ağabey'' konumu-

Önceki kitabında Mısır, Suriye ve Lübnan'ın 21. yüzyılın başında yıkılacağını öngördüğünü aktaran Passig, bunun aynı zamanda ABD'nin dış politikası tarafınca bir web sitesinde de yayımlandığını kaydetti.

Passig, bu ülkelerin yıkılmasını tarihte birçok kez olduğu gibi ancak Türkiye'nin engel olabileceğini ifade ederek, ''Türkiye istese de istemese de bu ülkelerin yıkılmasını engelleyecek. Türkiye'nin bölgedeki pozisyonu bunu öngörüyor. Türkiye, bu ülkelerin ağabeyi olacak. Yine geçmişte olduğu gibi Arap ülkelerinde yaşanan bu olaylar Türkiye'ye olan göçü de başlatmış oluyor'' diye konuştu.

David Passig, ''2050 yılında Orta Doğu'da birçok devlet çökecek. Türkiye ve İsrail ise bölgedeki temel güç olmaya devam edecek. Bu bölgeye barışı getirebilecek tek ülke Türkiye olacak. Eğer hatalar yapılmazsa Türkiye çok güçlü olabilir. Geçmişteki hatalardan ders almamak gerçekten büyük bir ayıp olur'' şeklinde konuştu.

İsrail'in, ''Mavi Marmara'' olayında Türkiye'nin şart koştuğu üzere özür dilemeden de ilişkilerinin düzeleceğine inandığına dikkati çeken Passig, ''İki ülke arasındaki ilişki aynı evlilikte olduğu gibi ne söylediği ile değil, ne yaptığı ile önem kazanır. Çünkü Orta Doğu bölgesinin dışındaki güçler bizim tekrar arkadaş olmamızı istiyor ve bu böyle olacak'' dedi.

-''İnsanlar yakın gelecekte 150 yaşına kadar yaşayacak''-

Yaklaşık 200 yıl önce insan ömrünün 25 yıl olduğunu belirten Passig, şunları kaydetti:

''Şu anda 1-2 yaşında olan çocukların yaklaşık 150 yıl yaşayacağını öngörüyorum. Bunun nedeni ise içilen steril ve temiz su. Geçmişte insanlar temiz suya ulaşamıyordu. Teknoloji ve imkanların gelişmesiyle insanların hayat standartları yükseldi. İnsan sağlığı için temiz su çok önemli. Şu anda uzun yaşayan insanları gördüğümüzde bize mucize gibi geliyor. Halbuki bunun sebebi çok basit. Nedeni temiz su. Sadece temiz su ile insan ömrü 3 katına çıkabiliyor. Buna teknoloji ve genetik gibi etkenler eklendiğinde insan ömrü daha da artacak.''


“Gelecek bilimsel olarak öngörülebilir mi?
Henüz icat edilmemiş hangi teknolojiler gelecekte yaşantımıza yön verecek?
Dünyanın, Türkiye’nin, hepimiizn kaderini belirleyecek Ortadoğu’da düzen ne olacak?
Yeni bir Dünya Savaşı olası mı, değil mi?
Kadın, erkek, genç nüfusunda yaşanacak değişimler toplum hayatını nasıl etkileyecek?”
***
Geleceğimize duyduğu tutku için kayınvalidem Rahel Avivi’ye; eşim Sara ve çocuklarım Merav, Oren, Liat ve Matan’a; ve en önemlisi soyumun henüz adlarını ve yüzlerini bilmediğim doğmamış devamına…
İÇİNDEKİLER
Türk Okuruna     15
Önsöz     19
Birinci Bölüm
Tarihsel Mantık     23
1- Geçmişten Düşünceler     25
2- Geleceği Tahmin Etmekte Kullanılan Temel Esaslar     37
İnsanoğlunu Tarih Boyunca Yönlendiren
Güç Bilmecesi     38
Tarihsel Bilmeceye Kısmi Yanıt     40
Coğrafya     43
Coğrafi Teorinin Kaynağı     45
3- Teritoryal Anlaşmazlıkları Harekete Geçiren Güç     53
Jeopolitik Araştırmanın Özellikleri     53
Doğum ve Ölüm     55
Yabancıya veya Akrabaya Sevgi     57
Milliyetçiliğin Kaynağı     58
Konum     61
Korku     62
Zaman ve Direnç     65
Jeopolitik İncelemenin Eski ve Yeni Kuralları     67
1. Ortak Kader     68
2. Sosyal Sınıf     68
3. Değişiklikten Korkmak     69
4. Bireysel Zaman ve Kolektif Zaman     70
4- Olası Gelecek     73
İkinci Bölüm
Arka Plandaki Genel Eğilimler     77
5- Yüzyılın İki Genel Eğilimi     79
6- 21. Yüzyılın Demografik Eğilimleri     83
Geçmişten Eğilimler     84
Dünyada Gelecekte Doğurganlık Oranı ve
Doğal Artış Eğilimleri     85
Doğurganlık Oranının ve Doğal Artış Oranının
Ortadoğu’da Gelecekteki Eğilimleri     91
Yaşam Beklentisinde Gelecek Eğilimler     92
Demografik Kış     97
Demografik Genel Eğilimlere Yardımcı Eğilimler     101
Robotlar     102
Sermaye Transferleri     103
7- 21. Yüzyılın Teknolojik Eğilimleri     109
Teknolojik Yönden İtici Güç     110
Dört Boyut Teorisi     111
Sıfır Boyutu     112
Birinci Boyut     113
ikinci Boyut     115
Üçüncü Boyut     116
Dördüncü Boyut     119
Dördüncü Boyutun Teknolojileri     124
Antigravite (itişim)     124
Işık Hızı     130
Gelecekte Enerji Kaynakları     134
Gelecekte Petrol Kaynakları     136
Uzayda Güneş Kolektörleri     138
Paradigma Paradigması     143
Üçüncü Bölüm
21. Yüzyılda Süper Güçlerin Anlaşmazlıkları     147
8- Anlaşmazlık Eğilimlerinde Dört Güç     149
9- Amerika Birleşik Devletleri     153
1. Amerika Kıtasının Kontrolü     160
2. Stratejik Derinliğin Korunması     161
3. ABD’ye Giden Deniz Yollarının Korunması     163
4. Okyanuslarda Egemenlik     163
5. Avrasya Hizbi     164
10- Rusya     167
Yanıtlanmamış Sorular     168
Sorunlar Doktrini     171
Fırsat     173
Amerikan Stratejisi     174
On Yıllık Yeni Soğuk Savaş     175
Önceden Bilinen Karar     178
Sorunlu Topografya     179
Coğrafi Güdümlü Yönetim Şekilleri     181
Önceden Bilinen Davranış     184
11- Türkiye     189
İdeal Aday     190
Ekonomik Dengeleyici     193
Güvenlik Dengeleyici     195
Iran     196
Kafkaslar     197
Ukrayna     197
Balkan Ülkeleri     198
Irak     198
ABD’nin Küresel Stratejisi     199
12- 2020 Rus Savaşı     203
Soğuk Savaş’ın Gelecek Raundu     204
2020 İsrail-Suriye Savaşı     207
2020 Rusya-Türkiye Savaşı     208
13- 2050 Japon Savaşı     215
Stratejik Silah     218
Eski İşgal Edilme Kaygıları     221
Türk-Japon Ekseni     223
Yüzyılın Savaşı     225
Ortadoğu İçin Bulunmaz Fırsat     227
Dördüncü Bölüm
21. Yüzyılda Ortadoğu Jeopolitiği     229
14- Mısır     231
Doğal Korku ve Yayılma Dürtüleri     232
Geleceğe Etki     234
15- Suudi Arabistan     237
Demografi     238
Ekonomi     239
Geleceğe Etki     240
Iran     241
Yemen     246
16- Ürdün     251
Demografi     252
Ekonomi     253
Nükleer Enerji Konusunda Kayıt     254
Geleceğe Jeopolitik Etki     256
17- Filistin Özerk Yönetimi     263
İsrail’in Bakış Açısından Kısa bir Tarihçe     263
Filistin Ulusal Hareketinin Başlangıcı     265
Filistinlilerin Bakış Açısından Kısa Bir Tarihçe     266
Filistin Yönetimi Alanlarının Coğrafyası ve
Demografisi     270
Gazze’nin Batı Şeria’yla Karşılaştırılması     272
Gazze Şeridi’ne Karşı Batı Şeria     276
Tarihi Eğri     282
18- Suriye     285
Tarih     285
Lübnan     289
İsrail-Mısır Barış Antlaşması     290
Birinci Lübnan Savaşı     290
İç Politika     292
Ekonomi     293
Demografi     294
Binlerce Yıllık Korkular     295
Suriye-İsrail İlişkilerinin Geleceği     300
İran’la Türkiye Arasındaki Mücadele     301
Beşinci Bölüm
21. Yüzyılda İsrail Jeopolitiği     307
19- Yahudi Milletinin Kanıtlanabilen Tarihi     309
Yahudi Milletinin Kökeni     310
Kenanlıların Kökeni     316
İsrailoğulları’nın Kökeni     318
Üç Kaygı Katmanı     322
Kimlik Kaygısı     323
Fiziksel Varoluş Kaygısı     323
Topografik Hatlar ve Coğrafi Sınır Kaygısı     324
20- İsrail     327
Prototip Olarak Birinci İsrail Devleti     329
İsrail’in Çekirdeği     331
Üç Tampon Bölge     332
Zengin Kıyı Şeridi     333
Topografik Zayıf Nokta     334
Suriye’den Saldırı     334
Birçok Cepheden Eşgüdümlü Saldırı     336
Güçlerin Çakışma Noktası İsrail     337
İsrail’in Topografyası ve Sakinleri     338
İsrail ve Süper Güçler     340
Üç Var Olma Modeli     341
Yükselen ve Düşüşe Geçen İmparatorluklar Arasında
Zaman Boşlukları     342
Osmanlı ve Ingiliz imparatorlukları Arasında
Zaman Boşluğu     342
Rus ve Amerikan imparatorlukları Arasında Boşluk     344
İç Birlik ve Bölgesel Ayrım     344
Stratejik Coğrafi Sorun     346
21- Gelecekte Ortadoğu’nun Siyasi Durumu     353
2020     355
2050     361
22- Gelecekle İlgili Düşünceler     365
Dipnotlar     377
Türk Okuruna
Türk kültürüyle uzun süredir ilgileniyorum. Türklerin tarihini öğrendikçe hem bilinen hem de gizli kalmış yanları beni büyüledi. Bu nedenle bu kültürün geleceğini de incelemem doğaldı. Daha derine indikçe, Ortadoğu’da birçok ülkenin kaderinin de Türkiye’nin kaderine ve merhametine bağlı olduğunu gördüm. Türkiye’yi saran ve içinde gelişen eğilimleri inceledikçe, Türkiye’nin 21. yüzyıl tarihinin, kültüründe önemli bir yer tutacağını anladım.
Bu eğilimler Türkiye’nin 100 yıllık bir uykudan sonra doğal görevine geri döneceğini, bölgede büyük kuvvetleri dengelemesi gereken bir süper güç haline geleceğini açıkça gösteriyor. Bu yeni-eski konum sosyal, ekonomik ve güvenlik açısından bir uçurumun eşiğinde bulunan Ortadoğu’nun geleceğini düşünme sorumluluğunu da beraberinde getiriyor.
Türkiye’nin önümüzdeki on yıl içinde karşılaşacağı en büyük zorluk, bölge ve dünya tarihindeki yerini anlamak ve bunun getirdiği anlayışı benimsemektir. Türkiye her zaman Do-ğu’yla Batı, radikallikle ılımlılık, dini fanatizmle aktif demokrasi arasında dengeleyici bir güç oldu. Türk vatandaşlarının ve liderlerinin, Türkiye’nin coğrafi ve kültürel şartlarının kendilerine verdiği bu görevi devam ettirecek cesareti göstereceklerini umut ediyorum.
21. yüzyılın başında bu görevi üstlenmek, sorumluluk ve asaletle gerçekleştirmek kolay değil. Türkiye’nin çevresindeki birçok kuvvet, bu kitapta görüleceği gibi Avrasya’yı ve Ortadoğu’yu uçuruma doğru itiyor. Ancak popülist açıklamalardan uzak duran büyük liderler, bu bölgelerin sakinlerine, sorumlu ve onurlu yöntemlerle istikrar ve barışı getirebilir.
Türkiye, kanında akan süper güç olma hissini yeniden yaşayacaktır. Sakinleri çevrelerindeki engellerin farkına vardıkları takdirde, kendilerine ve komşu milletlere çok büyük fayda sağlayacaklar. Bir İsrailli olarak Türkiye’nin tarihteki görevini sorumlulukla yerine getireceğini ümit ediyorum. İsrail milleti ve komşuları kuvvetli, şeffaf ve anlayışlı bir Türkiye’ye gereksinim duyuyor. Ortadoğu ülkelerini gerçek ve uygulanabilir bir barış anlaşmasında sadece Türkiye’nin birleştirebileceğine inanıyorum.
Avrupalıların veya Amerikalıların bölge halklarının kültürel farklarını anlamadıklarını düşünüyorum. İki tarafı ancak bölgenin tarihini ve binlerce yıldır burada etkin olan ve olmaya da devam eden dinleri anlayan biri yakınlaştırabilir. Türkiye, İsrail ve tüm Arap ülkeleri için dileğim, Türkiye’nin yeniden yükselişinin beraberinde bol lütuf ve dostluk getirmesidir.
Bu büyük milleti saygıyla selamlıyorum.
Profesör David Passig
Temmuz, 2011
Tecrübe, insanların hatalarına verdiği isimdir.
Oscar Wilde
Önsöz
Peygamber değilim, olmaya da çalışmıyorum. Tek istediğim, hepimizin alıştığı kısa vadeli düşünce tarzına meydan okumak. Düşünme tarzımız kısa vadeli olunca yanlışlar yapabilir, bizi uçurumlara sürükleyecek davranışlarda bulunabiliriz. Uzun vadeli düşüncenin bizi hata yapmaktan tamamen alıkoyacağını düşündüğümüz takdirde de yanılırız. Bununla beraber, içinde bulunduğumuz süreçleri anlamamız ve bunların uzun süreli gelişimlerini araştırmamız bizi istenmeyen çukurlara düşmekten kurtarabilir, bir daha ele geçmeyecek olanakları yakalamamızı sağlayabilir.
Geleceği okuyabileceğim kristal bir kürem yok ama güvenilirliği ve geçerliliği sayesinde uzun vadede gelecekte olacakları tüm ayrıntılarıyla ve tamamen doğru olmasa da makul düzeyde doğru bir biçimde tahmin etmemi sağlayan metodolojilere1 sahibim. Metodolojiler, düzgün ve mantıklı gibi görünmeyen olayları düzene koymayı amaçlarlar; tarihteki düzensizliğin gerisinde eğilimleri ve olayları yönlendiren bir düzen olduğunu varsayarlar. Tarihin anlamını tam manasıyla kavrayamadığımızı düşünüyorum ama düzenini anlamamız ve bu düzeni daha verimli şekilde kullanmamız gerektiği kanısındayım. Ancak, eğer incelenmesi gereken herhangi bir düzen olmadığını varsayanlar haklıysa, insanoğlunun yaptığı, yapmakta olduğu ve yapacağı hiçbir şeyin de anlamı kalmaz. Bu anlayışa göre hiçbir şeyin başı ve sonu yok, sebebi ve sonucu yok, bizler de tam anlamıyla yönsüz ve anlamsız bir karmaşa içinde uçuşan yapraklarız. Kanımca bu kaderciliği kabul edemeyiz, çünkü kadercilik özgür iradeye veya insanoğlunun varlığının anlamına dair en ufak bir umuda bile yer vermez.
Gelecek eğilimlerin incelenmesi bazıları2 tarafından değersiz, aptalca, düşüncesizce ve yararsız bir eylem olarak görülebilir. Ancak, bu kitabın okura, uzun vadeli gelecek araştırmalarının, 21. yüzyılın başında yaşadığımız hızlı değişimlerin içinde dahi mantıklı ve uygulanabilir süreçler olduğunu göstereceğini ümit ediyorum. Belki de 21. yüzyılı niteleyen bu belirsizlik içinde, bu süreç daha değerli olacak ve yazgıyı belirleyecek olaylara vereceğimiz tepkiyi düşünmek için bize daha fazla zaman sağlayacak.
Bir bakıma, herhangi bir bilim dalındaki araştırmacıyla, özellikle de gelecek bilimi araştırmacısıyla mutfaktaki şef arasında çok benzerlik var. Lezzetli bir yemek yapmak isteyen şefin öncelikle ayıklamak, parçalamak, bastırmak, karıştırmak, ızgara yapmak veya fırına vermek için gerekli araçlara; un, yumurta, sebze gibi temel malzemelere ve sonunda da eserini sunmak için sunum araçlarına gereksinimi vardır. Bu benzetme dahilinde Ortadoğu’nun olası geleceğini sunmayı hedefleyen ilk bölümde kitabın temelinde yatan tahmini gerçekleştirmek için kullandığım araçlar tanıtılıyor; ikinci bölümünde tahmini oluşturan veriler anlatılıyor ve sonraki kısımlarda da sonuç sunuluyor.
Bu kitapta Ortadoğu’daki uzun süreli eğilimleri incelemenin gerekliliğini ve bu eğilimlerin kendini nasıl gösterdiğini anlatmaya ve özellikle de bu eğilimlere sebep olan jeopolitik şartların oluşturduğu, olası ve karmaşık bir gelecek resmi çizmeye çalışıyorum. Vereceğim resmin birçok ayrıntısı gelecekten bakıldığında yanlış, hatta aptalca olabilir. Ancak amacım okura insanoğlunun tarihteki etkinliklerini incelemek için kullanabileceği araçlar vermek ve tarih içinde önceden kendisinin planlamadığı, fakat olacağı önceden belli olaylara nasıl sebep verdiğini göstermeye çalışmak. Her halükârda torunlarım, kitabımda yazdığım tahminlerimin yarısının gerçekleştiğini söylerse memnunluk duyacağım.
Birinci Bölüm
Tarihsel Mantık
Dünya yuvarlaktır.
Dönmeyi bilmeyen düşer.
Anonim
1
Geçmişten Düşünceler
Uzun vadeli düşünceye gereksinimi göstermek için birçok gelecekbilimcinin kullandığı retrospeksiyon çalışmasını kullanmak yararlı olacaktır. Bu çalışmanın amacı, kişiyi geçmişte bir zamana, bizim durumumuzda 100 sene öncesine götürerek gelecekte ne olacağını tahmin etmeye çalışmak ve sonuçta ne olduğunu gözlemlemektir.
Kendinizi 1910 senesine geri götürün. Londra’da oturan ve dünyanın birçok yerinde ticaret yapan varlıklı bir aileye mensup 13 yaşında bir Yahudi genci olduğunuzu varsayın. Kısa bir süre önce Bar Mitzva töreninizi yaptınız ve kutlamalar çok olumlu bir ortamda geçti. Avrupa’nın her yanından akrabalarınız, mutlu gününüzde sizinle olmak için törene geldi. Hiç kimse dünyanın o dönemdeki başkentine gelme fırsatını kaçırmak istemedi. 1910’da Avrupa, dünyanın doğu kısmına hâkimdi; barış döneminde ekonomi gelişiyor ve kıtanın her ülkesinin başında Birleşik Krallık bulunuyordu. O sene, önemli kişilerin artık savaşların gerçekleşmeyeceğini, savaş çıksa bile bunların küçük çaplı, en fazla birkaç hafta süren çatışmalar olacağını, çünkü uluslararası kuvvetlerin ve küresel finans pazarlarının uzun süreli ve zalim savaşların getireceği gerilim ve sıkıntıya uzun süre dayanamayacağını düşünmesi normaldi. Ingilizlerin bakış açısından gelecek açıktı: güven ve refah dolu yıllar, dünyayı yöneten Avrupa ve başlarında Britanya.
Varlıklı ve ticaretle uğraşan bir ailenin Yahudi oğlu olarak sizin geleceğiniz de açıktı ve umut vaat ediyordu: Vakti geldiğinde siz de mallarla yüklü gemilerle uzaklardaki ülkelere gidecek, değişik kültürlerle tanışacak ve babanızın size miras bırakacağı ticaretini cesur bir şekilde yöneteceksiniz. Kısacası, şanslısınız.
Kendinizi 10 sene sonrasında, 1920 yılında hayal edin; babanız zamanın ortalama yaşam beklentisinden on yıl daha fazla yaşayarak 55 yaşında vefat ediyor. Avrupa yeni bir gerçekle karşı karşıya. Kıta, uluslar tarihine “Birinci Dünya Savaşı” olarak geçecek kanlı ve kapsamlı bir savaş nedeniyle paramparça olmuş. Dünya düzeni tanınmayacak derecede değişmiş. Tabii babanızın size bıraktığı ticari altyapı da. Kıta ümitsiz bir durumda. Babanızın ticari ilişkilerini dayandırdığı imparatorluklar Avusturya-Macaristan, Rusya, Almanya ve Osmanlı imparatorluğu dört sene süren savaşın sonunda milyonlarca kişiyle beraber tarihin sayfalarına karışmış. Ticaretinizi ve ailenizi yerleştirebileceğiniz yeni bir yer arıyorsunuz. O zamana kadar Büyük Britanya’nın yanında bulunan ülkeler, Japonya ve ABD, şimdi süper güç durumunda. Almanya’ya kabul ettirilen anlaşma, yakın zamanda askeri bir güç olarak yeniden ortaya çıkmasını engelleyecek gibi duruyor. Mantığınız işinizi Almanya’da kurarak hayatınızın en önemli fırsatlarından birini değerlendirmenizi söylüyor. ABD ve Japonya çok uzakta ve bu ülkelerde ticari açıdan başarılı olabilmeniz için gereken kaynaklar ve kişisel bağlantılarınız yok. Almanya size göz kırpıyor; uzak akrabalarınızdan birkaçı Almanya’da yaşıyor, size ülkenin kültüründen ve barış zamanında ticaret açısından en iyi olanakların burada bulunacağından bahsediyorlar. Tabii ki gerekli çevrelere girmenize de yardımcı olacaklar. Oraya yerleşmeye ve kendi ailenizi kurmak üzere bir eş bulmaya karar veriyorsunuz.
Şimdi 1935 yılında, ilk oğlunuzun Bar Mitzva törenini yaptığınız cumartesi gününü hayal edin. Berlin sokakları Yahudileri taciz eden Nazi kabadayılarıyla dolu. Eşiniz ve yakın akrabalarınızın bir kısmıyla birlikte geniş salonunuzda otururken, çocuklarınız bahçede oynuyor. Uzun süredir içinizde beliren endişelerden bahsediyor, dikkatli bir şekilde ailenizle birlikte ABD’ye gitme konusunu açıyorsunuz. O zamana kadar kibarca devam eden sohbet birden gerginleşiyor. Şiddetli hisler ortaya çıkıyor. Sabırla durumun tehlikeli olduğunu, tacizlerin durmayacağını, hatta galeyana gelenlerin cinayete bile teşebbüs edebileceklerini düşündüğünüzü anlatıyorsunuz. ABD’ye gittiğinizde önünüzde açılacağını tahmin ettiğiniz ticari olanaklardan bahsederek bu yeni yola çıkarken sizi hayır dualarıyla uğurlamalarını istiyorsunuz. Avrupa’daki ortalama yaşam süresini düşündüğünüzde aşağı yukarı on beş sene daha yaşayacağınızı tahmin ediyorsunuz. Otuz sekiz yaşındasınız. En iyi ihtimalle elli beş yaşına kadar yaşayacaksınız. Sene 1952 olacak. Sık sık ziyarete gelmeye söz veriyor, işler yolunda gitmezse Berlin’e geri döneceğinizi söylüyorsunuz. Hayır dualarını alamıyorsunuz; akrabalarınız insanların aklının başına geleceğinden ve bu antisemitizm dalgasının da geçeceğinden emin. Cesaretinizi toplayıp az miktarda tasarrufunuzla eşinizi ve iki çocuğunuzu alarak ABD’ye gidiyorsunuz. Bunun, eşinizin ailesini son görüşü olacağını bilmiyorsunuz. Almanya eski askeri gücüne yeniden kavuşmakla kalmıyor, Fransa’yı işgal ederek Avrupa’nın en baskın gücü haline geliyor. Bolşevik komünistler devrimden sonra ayakta kalmayı başarmıştır ve şimdi Nazilerin müttefikidir. Çocukluğunuzun geçtiği yer olan Britanya, Almanya’ya karşı direnen tek ülke. Dünyadaki diğer ülkeler bu güç mücadelelerine karışmak istemedi, tek istedikleri barış içinde yaşamaktı. 1939 yılında çoğu kişinin bakış açısından 20. ve 21. yüzyıllar Reich’a ait. Bu nedenle insanlar Hitler’in megalomanisine karşı çıkmak istemeyerek jeopolitik aşırılıkları karşısında sessiz kaldı.
Sene 1941. Japonya kamuoyunu sarsan barbar Pearl Harbor saldırısından sonra, ABD sonunda savaşa katılıyor. Oğlunuz on dokuz yaşında ve Avrupa’daki savaş için askere alınan gençlerden biri. Amerikan Hava Kuvvetleri’nde pilot ve savaşta yaptıklarından bahsetmiyor. Siz biraz da olsa uyuyabiliyorsunuz ama eşiniz panik içinde. Endişeden ne yapacağınızı bilemiyorsunuz.
Şimdi Almanya’dan ayrıldıktan on sene sonrasını, 1945’i hayal edin. Avrupa Yahudilerinin başına gelenler şimdiye kadar sadece söylentiyken, artık söylenenlerin gerçek olduğu ispatlanıyor. Hesaplara göre altı milyon Yahudi öldü; araştırmacılar bu olayı “Yahudi Halkının Soykırımı” olarak anmaya başlıyor. Milletinizin üçte biri sadece beş sene içinde dünyadan silindi! Savaştan önce 18 milyon Yahudi varken, şimdi bu sayı 12 milyona düştü. Bu ölümlere ek olarak tüm din ve ırklardan 70 milyon kişi de hayatını kaybetti. Basında gösterilen resimler dayanılır gibi değil. Yavaş yavaş eşiniz de tüm ailesinin yok olduğunu anlıyor ve ondan sonra da kendine gelemiyor.
ABD’nin liderliğini yaptığı savaş Almanya’nın çökmesine ve parçalanmasına yol açıyor. Avrupa iki bloğa bölünüyor. Başında ABD’nin bulunduğu ülkeler ve lideri SSCB olan ülkeler. Bu iki ülke, sonu gelen Avrupa imparatorluklarının mülklerinin çoğunu kimin alacağı konusunda rekabet içindeler. ABD, insanlık tarihinde o zamana kadar benzeri görülmemiş bir süper güç olarak ortaya çıkıyor. Dünyanın tüm suyollarına hâkim. ileri havacılık teknolojisi sayesinde basit vatandaşlara bile kıtalararası ulaşım yolları açılıyor. ABD’nin elinde, Hiroşima ve Nagasaki’de kanıtlanmış nükleer gücü var ve bu gücü kullanarak dünyanın her ülkesine istediği şartları uygulayabilecek konumda. “ikinci Dünya Savaşı” olarak anılacak savaştan sonra, bu yeni süper gücün üstünlüğü karşısında, SSCB kendini jeopolitik bir kâbusla karşı karşıya buluyor. Bu zor durumdan kurtulmanın tek yolunun Almanya’ya girip Avrupa’yı işgal etmek olduğu düşünülüyor. Uzmanlar kamuoyunu yeni bir savaşa hazırlıyor; bu, ilk dünya savaşından da ölümcül bir savaş olacak. Durumu düşünen herkes insanoğlundan ve aşırılıklarından bunalmış halde.
Savaşın bitmesine rağmen oğlunuz Avrupa’dan dönmedi. Son mektubunda size ölüm kamplarında gördüklerinden bahsediyor. Onun anlattıklarından yavaş yavaş Siyonist olmaya başladığını anlıyorsunuz. Yüreğiniz ağzınıza geliyor. Oğlunuza göre bu tarz felaketlerin yeniden yaşanmaması için tek çözüm Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması. Sabırsızlıkla dönmesini bekliyorsunuz. 21 yaşındaki kız kardeşi evlenmek üzere ve oğlunuzun düğünde bulunmaması düşünülemez. Oğlunuz 23 yaşında ve birdenbire sizin de onun yaşındayken ne yapacağınıza karar vermeye çalıştığınızı hatırlıyorsunuz. Bir savaş daha olabileceğine inanmadığınızı hatırlıyor ve tarihsel değişimlerin ne kadar şaşırtıcı olduğunu düşünüyorsunuz.
ABD’ye geldiğiniz 1935 yılından itibaren, son on yıl içinde biraz ilerlediniz ve zar zor küçük bir ticarethane açtınız. Artık savaş bittiğine göre işinizi genişletebilirsiniz. ABD ekonomisinin 1929’da geçirdiği ve en ciddi döneminin sizin göç ettiğiniz sene olduğu kriz bitmiş gibi görünüyor. Oğlunuzun da cepheden dönüp işinize katılacağını ümit ediyorsunuz.
Şimdi oğlunuzun geri döndüğünü ve onunla karşılıklı sohbet ettiğinizi hayal edin. Siz, ona hazırladığınız önemli görevden bahsediyorsunuz. O pek heyecanlanmıyor. Bu kadar acılı bir savaştan döndükten sonra ne yapmak istediğini ve aklından ne geçtiğini tahmin etmeye çalışıyorsunuz. Size nazikçe Filistin’deki kibutzlardan birinde gönüllü olarak çalışmak istediğini söylediğinde yaşadığınız şaşkınlık ve hayal kırıklığınız sonsuz. Size tüm ayrıntılarıyla kibutz hayatından ve temelinde yatan sosyalist ideallerden bahsediyor. Bir sır verir gibi fısıldayarak size Hagana örgütünün Ingilizlere ve Araplara karşı verdiği mücadeleden ve dünyanın her yerindeki Yahudilerden yardım beklediğinden bahsediyor. Dikkatle dinliyor ama bir yandan da bu kadar bilgiyi nereden edindiğini ve bu şevki nereden bulduğunu merak ediyorsunuz. Sormaya cesaret ettiğinizde size Fransa’nın Marsilya şehrinde, kibutzlardan birinden gelen ve Soykırım’dan kurtulanların Filistin’e göçlerini organize eden bir kızdan bahsediyor. Kız, küçük yaşta Fas’taki küçük Cipru Köyü’nden Filistin’e göç etmiş ve oraya varır varmaz da bir kibutza katılmış.
Oğlunuza savaştan sonra en güvenli ve gelecek vaat eden ülkenin ABD olduğunu anlatmaya çalışıyor, tehlikelerle ve sıtmayla dolu bir yerde ne işi olduğunu soruyorsunuz. Bir Ingiliz olarak Ingilizleri iyi tanıyorsunuz, bir Yahudi devletinin kurulmasına kesinlikle izin vermeyeceklerinden eminsiniz. Yahudilerin kendi devletlerini kuramayacaklarını söylüyorsunuz; ne de olsa kendilerini yönetme gelenekleri yok ve hürriyet kültürüne de sahip değiller. Bağımsızlıklarını ilan etmeye cesaret etseler bile karşılarına çıkacak Arap ülkelerine karşı koyma ihtimalleri sıfır. Söylediklerinizin işe yaramadığını gördüğünüzde elinizdeki son silahı kullanıyorsunuz: 50 yaşına yaklaşıyorsunuz ve yaşınız sizi zorlamaya başlamış; o bir sene sonra geri dönene kadar başınıza bir şey gelmemesi için dua edeceğinizi söylüyorsunuz. Oğlunuzun âşık olduğunu ve söyleyeceklerinizin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini fark ettiğinizde vazgeçiyorsunuz.
Buna rağmen kendinizi üç sene sonrasında hayal edin. Sene 1948 ve oğlunuz kibutzda kalıp dönmemiş. Gelen az sayıda mektuptan erkek bir torununuz olduğunu öğreniyorsunuz. Bebek İsrail bağımsızlığını ilan ettikten sonra doğan ilk bebeklerden. Bebeğe verilen kimlik numarasını okuduğunuzda gözyaşlarınıza hâkim olamıyorsunuz. Nazilerin akrabalarınızın kollarına dövmeyle kazıdığı rakamları düşünmeden edemiyorsunuz ve ikisinin arasındaki kesin zıtlık aklınızdan çıkmıyor. Boğulacak gibi hissediyorsunuz. Ben Gurion’un bağımsızlığı ilan etmeden birkaç gün önce, İsrail Ordusu’nda yüksek rütbeye sahip oğlunuzu hava kuvvetlerini kurmakla görevlendirdiğini öğrenince mutluluk mu, yoksa endişe mi duyacağınızı bilemiyorsunuz. Sürekli çocuklarınızın ve torunlarınızın resmine bakıp geceleri rüyalarınızda onları görüyorsunuz. İki sene sonra oğlunuzun bir kızı oluyor. Bu ilk kız torununuz, sevinç dolusunuz. Bu kitabı bu torununuzun torununun 21. yüzyılın ilk yarısında yaşadıklarıyla kapatacağım.
Şimdi 1967 yılının yazını düşünün. 70 yaşındasınız. En uç düşüncelerinizde bile bu yaşa geleceğinizi düşünmüyordunuz. Doğduğunuzda ABD’deki ortalama yaşam süresi 48 seneydi. Bu istatistiğe en az yirmi iki sene ekleneceğine ve diğer birçok kişiyle birlikte sağlıklı bir şekilde bu yaşa ulaşacağınıza kim inanırdı? Altı Gün Savaşı tam bir sürpriz olarak geldi ve kazanılması Israil Devleti’nin geleceğiyle ilgili tereddütlerinizi tamamen sildi. Aynı zamanda Amerikan toplumu daha önce yaşamadığı türden bir krizin içinde: Vietnam Savaşı nedeniyle bölünmüş. Herkes hâlâ bu savaşı muhteşem gücüyle Amerika’nın kazanacağını düşünüyor. Kızınızın Vietkong’la savaşmak üzere askere alınan iki çocuğu için endişeleniyorsunuz. Büyük ABD’nin en acı yenilgilerinden birini yaşayacağını ve bunun sonraki nesillerin durumunu belirleyeceğini tahmin bile etmiyorsunuz. Bu arada İsrail’deki büyük torununuz da Altı Gün Savaşı’ndan sonra hâlâ askerde. Paraşütçüler Birliği’nde genç bir subay ve Ağlama Duvarı’nı kurtaranlardan biri. ABD, SSCB tarafından değil de Kuzey Vietnam’da görünürde organize olmayan komünist gruplar tarafından yenilgiye uğratılırken İsrail Arap ülkelerinin ordularına yenilmemekle kalmıyor, aynı zamanda Kudüs’ün doğu kısmını da ele geçiriyor. Tarihte gördükleriniz karşısında şaşkınsınız, daha neler göreceğinizi merak ediyorsunuz.
Yaşamaya devam ettiğiniz takdirde görecekleriniz hayal edilemeyecek şeyler. Buna rağmen 10 yıl daha yaşadığınızı varsayın. Sene 1977. 1973 yılında İsrail Devleti’nin kuzeyde Suriye, güneyde de Mısır tarafından neredeyse tamamen işgal edildiği savaştan sonra, Arap ülkeleri arasında en büyük ve kuvvetli ülke olan Mısır’ın devlet başkanı Sedat, Ben Gurion Havaalanı’na iniyor ve İsrail Parlamentosu’nda barışla ilgili bir konuşma yapıyor.
Sene 1989. Muhteşem SSCB büyük bir gürültüyle yıkılıyor. Doğu Avrupa’yla Batı Avrupa bir mermi bile atılmaksızın birleşiyor. Dönemin en büyük düşünürlerinden Francis Fukuyama, büyük dalgalar yaratan kitabının başlığını “Tarihin Sonu ve Son İnsan” olarak koyuyor. Kitabında komünist bloğun düşüşünün, inananları arasında çatışmalara yol açan değişik görüş açıları, ideoloji ve yönetim şekillerinden oluşan basit bir tarihi adım olmadığını; bu tarz tarihin sonunu belirlediğini, bundan itibaren liberal demokrasinin tüm dünya devletlerinde hiçbir rekabet görmeksizin hüküm süreceğini iddia ediyor. Devletler arasındaki anlaşmazlıklar bundan böyle ufak bölgelerle sınırlı olacaktır.
Dört yıl sonrasını düşünün; senelerce süren taş atmalardan sonra Arafat İsrail’e geliyor ve düşmanı Yitzhak Rabin ve arkadaşı Şimon Peres’le “Savaşa Son, Kan Akıtmaya Son” sözü veren anlaşmayı imzalıyor. Bundan yedi yıl sonra Ariel Şaron’un İsrail’in başbakanı, yardımcısının da Şimon Peres olacağını, ikisinin beraber Arafat’a karşı mücadele yürüteceklerini, Arafat’ın yıllarca odasına hapsolacağını ve sonunda Fransa’ya giderek bir hastanede hayatını yitireceğini tahmin edemezdiniz. Aynı şekilde, Ariel Şaron’un üç yıl sonra, kendi parti üyelerinin ve seçmenlerinin itirazlarına rağmen, Filistinlilerle devam eden mücadele sonrasında Gazze ve Batı Şeria’dan tek yönlü ve şartsız olarak çekileceğini hayal bile edemezdiniz.

4 yorum:

  1. okumadım ama kardeşim başlıktan bile boşaldım. eline sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Lan orospu cocugu bos yapma aklını sikerim

    YanıtlaSil
  3. 2023tam 2.15 saat var ben sizin gibi milletinde sizin Uydurdugunuz yalani s... Millet yazmış 2017-2018de açız diye suan 2.14 kaldı 2023e aç bile değiliz yokuz

    YanıtlaSil