8.12.2014

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 5. Din şurasında, OsmanlI Türkçesi'nın okullarda okutulması hakkında 'İsteseler de istemeseler de Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecek' dedi





İSLAM Korkakların değil cesur ve atılgan müslümanların omuzlarında yükselecektir .
TC Görünüp te Osmanlıyı kötüleyenlerin değil .


Bunların solcusu, sağcısı; ulusalcısı, liberali fark etmiyor.Hepsi halkı sersem, kendini Alim sanıyor.
Senin "Osmanlısız" rejimin seksen senede değil uzaya gidecek füze teknolojisi, toprağını savunacak basit füze bile geliştiremedi, desem onlara, ne fayda!

Senelerce Hollanda'dan gelecek ve NATO askerleri tarafından yönetilecek dört Patriot bataryasına muhtaç olan Osmanlı mıydı?


Batı ülkelerinde bir lise öğrencisi eski metinleri okur ve anlar. Siz bir harf devrimi yaptınız, eski metinler kütüphanelerde kaldı. 

Tarih bir milletin hâfızasıdır; tarihini bilmeyen millet, hâfızasını kaybetmiş insana benzer.

 Bir milletin kültürünü kontrol etmek, o milletin dilini kontrol etmekle; bir milleti imhâ ise nesilleri mâzisinden, tarihinden ve bilhassa millî ve mânevî değerlerinden koparmakla mümkündür. 



TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI R. TAYYİP ERDOĞAN’IN 5. DİN ŞÛRA’SINDA OSMANLICAYA” AİT KONUŞMASI :
Erdoğan Osmanlıca'nın da bazı kesimler istese de istemese de öğretileceğini söyledi.

 “Bizim şah damarımız kesildi. Bir neslin bundan uzaklaştırılması sıradan bir şey değildir. Süleymaniye’deki eserleri okuyamayan bir millet neye yarar?
Çok zengin birinin iflası nasıl zor bir şeyse, bu kadar zengin bir ilmin iflası daha kötü bir şeydir.

Bunlar istese de istemese de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecektir.
Batı'da Hıristiyanlıktan boşalan yere yurttaşlık koydular, Türkiye'de de aynı şey yapılmaya çalışılıyor.
40 yıldır siyasetle iştigal eden biri olarak beni ilgilendiren vazifem pratik alandır. Dine ait meselelerin tüm meselelerin özgürce konuşulabilmeli. Tüm kesimleri de cesaretlendirmek benim görevim.
"DİNDARLAR 200 YILDIR TAHKİR EDİLİYOR"
Tanzimattan beri meseleler özgürce ele alınamadı. Din konusu objektif, mahalle baskısından uzak bir şekilde konuşulamamıştır.
200 yıldır dindarlar horlanmaya, tahkir edilmeye mazur kalmışlardır. Filmlerde, romanlarda, karikatürlerde dindarlıkla cehalet eş tutulmuştur. Din ve dindarlık yoksulluğun nedeni olarak görülmüştür. Din hep terakkiye mani olarak anlatılmıştır.
"İSLAMOFOBİAYI İÇERİDEKİ YAZARLAR DA KÖRÜKLEDİ"
İslamofobia, faşizme eşit olan bu sorun Türkiye ve İslam coğrafyasında bizzat içeride, siyasiler, yazarlar bunu körüklemiştir.
Dine sistemli bir taarruz gerçeklemiştirler ki İslam'ı savunacak alimler kendilerini savunmaktan bir türlü ofansif pozisyona geçememişlerdir.
Bazı zihniyet mensupları akıl ve bilimden başka bir şey tanımamış vahye saldırmışlardır.
"BUNLAR VAHYE SALDIRDILAR"
Oku diye emredilen bir dinin mensubuyken sanki bunun karşısındaymış gibi gösterilmiş.
Yüce kitabımızda hep akledilmekten bahseder. Böyle bir dinin mensubuyken vahyi bi kenera atıp sadece akıl ve bilime yöneltilmek istenmesi manidardır.
"KUR'AN YASAKLANDI CAMİLER AHIR OLDU"
Kur'an yasaklanmış, Camiler ahır olarak kullanılmış, ezan yasaklanmış, sakal bırakanlar, başörtüsü takanlar hakir görülmüş.
Yazı, karikatür, film ve romanlarda din ve dindarlar hor görülmüş. Dindarlara cevap hakkı bile verilmemiş.
Dini savunan siyasetçiler dinci yaftası yapıştırılmış.
Sözüm ona alimler desteklenmiş sırtları sıvazlamışlardır. Dini özünden kopartmaya çalışanlar, ekranlar yoluyla imkanlarına imkanlar katmışlardır.
"DİNDAR NESİL DEDİK DİYE BİZE SALDIRDILAR"
Bunun yanında hasbi bir şekilde yazanlar, mücadele edenler en ağır eziyetlere maruz kalmıştır.
Ben de bu yüzden saldırılara uğradım ve uğramaya da devam ediyorum. Biz bu millete cesaret aşılıyoruz. Biz 200 yıldır sorulamayan soruları sorduğumuz için içerden ve dışardan saldırıya uğruyoruz. Eğitim sisteminde Kur'an ve Siyer derslerini koyduk diye saldırıya uğradık. Dindar nesil dediğimiz için saldırıya maruz kaldık.
Amerika kıtasını Müslümanlar keşfetti dedik diye saldırdılar. Önce Türkiye'de sonrasında tüm mazlum milletlerin hakkını savunduğumuz için bizden rahatsız oluyor ve bizi hedef yapıyorlar.
"İSLAM DÜNYASINDA BİRLİK YOK"
Darbeyle iş başına gelmiş bir şahıs İnterpol'e talimat veriyor. İslam Alimler Birliği Başkanı Yusuf El Kardavi hakkında kırmızı bülten çıkartıyor.
İlim siyasetin emrinde olmaz. Siyaset ilmin emrinde olur. Bunlar dünyanın iyiye gitmediğini gösterir.
Diyanet İşleri Başkanlığımız burada alınan kararları İslam dünyasıyla paylaşması lazım. İslam dünyasında bir birlik yok. Türkiye bunun öncülüğünü yapabilir.
"DÜNYADAKİ SİSTEMİ ELEŞTİRDİM DİYE RAHATSIZ OLDULAR"
Dünya ekonomi sistemine sağlam eleştiriler getirdik diye bizden rahatsız oluyorlar. Petrolü, elması sömürdükleri için bizden rahatsız oldular.
İslam ülkelerine hitaben 27 tanesi bizden deyince bozuldular. İslam ülkelerinde gerekli zekat verilmediği için bu kadar fakirlik var dedik. Yine bizden rahatsız oldular.
"BUNLAR SALTANATI BIRAKMAK İSTEMEZLER"
Nasıl doğru sorular sorduğumuz içn bize karşı çıkıyorlar. 200 yıldır konuşulmayan soruları soruyoruz. Onlar bizim susmamızı istiyorlar biz ısrarla Filistin diyoruz. Mısır'da demokrasi, Suriye diyoruz.
BM'ye diyoruz ki, dünya beşten büyüktür. İşlerine gelir mi? Gelmez. Saltanatı bırakmak istemezler.
"BM'DE MÜSLÜMANLARI TEMSİL EDEN BİR DEVLET YOK"
1.5 milyar Müslüman dünyayı temsil eden bir ülke yok. Böyle bir şey olabilir mi? Bunlar 1. Dünya Savaşı'nın şartlarıydı. Gerek içerideki taşeronlarıyla, uluslararası medyayla üzerimize gelecekler.
"HASAN SABBAH'LARLA ÜZERİMİZE GELECEKLER"
Besleyip büyüttükleri sahte din adamlarıyla üzerimize gelecekler.
İhanet şebekeleriyle üzerimize gelecekler. Sadece Lawrencler'le değil. Hasan Sabbah'larla, Müseylemetül Kezzab'larla üzerimize gelecekler. Ama biz yılmayacağız.

Dinin sahibine de mahcup olmayacağız. Bu mücadele 200 yıldır esirgenen hakların mücadelesidir. Din sanki devlete tehdit gibi bir algı yarattılar. Biz bunun son bulması için uğraşıyoruz.
"YURTTAŞLIK ANLAYIŞIYLA BİR DİN OLUŞTURMAK İSTEDİLER"
Kendi elleriyle kendi dinlerini inşa etttiler. Yurttaşlık anlayışıyla yapay bir din oluşturmak istiyorlar. Din ve devlet işlerini ayırarak dine yapılan her saldırıyı meşru gösterdiler. Bu yapay dine inanmak işlerine geliyor.
"Kabe onların olsun bize Çankaya yeter" diyen şairler vardı.
Alevi - Sünni, Müslüman, Hırıstiyan olması gerekmez. Bizim mücadelemiz tüm insanlık içindir. Biz can için mücadele edeceğiz.
"OSMALICA'DAN ÜRKENLER VAR"
200 yıldır yaşanan baskılara rağmen Türkiye'nin alimleri, münevverleri ayaktadır.
Osmanlıca'nın bu ülkenin evlatlarının öğrenmesinden ürkenler var. Diyor ki, mezar taşlarını mı okutacağız diyor. Kendi neslinin mezar taşlarını okuyamamasından daha büyük bir ayıp olabilir mi?
"BİZİM ŞAH DAMARIMIZ KESİLDİ"
Bizim şah damarımız kesildi. Bir neslin bundan uzaklaştırılması sıradan bir şey değildir.
Süleymaniye'deki eserleri okuyamayan bir millet neye yarar? Çok zengin birinin iflası nasıl zor bir şeyse, bu kadar zengin bir ilmin iflası daha kötü bir şeydir.
"BUNLAR İSTESE DE İSTEMESE DE OSMANLICA ÖĞRETİLECEK""
Bunlar istese de istemese de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecektir.
Türkiye'deki alimler Batı'yı ve Doğu'yu da biliyor. Tüm insanlığa ışık tutan yine de sizler olacaksınız. Ümmetin ve tüm mazlumların yüzü size çevrilmiş durumda.
"DOĞRU SORULARLA AKAN KANI DURDURACAĞIZ"
Çöken bir medeniyeti ayağa kaldıracak olanlar da sizlerseniz. Ben bir Müslüman oalrak şunu çok iyi biliyorum: Bu dinin bir sahibi var. Onu koruyacak. Bize düşen de bu emanetin hakkını vermek.
Dinin hakkını verebilrsek mezhepler arası kavga sonra erecek.
Doğru soruları sorabilirsek akacak kanı durduracağız. Bize dikilen kıyafeti atıp kendimiz olabilirsek o zaman işler çözülür.
İçinden geçtiğimiz bu süreçte böyle bir şuranın umut olacağına inanıyorum. Şimdiden gayretleriniz için  teşekkür ediyorum" dedi.

HEM TC TÜRKÜM DEYİP , HEMDE TÜRKÜN ALFABESİ OLAN OSMANLI CADANMI RAHATSIZ OLUYORLARMIŞ 

OSMANLICAYA KİMLER, NEDEN KARŞI ÇIKIYOR Sanki Türkçeyi yasaklayıp yerine Osmanlı'camı gelecek .








Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/e_yayin.liste_q?ptip=EHT



Adınız Osmanlıca yazılsaydı nasıl olurdu?
TIKLA - ÖĞREN
http://www.kamudanhaber.com/genel/adiniz-osmanlica-yazilsaydi-nasil-olurdu-tikla-ogren-h278364.html




OSMANLICAYI YASAKLAMAK İTALYA’DA LATİNCE’Yİ YASAKLAMAK!

Osmanlıca tartışmasını izliyor musunuz!
Bunların İslam açılımı buraya kadar..
Ya hu insanlar temel kitaplarını okuyup manasını anlayacaksa, o zaman böyle bir tartışma olmaması gerekir.
Osmanlıca’nın harfleri Arapçaymış, iyi de sizin Türkçe diye yutturduğunuz harfler Latince değil mi?
İtalya’da Latince’yi, Ermenistan’da Ermenice’yi, İsrail’de İbranice’yi, Rusya’da Rusça’yı, Çin’de Çince’yi, Hindistan’da Hintçe’yi, Yunanistan’da Grekçeyi yasaklaman neyse bizde Osmanlıca’yı yasaklamak çok da farklı değil.
Ya hu, insanlar dedesinin vasiyetini, mektubunu, dedesinden miras kalan tarlanın tapusunu, dahası mezar taşını okuyamaz hale getirdiniz ve hâlâ da bunu savuyorsunuz..
İşte manzara bu, sizin yazarınız mezar taşında sadece “El Fatiha” yazdığını sanıyor.
Din, tarih, kültür, gelenek her şeyi acımasızca berhava ettiniz. “Eskiyi unut, yeni yolu tut, gençliğe umut” diyordunuz. Geçmişe dair ne varsa irtica idi. Bir gecede bütün bir milleti okuyamaz-yazamaz hale getirdiniz, sonra da “on yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan” diye övündünüz. Kanla, gözyaşı ile başardığınızı sandığınız şeyler şimdi yıkılmaya başlayınca bir yandan kazanımlarınızı kaybetme acısı, öte yandan dün yaşananların hesabının sorulması korkusu uykularınızı kaçırıyor değil mi.
Sanki dün utanç içinde, biraz da korku ve panik içinde CHP arşivlerini yok eden sizin abileriniz değil! Hadi, utanmayın, cesaretiniz varsa, yüreğiniz el veriyorsa, aklınız basıyorsa “Cumhuriyetin 10. Yıl albümü”nü yeniden yayınlayın, “15. Yıl albümü”nü yeniden yayınlayın, “Türk’ün Yeni Amentüsü”nü yeniden yayınlayın.
Siz isteseniz de, istemeseniz de “Türk Sovyeti” dağılıyor. “Dinde reform” olmadı. TSE damgalı din de tutmadı. “Paralel din” de çöktü. Ne olacak şimdi! 
Bu saatten sonra “Türk’ün dini Kemalizmdir” diye kimseye dayatamazsınız. Tekinalp, yani namı diğer Moiz Kohen kalkıp, yanına Osman Nuri Çerman’ı da alıp gelse yapacak bir şey yok.. 
CHP Mustafa Kemal’in ruhuna Behçet Kemal Çağlar’ın “yeni mevlid”ini değil, Süleyman Çelebi’nin Hz. Muhammed’e (sav) mevlidini okutuyor. Hem de öztürkçe değil, Osmanlıca.. Hadi CHP’liler hep beraber, siz de: Adı güzel Muhammed’e salavat.. (sav)
Sahi CHP genel merkezinde kamet hangi dilde yapılıyor. Duvarda Arapça ayet hat’tı filan da yok mu yoksa..
Güldürmeyin insanı. Komik oluyorsunuz.. Irmak yatağını arıyor.. Bu selin önüne set yapamazsınız. Bent yaparsanız baraj oluruz.. Bendimizi aşar yine geliriz.. Geçti Bor’un pazarı..
Sizinkiler daha önce “Osmanlı tarihi”ni talim terbiye müfredatından çıkartıp bu milletin çocuklarına zorunlu ders olarak “Yunan Medeniyeti Tarihi” okutmadılar mı?
Hesap sormayacak, hesap vereceksiniz..
CHP’liler hemen bu tartışmaya sazan gibi balıklama dalmadan önce biraz durup önlerine arkalarına bir bakmaları gerek.
Başkalarının gözünde çöp aramadan önce kendi gözlerindeki merteği çıkarsalar daha inandırıcı olurlar.
70 ya da 80 öncesi Genelkurmay’ın yayınladığı, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun olacak, harf devrimi ile ilgili bir yayınını hatırlıyorum.. Hat sanatına vurgu yaparak, “hiç olmaz ise Osmanlıca’yı hat sanatı için yaşatmamız gerekirdi” diyor..
Meşhur sözdür, “Kur’an-ı Kerim Mekke-i mükerremede nazil oldu, Kahire’de okundu ve İstanbul’da yazıldı.”
Harf devrimi aynı zamanda bir sanatı da yok etti..
CHP’liler gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar sanki! Bu ülkeye ve bu halka, aynı zamanda kendilerine yazık ediyorlar..
Gerçekleri görmek istemeyenden daha kör kim olabilir..
Bu kafayla gittiği sürece CHP’yi Bekaroğlu bile kurtaramaz..
Ha, bu arada, sahi Bekaroğlu’nun yeğeninin teknede düğün macerası bir AK Parti yöneticisinin başına gelse idi, CHP’lilerin tepkisi ne olurdu! Ha bu olaylar CHP’lilere ders olsun.. 
Selâm ve dua ile.. 

 YENİ AKİT / Abdurrahman Dillipak

***************
BİZ NEYE OSMANLICA DİYORUZ?
Sorunun cevabı iki boyutlu:

1) Osmanlı'da Arap alfabesi genel kabul görmüştü. Konuşulan Türkçe, Arap alfabesi ile yazılırdı. Yani biz, Osmanlı döneminde Arap alfabesiyle yazılan Türkçeye Osmanlıca diyoruz.
2) Osmanlı yöneticilerinin kendi aralarında konuşup yazdıkları Türkçe; sıradan insanın anlamakta zorluk çektiği Arapça- Farsça kelimelerle doluydu. İşte o "ağdalı" konuşmaya da Osmanlıca diyoruz.
Toparlarsak: Osmanlıca... İmparatorluk yönetici, aydın ve edebiyatçılarının, Arap alfabesiyle yazdıkları, Arapça -Farsça kelimelerle süslü Türkçedir. ("Sadeleştirme", Osmanlıcanın halk Türkçesine dönüştürülmesidir. O işin üstadı da Refik Halid Karay'dır.)
Bir soru daha: Bugün Osmanlıca öğretmek nasıl mümkün olabilir? Şöyle: Mademki Osmanlıca aslında Türkçedir... O halde Türkçe derslerinin bir bölümü, eski kelime ve tamlamalara ayrılabilir.

Osmanlıca öğretimi
Gündemin birinci sırasındaki yerini
çok şükür aldı.





Milli Eğitim Şûraları da böylece “reklamın kötüsü olmaz” kabilinden zihinlere kazındı.
Bundan böyle ilgili ilgisiz herkes Milli Eğitim Şûrası kararlarını takip edecek.
Gelelim kıyametler koparılan Osmanlıca meselesine.
Osmanlıca’nın günümüz Türkçe’sinden tek farkı yazımında, Latin harflerinin yerine Arap harflerinin kullanılmasıdır.
Dolayısı ile aslında Osmanlıca’ya karşı gösterilen direnç Arapça’dan kaynaklanıyor.
Yani bu Osmanlıca karşıtlarının Latince’ye bağlılıkları ve hoşgörüleri, Arap alfabesine gelince bir anda kindar bir düşmanlığa dönüşüyor.
Bu yobaz kesim Arap harfleri deyince Kur’an-ı Kerim’i anlıyorlar. Kur’an-ı Kerim deyince de İslamiyet hatırlarına geliyor. İslamiyet ise bu ülkede yıllarca “sanal bir irtica” vasıtası olarak kullanıldı.
Bu döngüden yaptıkları yegâne çıkarım ise, “İslamiyet eşittir irtica” sloganından türettikleri “Osmanlıca eşittir irtica” türevi. 
İşte bir kaşık suda koparılan kızılca kıyametin nedeni bu. Tamamen bilgisizlik ve cehaletten gelen bu karşı koyma inadı, yıllardır bir türlü kırılamadı.
Oysa dar kalıplar arasına sıkışmış, kafası kumda gezen bu Osmanlıca karşıtları, biraz araştırsalar, Osmanlıca’nın ne kadar derin bir kültür dili olduğunu, hepimizin sevdiği birçok sanatçının zirve eserinin bu dil ile yazıldığını anlayacaklar. Ama bunu bu eblehlerden beklemek nafile.
Avrupalıların Osmanlıca’ya karşı çıkışını anlarım. Çünkü onlarda Osmanlıca konuşanlara (Osmanlılara) karşı geçmişten gelen köklü kuyruk acıları var.
Bu acıyı kıyamete kadar içlerinden atamayacakları da kesin.
Ama bizim çakma Avrupa taklitçilerine ne demeli?
Bu sığ kültürün yüzeysel taklitçileri, Almanca ve Fransızca’yı öptü başlarına koydular.
İngilizce’ye anadillerinden çok daha fazla hayranlık duyarlar.
Latince’ye hiçbir itirazları olmaz..
Lakin Kur’an’a dair bir işaret gördüler mi, nasırına tuz basılmış gibi feveran ederler. 
“İnsan bilmediğinin düşmanıdır” derler ya, bunlar bildiklerine de bilmediklerine de düşman. Yeter ki konu hakiki Kur’an ahkâmına dair olsun. Ya da Kur’an’ı uzaktan uzağa da olsa çağrıştırsın.
1928’de çıkarılan 1353 sayılı kanunla Arap harfleri yerine Latin harflerinin kullanımı kabul edildi. Aslında bu değişikliğin temel amacı, Türk Milletinin İslam’la ve Osmanlı kültürü ile bağlarını koparmaktı. Bunu da büyük ölçüde başardılar. Öyle bir dönem oluşturuldu ki, dede torununu hatta baba oğlunu anlayamaz hale geldi. Artık Türk Milletinin 1000 yıllık hafızası tümüyle resetlenmiş veya yok sayılmış, millet geçmişi ile düşman konumuna sokulmuştu.
Yüz yılların birikimi temel eserler bir anda kütüphane raflarında anlamsızlaşmıştı.
İşte bu kopuk dönemde yetişen nesiller –çok az istisna dışında- yabancı ideolojilerin esiri olmuş ve ülkenin 60’lardan sonraki dönemleri bu geçmişine düşman nesillerce karabasana döndürülmüştü.
Neyse ki dönem dönem hakiki vatanseverlerin silkinişleri ile kâbustan kurtulmaya çalışan yüce millete yazdırılan bu acıklı hikâye, inşallah mutlu sonla bitecektir.
Yazıya konu olan müjdeye gelince;
Eğer Osmanlıca’yı bu yıl yüz akı ile öğretmeyi başarabilirsek, gelecek yıldan itibaren zorunlu olarak Kiril (Rus)  alfabesi ile Türkçe (Kiriltürkçesi) öğretimine başlanacak(!).
Bu sayede idolünüzün yıllar önce tüydüğü “ideal yurdunuzun ladin kültürünü” özümseye özümseye özümleyebileceksiniz.
Hadi kolay gelsin! 
YENİAKİT / İbrahim Bektaş

OSMANLICA GÖMÜLÜ ESERLER
Arapça “İslam” dilidir. Arapça’yı anadili olarak bilen, okuyan ve yazanlar için de Arapça bir “din” dilidir.
Kafkaslar’da, Afrika’da, Balkanlar’da, uzak, orta yakın Asya’da, Avrupa ve Amerika kıtasının neresinde bir Müslüman varsa, hepsinin ortak “din dili”Arapça’dır.
Yani Arapça, Arap ırkına ait bir dil değil, 14 asırdan bu yana bir “İslam dilidir, Müslümanların din dilidir.”
Müslümanlığı kabul eden Oğuzlar da bu din dilinin harfleriyle “dilini ve dinini” meczederek bütün dünya insanlığına bir Osmanlı medeniyeti sunmuştur.
Haçlı zihniyetinin, Osmanlı’ya karşı yaptıkları bütün hücumların ana nedeni ise dünyaya yeni bir “medeniyet” sunan Osmanlı’nın, “dinini ve dilini” ortadan kaldırmak içindir.
Dün söylediğim 24 milyon kilometrekarelik bir dünyadan, bugünkü 780 bin kilometrekarelik alana sıkıştırıldığımızda elimizde kalan bir tek “dinimiz ve dilimiz” olmuştu.
Koca bir millet aç kalmış, açıkta kalmış, ocağında yakacak bağ çubuğuna bile hasretti. Tarlalar boş, değirmenler durmuştu.
İstiklal mücadelemiz başladığında din bir ilaç gibi kullanıldı ve Müslüman ahali, cihada çağrıldı. Yaralı ve gazi halkımız, Kelime-i Tevhidin sancağı altında yeniden toplandı.
“Kur’an, Vatan ve Bayrak” kutsalı çerçevesinde İstiklalimiz kazanıldı. 780 bin kilometrekarenin her tarafı, “Allah Allah” nidalarıyla kazanıldı.
İstiklal Savaşında da büyük kayıplar verdik. Yine yurdun her yanı şehitliklerle doldu taştı. Mezarlarımız ibadethanelere dönüştü.
Bu kutlu zaferden sonra bağlarımız, bahçelerimiz, mezralarımız ve mezarlıklarımız başka şeylerle doldu.
Şehitlerimizin dışında gömülen başka şeyler, Osmanlıca dini ve milli eserlerdi.
Evet, bugün yurdumuzun neresine giderseniz gidin, arandığında mutlaka toprağa gömülü kitaplar bulabileceksinizdir.
Mesela benim dedem de kitaplarının bir kısmını köye yakın tarlamıza gömmüş, bir kısmını da samanlığımızın dip köşesine saklamıştı.
1966 yılında küçük bir çocukken samanlıktaki o kısmı ilk defa görmüştüm. Yıllarca o köşeye asla saman yığılmadığı gibi oradan tek kürek saman da alınmazmış.
Orası uzun müddet dedemin kitap sandığı olarak kalmıştı. Babamın oradan kitaplar çıkardığını hatırlıyorum.
Bir de yakılan kitaplar vardı. Evinde Kur’an-ı Kerim bulunduranlara gaz ve patiska verilmeyeceği için insanlar pek çok kitapları kışın yakacak olarak kullanmışlardı.
Rahmetli dedem, CHP zulmünün bütün memleketi sardığını, “Allah”diyenlerden tutun da Arapça harflerle yazılı her kitabın affedilmeyen suçlardan olduğunu anlatmıştı.
Hatta dini kitaplar kimin evinde yakalanırsa o insanlara kitapları çiğnetilir, yırttırılır sonra da sokağa attırılırmış.
Yeraltında ciddi bir kütüphane yatıyor. Sadece kitaplar değil, suçtur diye daha nice tarihi belgeler de saklanmış.
Bugün bile define arar gibi bağlarda, bahçelerde mezarlıklarda Osmanlıca eserler aransın bulunacaktır. Bu sebeple gömülü kitapları bulup çıkarmalıyız, bu bir vebaldir.
Adına “İnkılap” denilen darbelerle koparılan geçmişimize, karınca misali de olsa Osmanlıca dersleriyle döneceğiz inşallah. 
Dünyada harf inkılabının gerçekleştirildiği tek coğrafya İslam coğrafyasıdır. Üstelik bu inkılaplar veya harf ihtilalleri, Rusya ile Türkiye’de aynı tarihlerde yapılmıştır.
Bugün Orta Asya başta olmak üzere diğer İslam milletleriyle aramızda tercüman olmasının sebebi, harf inkılaplarıdır

Cumhurbaşkanının ne demek istediğini anlamak için bir insanın öncelikle hakikaten tüm hücreleriyle; Allah’a, Kur’an’a, Peygamber’e ve ahiretgününe iman etmesi gerekir.
Böyle bir imana sahip olan herkes, Cumhurbaşkanını anlar ve kabullenir.Bir insanın dilini değiştirmek, imani değerlerini tınaz gibi savurmaktır.
Ülkemizle birlikte diğer İslam coğrafyalarında dil değişimi dev bir İslam ümmetini birbirinden ayırmış ve tüm dini değerlerini altüst etmiştir.
Bugün İslam dünyasının arasındaki ihtilaflar ve bir arada olunamamasının nedeni, dilleri savrulmuş milletlerin, haliyle dinlerinin de savrulması sebebiyledir.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. “İslam dini, birlik ve beraberlik dini” diye yediden yetmişe, Kelime-i Şehadet getiren her Müslüman söylemiyor mu? Söylüyor.
Peki, bırakın üç nesli bir yana, iki nesil arasında bile neden dini bağlarımız ve öğretilerimiz arasında kopukluklar var o zaman? Geçelim.
Cehennem korkulacak bir yerdir değil mi? Ama Cehennemin de korktuğu insanlar vardır. Hatta bırakın korkuyu, o kişilerden titrediği söylenir.
Kimdir diye sorarsanız “Cahiller” diye cevap verirler. Evet, Cehennem kendisine cahiller gelecek diye tirtir titrermiş. Geçelim.
Topyekûn İslam düşmanlığı geçmişte öyle şeyler yaşatmış ki, Osmanlı’dan kalma çeşitli kamu kuruluşlarının Osmanlıca yazılı isimleri dahi “Bu dini bir şey galiba” diyerek kazınmıştır.
Ya mezar taşlarını başına gelen felaketler. Bursa başta olmak üzere Türkiye’nin her yerinde, Osmanlıca mezar taşları dozerlerle ve küfürlerle kaldırılmıştır.
“Ben de Müslümanlardanım” diyebilen ve geçmişinden koparıldığına inanan insanlar, geçmişiyle köprü kurmalıdır.
Bu köprü aynı zamanda nesiller arasındaki kopuklukları da giderecektir. Müslüman ailenin önemli sorunlarından birisi de nesiller arasındaki kopukluğun tâ kendisidir. 

 YENİAKİT / Hüseyin Öztürk

Dil Devrimi cinayeti ve Osmanlıca meselesi

Türkiye’de dil faslında dünyada başka bir ülkede görülmeyen, görülmesi de tahayyül edilemeyecek ürpertici bir cinayet işlendi.
Bu yazıda, bu cinayetin belgesini yayımlıyorum. Buyurunuz:
İŞTE CİNAYETİN BELGESİ!
“Harf Devrimi’nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere, geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”


Bu sözler, Millî Şef İsmet İnönü’ye ait. Bu sözlerin yer aldığı yer ise, Sabahattin Selek tarafından 1968 yılında kayda alınan İnönü’nün Hatırat kitabı.
Sabahattin Selek, kayda alıp da yayımladığı bölümler de olduğunu söylüyor.
İnsan, merak etmeden edemiyor elbette ki: Acaba İnönü, daha neler neler söyledi de, sonunda söylediklerinin önemli bir kısmı “sansür yedi”!
Yayımlanan kısımlarında bile İnönü’nün söyledikleri yenilir yutulur cinsten şeyler değil: Devrimlerin gerçek hedefini, gizlenen gerçekleri çok güzel fâş etmeye yetecek “şeyler”!
OSMANLICA: DÜNYANIN EN ZENGİN DİLİ
Antalya’da yapılan Millî Eğitim Şûrası’nda önemli, tarihî kararlar alındı. Bu kararlardan biri, Osmanlıca Türkçesi’nin liselere ders olarak konulması meselesi.
Bazı çevreler, hemen “Ortaçağ karanlığı”na mı dönüyoruz diyerek, bayatlamış, bu tür zamanlarda bozuk plak gibi çaldıkları ilkel tepkilerini dile getirdiler.
Oysa Osmanlıca Türkçesi, dünyanın en zengin dilidir. Nicelik bakımından değil, nitelik bakımından.
Bu açıdan İngilizce’den kat be kat zengin bir dildir. İngilizcenin derinliğinden sözetmek elbette ki abesle iştigaldir.
Osmanlıca dünyanın bütün belli başlı düşünce dillerinin, sanat dillerinin, bilim dillerinin, kısacası medeniyet dillerinin hepsinden beslenmiş, Osmanlıcanın omurgasını, ruhunu oluşturan Kur’ân Arapçası’nın filtresinden geçirerek beslendiği bütün dilleri kendine maletmiş tek derinlikli dünya dilidir.
Osmanlı Türkçesi bir yandan Arapça’nın,         Farsça’nın, İbranîce’nin hatta Hint dili Sanskritçe’nin temel kilit kavramlarını, öte yandan da Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Balkan dilleri, Rusça başta olmak üzere Batı uygarlığının kurucu iki dili Grekçe’nin ve Latince’nin ana kavramlarını kendisine maletmesini bilen tek dünya dilidir.
Böylesine “çoğulcu”, derinlikli ve çaplı bir dünya dilinin Türkiye’de Dil Devrimi’yle yasaklanmış olması, oldukça mânidârdır.
OSMANLI TÜRKÇESİ YASAKLANMAMIŞ OLSAYDI...
Oysa Osmanlı Türkçesi, eğer yasaklanmamış olsaydı, Meşrûtiyet dönemlerinde gerçekleştirdiği atılımları sürdürecek, biz de Osmanlıca gibi köklü, asil ve çaplı bir medeniyet diline sahip olduğumuz için, fikir, sanat ve hayatta tahayyül bile edemeyeceğimiz ölçekte büyük hamlelere imza atabilecektik.
Artık olan oldu ya da Wittgenstein’ı izleyerek “yırtılan yırtıldı”, kaldığımız yerden dil yolculuğumuza bütün hızımızla devam edebiliriz.
Ebûbekir Râzî, “Dil, aklın ve kalbin aynasıdır.”
Tam bu noktada şu soruyu sormak isterim: Aynaya bak, ne görüyorsun?
Wittgenstein de, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır”, demişti.
Usta’dan esinle bendeniz de, şunu söylüyorum:
Diliniz ne kadarsa, dünyanız da o kadardır! Diliniz darsa, dünyanız da dardır!
DİL GİDİNCE, DİN DE GİTTİ, HAYAT ÇÖLLEŞTİ...
Türkiye’nin asıl sorunu, dil’dir: Medeniyet dili: Müslüman zihninin, idrakinin ve  tefekkür biçiminin yitirilmesi.
Unutmayalım: Düşünemeyen, düşer; düş göremez.
Dil Devrimi, vahyin ışığında yoğrulan dil’imizi sekülerleştirdi; İslâmî muhtevasını bitirdi. Din de, İslâmî ruhunu yitirdi.
Dil, gidince; din de gitti; hayat çölleşti.
Unutmayalım: “Dillerini” yitiren toplumlar,  “Yer”lerini;  Yer’lerini yitiren toplumlarsa,  Yön’lerini de yitiririrler ve insanlığa bir şey veremezler.
OSMANLICA, SEÇMELİ DEĞİL, ZORUNLU OLMALI
Osmanlıca seçmeli değil zorunlu ders olmalı. Yoksa hiç bir işe yaramaz,  geri teper, onca emek boşa gider! Kimse de bir daha böyle bir şeye cesaret edemez!
Böylesine zengin bir medeniyet dilinin, orta ve uzun vadede, önümüze açacağı ufukları ne kadar görebiliyoruz, bilmiyorum doğrusu.
Ama yazıyı iki aforizmayla bitirmek istiyorum:
Bir toplumu yok etmek mi istiyorsunuz?
Dilini, kültürünü yokedin!
Genç kuşaklarını aşağılık kompleksine sürükleyin, özgüvenlerini yok edin!
Bu ülke, hiç kimseden çekmedi “yerli sömürgeciler”den çektiği kadar!
Dilini, kültürünü sömürgeci Batılılar bile yok edemezdi bu kadar!

***************

İSMET İNÖNÜ PAŞA HARF İNKILABI HAKKINDA İTİRAF EDİYOR: 2012-10-09 14:45:00  İSMET İNÖNÜ PAŞA HARF İNKILABI HAKKINDA İTİRAF EDİYOR:  
İSMET İNÖNÜ PAŞA HARF İNKILABI HAKKINDA İTİRAF EDİYOR:   |  görsel 1

İşte İsmet İnönü'nün ağzından, harf devriminin asıl amacı: "Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Okur-yazar oranının düşük oluşunun yegâne sebebi alfabenin öğrenilmesinin zor olduğu değildi. Uzun yıllar devlet eğitim sorununa eğilmemiş, kütlesel eğitime önem vermemişti.(uzun süren harblerden dolayı 'A.B'. ) ; vermiş olsaydı şüphesiz ki daha yüksek olurdu. Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı.(...) Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik.(...) Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı."   İnönü, Hatıralar C.II s 223

******************

İslamdan ne kadar uzaklaştırabilirsek o kadar iyi, 
ne kadar cahilleştirebilirsek o kadar başarılı oluruz, ne kadar avrupa'ya özendirirsek o kadar işimiz kolaylaşır gibi amaçlarla uygulanmış, büyük ölçüde başarılı da olunmuştur.

Müslüman türk milletinin yüzyıllar boyunca allah'ın kanunları ile dünyayı yönetip sayısız edebi, ilmi, mimari, dini eserleri dünyaya kazandırırken kullandığı yazı türü olan islam harflerinin yerine tarih boyunca türk-islam düşmanlığından başka bir halta yaramamış, varlıkları bile gereksiz sidikli latinlerin aynı kendileri gibi birbirilerine girmiş dik çizgilerden oluşan harflerinin kabul edilmesi vak'asıdır.
***************
Harf inkılabının amacı Türkiye'yi İslam'dan koparmaktı


Mustafa Armağan, Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde Osmanlı Alfabesi'nin yerine, Latin Alfabesi'nin Türkçeye uyarlanmasındaki gerçek amacın İslam’dan ve Osmanlı’dan kopmak isteği olduğunu söyledi. Armağan, “Bütün diğer sayılan ‘Okuma yazma kolaylığı, çağdaş bir ülke haline geleceğiz, Arap harfleri Türkçeyi karşılamaya yeterli değildi’ gibi mazeretlerin haricinde asıl amacı; İslam’dan ve Osmanlı’dan kopmak arzusu yatıyordu. Bunu gerçekleştirmek için bu yapıldı.” dedi.
Derin Tarih Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Armağan, Moral FM’de Selahaddin Kocaaslan’ın sunduğu Basında Bugün programına konuk oldu. Armağan, programda Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı "Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun"un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi olarak bilinen Harf İnkılabı’nın asıl amacını ve Türkiye’nin bu inkılap ile neler kaybettiğini anlattı.
CUMHURİTETİN MANTIĞI İSLAM MEDENİYETİNDEN ÇIKMAKTI
Armağan, “Harf inkılabı tek başına bir inkılap olsaydı belki 84 yıllıdır öğretilmeye çalışılan gerekçelere inanabilirdik.” diyerek  şunları kaydetti:  “Ama 1924 yılından beri Hilafetin kaldırılması,  medreselerin kapatılması, liselerden Arapça ve Farsça’nın kaldırılması, Medeni Hukuk’un İşviçre’den getirilmesi gibi pek çok değişiklikliği düşündüğümüzde bir sürpriz değildi. Cumhuriyetin mantığının bizi götürmek istedği yerin bir göstergesi. Bir İslam medeniyetinden çıkarıp bir garp yani Batı medeniyetine  transfer etmenin yöntemlerinden bir tanesiydi. Biz bunu böyle görmezsek laf meselesi arasında kayboluruz. Bunu açılıkla söylemelerini beklerdik. "Biz İslam medeniyetinden uzaklaşmak istiyoruz. Batı medeniyetine gitmek istiyoruz" diyemedikleri için böyle konuşuyorlar.”
İSRAİL İKİ BİN YILLIK ALFABESİNE GERİ DÖNDÜ BİZ İSE…
20. yüzyılda İsrail ve Türkiye’nin harf inkılabı yaptığının altına çizen Armağan, “İsrail iki bin yıllık İbranice yazı sistemine tüm vatandaşlarının Latin alfabesini bilmesine rağmen geçti. Biz de 900 yıllık köklü bir medeniyet geleneğimizi bırakıp Latin Alfabesi’ne geçtik” diye konuştu.
Armağan, sözlerine şöyle devam etti:
“20. yüzyılda iki ülke harf inkilabı yapıyor. Bunlardan biri israil, birisi de Türkiye’dir. Biz 900 yıllık geleneğimizi bırakıp bizi geri götürüyor diye Batı medeniyetini kullandığı Latin Alfabesi’ni alıyoruz. 1948’de israil bütün vatandaşları Latin Alfabesi’ni bilmesine ve Batı dillerini konuşup yazmalarına rağmen Latin Alfabesi’ne değil de israil’in 2000 yıl önceki İbranice Afabesi’ni diriltiler. İsrail böyle İsrail oldu. Yediğimiz domatesten tutun da F16’ların yazılımların yapıldığı ülke olduğunu düşünürsek alfabe onları geri değil ileri götürmüştü. Alfabeninin bir milleti ileri veya geri götürmesi gibi bir durumu yok. Çin, Japonya ve uzak doğu ülkeleri medeni olabildiler. Latin Alfabesi ile biz 84 yılda nereye geldik? İslam medeniyeti 11. ve 12. yüyılda nasıl dünya medeniyeti oldu. Demek ki alfabenin tek başına bir ülkeyi medeni yapması gibi bir ihtimal yok.  O yüzden Harf İnkılabı bu ülkenin kültürüne vurulmuş en büyük darbelerden bir tanesidir. Kültürümüz inançlarımız ve değerlermiz üzerinde çok büyük bir tahribat yapılmıştır. “

MESELE OKUMA YAZMA KOLAYLIĞI DEĞİL SİZ HALA ANLAMADINIZ MI?
1933 yılı, Cumhuriyet’in 10. kuruluş yılı. Uluslararası çapta törenler düzenlenir. Bu arada devlet bir kitap çıkarır. Adı “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne. Nasıldı? Nasıl Oldu?” Kitapta 4 maddede Arap harflerinin neden kaldırıldığı ve Latin harflerinin neden benimsendiği anlatılır. En önemli iki gerekçe açıkça belirtilmiştir:

“(Arap harfleri) Bizi teokrasinin (yani şeriatın) külliyatına ve fikir yeraltlarına doğru sürüklüyordu./Yabancıların dilimizi öğrenmelerini ve bizi tanımalarını adeta imkansız kılıyordu. (Ekalliyetler (azınlıklar) dahil.”

Kitabın 35. sayfasındaysa yeni harflerin kolay öğrenilip modern basım tekniğinin yollarını açtığı belirtildikten sonra ilk alıntının tersine şu noktalar üzerinde durulmuştur:

“Bizi teokratik külliyatından (dini eserler) ve fikir yeraltlarından bir darbede ayırmıştır. GERİYE DOĞRU UZANAN KÖPRÜYÜ DİNAMİTLEYİP ATMIŞTIR. / Yabancıların dilimizi kolayca öğrenmelerini ve ekalliyetlerin millet bünyemize girmelerini kolaylaştırmıştır.”

Altta resimlerinin altına şu cümle düşülmüş: “Kargacık burgacık Arap harflerini bir türlü sökemeyen halk, şimdi güldür güldür okumaya başladı!”

Bir dönemin geçmişe küfrederek kendini temize çıkaracağına dair cinnetin tezahürü bunlar. Birisi de çıkıp ‘O kargacık burgacık dediğin harflerle Çanakkale’yi ve İstiklal Savaşı’nı kazandık, yeni ‘Türk’ harfleriyle hangi başarınız var?’ sorusunu aşketse suratınıza, ne cevap verecektiniz?

Ayrıca İnönü’nün yıllar sonra hatıralarında da itiraf ettiği gibi bunlar birer bahaneydi. Doğru cevap, “bizi geçmişe bağlayan köprülerin dinamitlenmesi”ydi. İnönü de o kaypak diliyle şöyle itiraf etmişti bunu:

“Harf inkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Harf inkılabının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır.”(Hatıralar, Bilgi: 2009, s. 485.)

Eğip bükmeden söylemişler: Mesele okuma yazma kolaylığı değil, hala anlamadınız mı?

Türk tarihi ile Mustafa Kemal Atatürk hakkında önemli yayınları bulunan Andrew Mango'nun da ifadelerine yer veren Armağan;

"Bu noktaya Andrew Mango da dikkat çekmiş.Diyor ki:

“Dil ile alfabe birbirinden ayrılmazdı: Türkçe konuşan Karamanlı Rumlar Yunan harfleriyle yazarlar, Ermeni ve Museviler de kendi alfabelerini kullanırlardı.Latin harflerinin kabulüyle birlikte Türkler, Hıristiyan Batılılarla aynı safa (kampa) konulmuş oldu.”

Mango’ya göre “böylece gavurların alfabesi vatansever, milliyetçi Türklerin alfabesi haline geldi” (Atatürk, Londra: 2004, s. 464-5)." ifadelerine yer verdi.

***************

“Osmanlıca gericiliktir” demek tam bir hıyarlık

Okullarda Osmanlıca öğretilmesini “fevkalâde yerinde bir düşünce” olarak nitelendiren, Osmanlıca’nın şimdiye kadar müfredâta girmemiş olmasının ise bir hata olduğuna işaret eden Yağmur Atsız, Osmanlıcanın müfredata girecek olması sebebiyle kuduran kesime de ayar verdi. “Birtakım hıyarların, eğer eski harfler öğretilirse bu gericilik olur, Atatürk İlkeleri bundan zarar görür şeklindeki muhâkeme tarzları kökünden sakatdır” diyen Atsız, “1930’larda orta dereceli okullarımızdan Arabca ve Farsçayı kaldıran gerzekler bizim 950 yıllık kültür geleneğimize en ağır darbelerden birini indirmişlerdir” dedi.









(...) Osmanlıcanın ancak ayrı bir ders olarak okutulursa öğrenilebileceğini ileri sürmek (...) olsa olsa “cehlin ol mertebesi ancak tahsîl ile mümkindir.” faslına notedilebilir.
Hanımlar, Beyler... İngilizceden, Çinceden, Rusçadan filan bahbetmiyoruz; Osmanlıca Türkçeden ayrı bir dil değildir!
Eğer Farsça ve Arabca isim terkiblerinin nasıl yapıldıklarını öğrenirseniz, ki berâberce âzamî üç dakıyka sürer, ve bir de zamân içinde iki üç yüz Arabca Farsça kelime öğrendiniz mi Osmanlıcayı sökmüşsünüz demekdir.
Ha, eski harfleri de öğrenmek istiyorsanız, ilkokulu bitirdiğim yıl yaz tâtilinde Babam bana günde onar dakıykalık derslerle dört haftada öğretmişdi.
(...)
Bağlamak gerekirse, okullarda Osmanlıca öğretilmesi fevkalâde yerinde bir düşüncedir. Şimdiye kadar, yanlış yorumlanmış bir modernizm anlayışı sonucu, müfredâta girmemiş olması hatâdır.
Birtakım hıyarların, eğer eski harfler öğretilirse bu gericilik olur, Atatürk İlkeleri bundan zarar görür şeklindeki muhâkeme tarzları kökünden sakatdır.
(...) Bunun ilericilikle gericilikle; sağcılıkla solculukla bir alâkası yokdur ve olamaz!
1930’larda orta dereceli okullarımızdan Arabca ve Farsçayı kaldıran gerzekler ve bu fecî ve ölümcül hatâyı düzeltmek ferâsetini gösteremeyen ardılları, bizim 950 yıllık kültür geleneğimize en ağır darbelerden birini indirmişler ve bizleri, iki nesil içinde o yılların, artık dünyâda artık benzeri kalmamaya başlayan ilkel Afrika kabîleleri derekesine düşürmüşlerdir.
Gerçek mâzîmizi kendi ellerimizle boğup bir kör kuyuya atdığımız için de müteâkıben kendimize yok efendim Sümerlerden, Etilerden (Hitit demeyi bile becerememişler!) yok elinin körü kavminden yeni mâzîler îcâd etme maskaralığını irtikâb etmişler.
Yâni eğer öyle bağlantılar sâhiden var ise sen yine onlarla “bilimsel olarak” uğraş; uğraş ama ne bileyim bahçede hazîne arayacağım diye öndeki beş katlı evi yerle bir etmenin de âlemi yok; n’est-ce pas? (...) 
Yağmur Atsız / STAR

**********************

Din dersi ve Osmanlıca 

“zorunlu baraj ders” olsun


Milli Eğitim Şûrâsı’nın 19. Genel Kurul’unun açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği “anaokulundan başlayarak yeni hayat tarzı” mesajı, altı doldurulması gereken önemli bir mesaj. Bu mesajın altlığıyla ilgili önerilerimi bilahare belirteceğim.
Şûrâ’da çok önemli kararlar alındı. Hepsi uygulanır mı, uygulanırsa da nasıl uygulanır bilemem; ancak bazılarına dikkat çekmek istiyorum. Bugün üzerinde duracağım konu, “zorunlu din dersi” ve “Osmanlıca.”
Evvela, Milli Eğitim Şûrâsı kararlarının “tavsiye niteliğinde” olduğunu hatırlatmalıyım. Bu kararlara hayatiyet kazandıracak olan Bakanlıktır. Ancak Bakanlıktan, özellikle “Osmanlıca” ve “zorunlu din dersi” konusunda müsbet uygulama beklentisi ciddi bir yara aldı; neredeyse kalmadı. Zira Milli Eğitim Bakanı, Nabi Avcı, Şûrâ’daki çalışmalar esnasındaki eğilime, yaptığı açıklamalarla müdahale ederek, önce sonuç üzerinde menfi etkide bulundu. Kararın istediği gibi alınmadığı hususta ise, menfi kanaatini açıklayarak, beklentiyi bitirdi.
Şûrâ’nın komisyon çalışmalarındaki eğilim şuydu: Zorunlu din dersi ilkokul 1. sınıftan başlayacak, Osmanlıca ise tüm liselerde zorunlu ders olarak okutulacak.
Ancak Milli Eğitim Bakanı Avcı, Osmanlıca’nın zorunlu tutulmasına karşı olduğunu, seçmeli olmasından yana olduğunu, din derslerinin ise ilköğretim seviyesine indirilmesini doğru bulmadığını söyleyince işler değişti.
Osmanlıca dersinin zorunlu olması komisyonda kabul edildiği halde nihai karar, bu dersin tüm liselerde zorunlu tutulmaması, sadece Anadolu İmam Hatip Liselerinde zorunlu, diğer tüm liselerde ise seçmeli olması şeklinde alındı.Böylece Bakan, komisyonda alınan karara müdahil olarak değiştirilmesine etki etti ve Osmanlıca’nın tüm liselerde zorunlu olması için ayağımıza kadar gelen fırsat, Bakan’ın marifetiyle kaçırılmış oldu.Gerçi Sayın Bakan, “ileride imkanlarımız olduğunda uygulamaya koyabiliriz” dese de, baştan müdahil olarak kararın çıkmasına mani olmasının vebalini üzerine aldı bir kere.
Zorunlu Osmanlıca dersi için, “mezar taşlarını okumaktan başka işe yaramayacak” türünden hafifseyen ve önemini düşürücü yorumlar yapılsa da, aslında mesele öyle değil. Osmanlıca sadece mezar taşlarını okumaya yarar bir dil değil, koskoca bir tarihin arşivlerini, tüm yazılı mirasını, geçmişi okuyup anlamanın da anahtarıdır. Ancak, sırf mezar taşlarını okumak için bile bu dil öğrenilmelidir. Atasının mezar taşında ne yazdığını bile okuyamayan bir nesil, evladına okunası bir mezar taşı bile bırakamayacaktır. Köksüz bir nesil ile nasıl sağlam bir gelecek inşâ edilebilir?
Osmanlıca, koskoca geçmişin, koskoca kültür mirasının anahtarıdır. Eski kaynaklarımızı okuyamadan geleceği kalıcı ve sağlam temeller üzerine yükseltecek yeni kaynakları üretemeyeceğimizi bilmeliyiz. Arşivleri herkes okuyabilmeli. Yine, yapılması gereken “dil devrimi”nin köklü ve kalıcı, anlamlı ve ayakları yere basar olması için de bu gerekli.
Osmanlıca sadece geçmişimizle ilgili değil, aslında geleceğimizle de ilgili. Çünkü geçmişini bilmeyen geleceğini inşâ edemez; ettiği de köksüz olur, temelsiz olur ve her sarsıntı yıkım getirir. Bize lazım olan, geçmişini okuyup, üzerine geleceği bina edebilecek bir nesildir. Bu yüzden Osmanlıca dersini “geçmişe dönüş” olarak değil, “geleceğe güvenle yükseliş” için en temel araçlardan saymak lazım.
Osmanlıca’yı, “bu ülkenin insanını köklerinden koparan en büyük felaket olan harf devrimi”nin oluşturduğu tehlikeyi savuşturmak için gecikmiş bir tedbir olarak düşünebiliriz. Aslında bu ülkenin yeniden harf devrimine ihtiyacı var da, şimdilik bu teknik olarak mümkün gözükmüyor. Bunun, M.Kemal gibi bir gecede okur-yazarlığı sıfırlayacak şekilde değil, zamana yayılarak, toplumsal altyapısını oluşturarak yapılması lazım.
Zorunlu din derslerine gelince...
Zorunlu din dersinin anaokulundan başlaması reddedilirken, ilkokul birinci sınıftan itibaren din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu olması önerisi kabul edildi. Ancak Bakan Avcı buna da karşı olduğundan, Şûrâ’nın kararını uygulayacağına dair bir görüntü vermiyor. Sayın Bakan bu hususta gölge etmese, başka ihsan istemeyeceğiz.
Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi programında “Alevilik”e ilişkin içeriğin geliştirilmesi önerisinin reddedilmesi yerinde bir karar. Çünkü Alevilik İslam’dansa, ayrıca Aleviliği anlatmaya zaten gerek yoktur. Tarikatsa, din dersinde bir tarikatın anlatımı abes olur. Mezhebse, bir mezhebe ağırlık verilmesi doğru olmaz. Ayrı bir din ise, önce çıkıp bunu ilan etsinler, sonra dersini talep etsinler.
Elbette “zorunlu” da olsa, içeriğini Laik-Kemalist rejimin belirlediği bir “din dersi” bizi tatmin edecek değil. Ancak duyarlı öğretmenlerin, “müfredat harici anlatımları”nın bile önemli faydaları olduğu bir gerçek. Bu kaçak güreşe son verip, din dersinin içeriği, dersi okutulacak dinin gereklerini doğru olarak karşılayacak niteliğe kavuşturulmalı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yapacağı doğru iş şudur:
Din dersleri hem anaokulundan itibaren zorunlu kılınmalı, hem de baraj ders kabul edilmeli. Aynı şekilde Osmanlıca da hem ilkokul birinci sınıftan itibaren zorunlu, hem de baraj ders olmalı. Sınıf geçmek için “din dersi”nden ve “Osmanlıca”dan geçmek zorunlu tutulmalı.
YENİ AKİT / 



Osmanlıca ne işe yarar?

19. Milli Eğitim Şurası”nda, Osmanlı Türkçesi’nin zorunlu ders olarak liselerin öğretim programlarında yer almasına ilişkin bir öneri  benimsenmiş. Şura’nın tavsiye kararı Milli eğitim Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu’nda kabul görmesi halinde yürürlüğe girebiliyor. Şura’nın Osmanlıca kararı özellikle ‘sol kemalist’ çevreler tarafından tepkiyle karşılanıyor. Osmanlıca dersleri kendi ekseninde tartışılması yerine siyasi mesele haline getiriliyor.

Eski polemikler canlanıyor, konu neredeyse  “ilericilik-gericilik” gibi sığ bir tartışmaya kurban ediliyor. Halbuki gençlerimizin “Osmanlıca” bilmesi, herşeyden önce bir kültür meselesidir. Yüzlerce yıldır Arap harfleriyle yazılmış Türkçe metinler kültürel ve tarihsel mirasımızdır.

Gençlerimizin bu miras ile bağ kuracak kadar Osmanlıca bilmesinin kime ne zararı var! Bir zamanlar  devlet arşivlerindeki belgeleri okuyabilecek adam bulmak meseleydi. En kıymetli tarihi belgelerin tren vagonlarına doldurularak Bulgarlara hurda olarak satıldığı dönemleri de gördü bu millet. Maziye, tarihe böyle bakınca Osmanlıca bilmek tabii ki önemsiz addedilir.
Arap harflerini terkedip Latin alfabesine geçilmesi Tanzimat döneminden sonra gündeme gelen bir meseleydi. Konu hem Cumhuriyet öncesinde, hem de 1928’deki Harf Devrimi’nden sonra da tartışıldı. Taraftar olanlar var, olmayanlar var.
Yüzlerce yıllık bir geleneğin bir kalemde silinip atılması ve mazi ile dil bağının koparılmasının belki o günlerde yönetici elitler nezdinde zorunlu bir gerekçesi olmuş olabilir ama hiç değilse “Osmanlıca dersleri” ile kültür kaybımızı telafi edebiliriz. 
 Prof. İlber Ortaylı gençlerle “yakın tarih” konusunda hasbihal ederken “Yakın geçmişini bilmeyenin, bugünü ve geleceği görmesi zordur. Bu ülkede herkes Osmanlıca okuyup yazmalı, tarihte neler olup bittiğini asıl belgelerinden bilmeli” demiş. Maalesef, bırakın 300-500 yıl öncesini, yüz yıl önce yazılmış metinleri okuyup anlayabilmek bile Türkiye şartlarında uzman olmayı gerektiriyor. Tanzimat dönemi sonrasında, sade bir Türkçe ile yazılmış şiir, hikaye ve gazeteleri saymıyorum bile. Böyle bizim gibi, kendi kültür ve tarih kaynaklarını okuyup anlamayan acaba kaç millet var?

YENİ ŞAFAK / ABDULLAH MURADOĞLU


Dil gidince din de gitti
“Dil Devrimi, vahyin ışığında yoğrulan dil’imizi sekülerleştirdi; İslâmî muhtevasını bitirdi. Din de, İslâmî ruhunu yitirdi. Dil, gidince; din de gitti; hayat çölleşti” ifadelerini kullandı.

 (...) Osmanlıca Türkçesi, dünyanın en zengin dilidir. Nicelik bakımından değil, nitelik bakımından.
Bu açıdan İngilizce’den kat be kat zengin bir dildir. İngilizcenin derinliğinden sözetmek elbette ki abesle iştigaldir.
Osmanlıca dünyanın bütün belli başlı düşünce dillerinin, sanat dillerinin, bilim dillerinin, kısacası medeniyet dillerinin hepsinden beslenmiş, Osmanlıcanın omurgasını, ruhunu oluşturan Kur’ân Arapçası’nın filtresinden geçirerek beslendiği bütün dilleri kendine maletmiş tek derinlikli dünya dilidir.
Osmanlı Türkçesi bir yandan Arapça’nın, Farsça’nın, İbranîce’nin hatta Hint dili Sanskritçe’nin temel kilit kavramlarını, öte yandan da Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Balkan dilleri, Rusça başta olmak üzere Batı uygarlığının kurucu iki dili Grekçe’nin ve Latince’nin ana kavramlarını kendisine maletmesini bilen tek dünya dilidir.
Böylesine “çoğulcu”, derinlikli ve çaplı bir dünya dilinin Türkiye’de Dil Devrimi’yle yasaklanmış olması, oldukça mânidârdır.
Türkiye’nin asıl sorunu, dil’dir: Medeniyet dili: Müslüman zihninin, idrakinin ve  tefekkür biçiminin yitirilmesi.
Unutmayalım: Düşünemeyen, düşer; düş göremez.
Dil Devrimi, vahyin ışığında yoğrulan dil’imizi sekülerleştirdi; İslâmî muhtevasını bitirdi. Din de, İslâmî ruhunu yitirdi.
Dil, gidince; din de gitti; hayat çölleşti.
Unutmayalım: “Dillerini” yitiren toplumlar,  “Yer”lerini;  Yer’lerini yitiren toplumlarsa,  Yön’lerini de yitiririrler ve insanlığa bir şey veremezler.
Osmanlıca seçmeli değil zorunlu ders olmalı. Yoksa hiç bir işe yaramaz,  geri teper, onca emek boşa gider! Kimse de bir daha böyle bir şeye cesaret edemez!
Böylesine zengin bir medeniyet dilinin, orta ve uzun vadede, önümüze açacağı ufukları ne kadar görebiliyoruz, bilmiyorum doğrusu.
Ama yazıyı iki aforizmayla bitirmek istiyorum:
Bir toplumu yok etmek mi istiyorsunuz?
Dilini, kültürünü yokedin! (...)
YUSUF KAPLAN / YENİ ŞAFAK

Osmanlıca 

Milletler Dilidir

Bizim gazetenin hayırlı icraatlarından birisi daha başladı.
Adına “İnkılap” denilen darbelerle koparılan geçmişimize, karınca misali de olsa Osmanlıca dersleriyle döneceğiz inşallah. 
Dünyada harf inkılabının gerçekleştirildiği tek coğrafya İslam coğrafyasıdır. Üstelik bu inkılaplar veya harf ihtilalleri, Rusya ile Türkiye’de aynı tarihlerde yapılmıştır.
Bugün Orta Asya başta olmak üzere diğer İslam milletleriyle aramızda tercüman olmasının sebebi, harf inkılaplarıdır.
Gazetemizin bu faaliyetiyle birlikte yüreğimize su serpen ve bütün bir İslam âleminin umudu olan, Müslüman maskeli hainler ile direkt İslam düşmanı olan çevrelerin hazmedemediği, Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın, “5. Din Şûra’sında” “Osmanlıcaya” ait konuşmasını hatırlatayım. 
“Bizim şah damarımız kesildi. Bir neslin bundan uzaklaştırılması sıradan bir şey değildir. Süleymaniye’deki eserleri okuyamayan bir millet neye yarar?
Çok zengin birinin iflası nasıl zor bir şeyse, bu kadar zengin bir ilmin iflası daha kötü bir şeydir.
Bunlar istese de istemese de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecektir.”
Cumhurbaşkanının ne demek istediğini anlamak için bir insanın öncelikle hakikaten tüm hücreleriyle; Allah’a, Kur’an’a, Peygamber’e ve ahiretgününe iman etmesi gerekir.
Böyle bir imana sahip olan herkes, Cumhurbaşkanını anlar ve kabullenir.Bir insanın dilini değiştirmek, imani değerlerini tınaz gibi savurmaktır.
Ülkemizle birlikte diğer İslam coğrafyalarında dil değişimi dev bir İslam ümmetini birbirinden ayırmış ve tüm dini değerlerini altüst etmiştir.
Bugün İslam dünyasının arasındaki ihtilaflar ve bir arada olunamamasının nedeni, dilleri savrulmuş milletlerin, haliyle dinlerinin de savrulması sebebiyledir.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. “İslam dini, birlik ve beraberlik dini” diye yediden yetmişe, Kelime-i Şehadet getiren her Müslüman söylemiyor mu? Söylüyor.
Peki, bırakın üç nesli bir yana, iki nesil arasında bile neden dini bağlarımız ve öğretilerimiz arasında kopukluklar var o zaman? Geçelim.
Cehennem korkulacak bir yerdir değil mi? Ama Cehennemin de korktuğu insanlar vardır. Hatta bırakın korkuyu, o kişilerden titrediği söylenir.
Kimdir diye sorarsanız “Cahiller” diye cevap verirler. Evet, Cehennem kendisine cahiller gelecek diye tirtir titrermiş. Geçelim.
Topyekûn İslam düşmanlığı geçmişte öyle şeyler yaşatmış ki, Osmanlı’dan kalma çeşitli kamu kuruluşlarının Osmanlıca yazılı isimleri dahi “Bu dini bir şey galiba” diyerek kazınmıştır.
Ya mezar taşlarını başına gelen felaketler. Bursa başta olmak üzere Türkiye’nin her yerinde, Osmanlıca mezar taşları dozerlerle ve küfürlerle kaldırılmıştır.
“Ben de Müslümanlardanım” diyebilen ve geçmişinden koparıldığına inanan insanlar, geçmişiyle köprü kurmalıdır.
Bu köprü aynı zamanda nesiller arasındaki kopuklukları da giderecektir. Müslüman ailenin önemli sorunlarından birisi de nesiller arasındaki kopukluğun tâ kendisidir. 
YENİ AKİT /  Hüseyin Öztürk




Osmanlıca Türkçesi nedir?
19. Milli Eğitim Şurası’nda alınan Osmanlı Türkçesi’nin liselerde zorunlu hale getirilmesi kararı ile ülkede bir tartışma başladı... Peki tartışılan Osmanlıca denilen dil nedir? Türkçeden farkı nedir? İşte Osmanlıca hakkında bilmediklerimiz...




İşte 19. Milli Eğitim Şurası’nda alınan kararla  liselerde zorunlu hâle gelen Osmanlıca hakkında bilmediklerimiz...
OSMANLICA, TÜRKÇENİN BİR DÖNEMİNE VERİLEN İSİMDİR
Osmanlıca, bağımsız bir dil değildir. Osmanlıca Türkçenin bir dönemine verilen isimdir. 
Osmanlı Türkçesi ya da Osmanlıca, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk anayasası olan Kanun-ı Esasî’de geçtiği hâliyle Türkçe, 13 ile 20. yüzyıllar arasında Anadolu'da ve Osmanlı Devleti'nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmış olan, Arapça ve Farsçadan etkilenmiş Türk dilidir. 
ÜNLÜ ESERLERDE TÜRKÇE, TÜRK TİLİ, TÜRKİ ŞEKİLLERİNDE KAYDEDİLDİ
Türk yazı dilleri ve ağızları hakkında ilk bilgileri söz varlığı verileriyle ve sözlü edebiyat ürünleriyle sunan, Türk dilinin ilk sözlüğü ve dil bilgisi kitabı Divânu Lügati't-Türk'te, Kutadgu Bilig adlı ünlü eserde, Ali Şir Nevai'nin Muhakemetü'l-Lugateyn'inde, Harezm-Kıpçak, Anadolu ve Çağatay sahasında XIX. yüzyıla kadar bu dilin adı Türk tili, Türkî, Türkçe şekillerinde kaydedilmiştir.
Osmanlı Türkçesinin "lisan-ı Osmani", "Osmanlı lisanı" diye adlandırılmasına ünlü sözlükçü, yazar Şemseddin Sami şu sözlerle karşı çıkmış ve tıpkı Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Ulug Has Hacib, Ali Şir Nevai gibi dilin adının "Türkçe" olduğunu ifade etmiştir:
Söylediğimiz lisan ne lisanıdır ve nereden çıkmıştır? Osmanlı lisanı tabirini pek de doğru görmüyoruz çünkü bu unvan Selâtin-i Osmaniye'nin birincisi, fatih-i meşhurun nam-ı âlilerine nisbetle müşarünileyhin tesis etmiş oldukları bir devletin unvanıdır. Hâlbuki lisan ve cinsiyet müşarünileyhin zuhurundan ve bu devletin tesisinden eskidir.
Asıl bu lisanla mütekellim olan kavmin ismi "Türk" ve söyledikleri lisanın ismi dahi "lisan-ı Türkî"dir. Cühela-yı avam indinde mezmum addolunan ve yalnız Anadolu köylülerine ıtlak edilmek istenilen bu isim intisabıyla iftihar olunacak bir büyük ümmetin ismidir
'OSMANLI LİSANI, ÇAĞATAY LİSANI GİBİ ADLANDIRMALAR YAKIŞIKSIZ...'
Şemseddin Sami, Osmanlı lisanı, Çağatay lisanı gibi adlandırmaların yakışıksız olduğunu, Çağatay adının da Türk kavimlerinden birinin adı olması dolayısıyla dil adı olmayacağını belirtmiştir.
Sami’nin çok doğru ifadesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nda kullanılan yazı dili Türkî-i Garbî yani Batı Türkçesi, aktar-ı baidede ‘uzak ülkelerde’, Türkistan coğrafyasında kullanılan yazı dili ise Türkî-i Şarkî yani Doğu Türkçesidir.
Düşüncelerini kendi sözleriyle şöyle açıklamıştır:
Bize kalırsa o aktar-ı baidedeki Türklerin lisanıyla bizim lisanımız bir olduğundan ikisine de “Lisan-ı Türkî” ism-i müştereki ve beynlerindeki farka da riayet olunmak istenildiği hâlde onlarınkine “Türkî-i Şarkî” ve bizimkine “Türkî-i Garbî” unvanı pek münasiptir.
ÜÇ DİLDEN OLUŞAN BİR KARIŞIM OLARAK GÖRÜLDÜ
Klasik devirde "Osmanlı Türkçesi" ayrı bir dil olarak algılanmamış, üç dilden (elsine-i selase) oluşan bir karışım olarak görülmüştü. "Türkçe" ise, evde, sokakta ve köyde konuşulan basit dile verilen addı.[4] Ancak 19. yüzyılda standart bir yazı dili ihtiyacının belirmesiyle birlikte Osmanlı dili tartışmaları yoğunlaştı.
Bu dilin belkemiğini oluşturan Türkçenin güçlendirilmesi ve yazı dilinin Türkçe konuşma diline yaklaştırılmasına ilişkin talepler Şinasi, Ali Suavi, Ahmet Vefik Paşa gibi yazarlarca dile getirildi. 19. yüzyıl sonlarında doğan Türkçülük akımı, Osmanlı yazı dilinin esasen Türkçe olduğu ve "Türkçe" diye adlandırılması gerektiğini vurguladı.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE 'OSMANLI TÜRKÇESİ' OLUMSUZ BİR ANLAM KAZANDI
Cumhuriyet döneminde ise "Osmanlı Türkçesi" deyimi genellikle olumsuz bir anlam kazandı. Dil Devrimi'ni izleyen kültürel ortamda, "Osmanlı Türkçesi", Türkçeden ayrı ve yoz bir dil olarak görüldü. 
Türk Dil Kurumu'nda 1983'e dek bu görüş egemendi. Buna karşılık Osmanlı kültürüne yakınlık duyan muhafazakâr kesim, Osmanlı yazı dilinin de Türkçenin bir lehçesi olduğunu vurgulamak amacıyla "Osmanlı Türkçesi" deyimini tercih etti (örneğin Faruk Kadri Timurtaş, Mustafa Özkan vb.).
Öte yandan, Osmanlı yazı diline "Osmanlı Türkçesi" adı verildiği zaman, bundan çok farklı bir dil olan Osmanlı dönemi konuşma Türkçesine ne ad verileceği konusu, çözülmemiş bir sorun olarak kalmaktadır.
KANUN-İ ESASİ'NİN 18.MADDESİ
23 Aralık 1876'da ilan edilen Osmanlı İmparatorluğu ilk anayasası olan Kanun-i Esasi'nin 18. maddesinde devletin resmî dilinin "Türkçe" olduğu belirtilmiş ve Türkçe bilmeyenlerin devlet memuriyetine alınmayacağı ifade edilmiştir:
Madde 18 - Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.

Kaynak: vikipedia



Osmanlı Türkçesi'ne tarihine düşman olanlar karşı

Osmanlı Türkçesi’nin liselerde zorunlu ders olarak okutulmasına karşı çıkan zihniyetin kendi inançlarına yabancı, tarihine düşman olduklarını vurgulayan dilbilimci ve akademisyenler, 200 milyondan fazla Osmanlıca belge arşivimizin olduğunu belirterek, “Geçmişimizi ve coğrafyamızı Osmanlıca ile anlayabiliriz” görüşünü dile getirdiler.

 

19. Milli Eğitim Şurası’nda Osmanlı Türkçesi’nin liselerde zorunlu ders olarak benimsenmesi kararına toplumun her kesiminden destek gelirken, bir grup sözde batıcı ideolojik kafa tepki göstermişti.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi’nin“Osmanlıca’yı mezar taşı okumak için herkese zorunlu ders olarak vermeyi doğru bulmuyorum” açıklamasına tarihçi, dilbilimci, akademisyen ve uzmanlardan tepki geldi.
Batı ülkelerinde köklerin hatırlanması, kaynakların değerlendirilmesi adına latincenin zorunlu olarak öğretildiğine dikkat çeken dil bilimci araştırmacı yazarlar, “Avrupalılar, Roma uygarlığı ile bağlantılarını sürekli kılmak için çocuklarına Latince öğretiyorlar. Bizim de bin yıllık bir medeniyet geçmişimiz, 200 milyondan fazla osmanlıca belge arşivimiz var.
Geçmişimizi ve coğrafyamızı Osmanlıca ile anlayabiliriz. Bu karara karşı çıkanlar kendi inançlarına yabancı ve kendi tarihlerine düşman olanlardır. Bu zihniyetin mensupları, İslam tarihini Latince olarak öğretseniz bile karşı çıkarlar” şeklinde konuştular.
TOPLUMUN SİLİNEN HAFIZASI CANLANACAK
Yeni Akit’e konuşan Tarih Profesörü Refik Turan, Osmanlı Türkçesi’nin bin yıllık bir medeniyet birikimini okuyup anlama imkanı verdiğini dile getirerek; alınan kararın, yakın tarihte toplumun silinen hafızasının yeniden canlandırılmasıanlamına geldiğini söyledi. “Bin yıldan bu tarafa oluşan büyük bir medeniyet birikimi var. Geçmişimizle bağlarımız kopartıldığı için bu büyük birikimden yararlanamıyoruz” diyen Profesör Turan, “Osmanlı’nın bilimi, tarihi ve yaşanmış geniş bir kültür birikimi var. Geçmişimizle kopan bağlarımızı yeniden kurarak, yeniden bu büyük medeniyeti ihya etmeliyiz. Osmanlıca Türkçesi’nin okutulması kararı, bunun için iyi bir başlangıç olacaktır. Bu gerekliliğin de bütün toplum kesimlerine iyi anlatılması ve iç barışı koruyacak şekilde sürdürülmesi gerekir”şeklinde konuştu.
CHP İSLAM KÜLTÜRÜ ÖĞRENİLMESİN İSTİYOR
Dinler Tarihi Profesörü İhsan Süreyya Sırma, Arap Alfabesi’ni değiştiren veOsmanlı Türkçesi’ni ortadan kaldırmaya çalışanların amacının; Müslümanları tarihinden koparmak olduğunu dile getirdi. Sırma, “Bu karara karşı çıkanlar kendi inançlarına yabancı ve kendi tarihlerine düşman olanlardır. Bu zihniyetin mensupları, İslam tarihini Latince olarak öğretseniz bile karşı çıkarlar. Dünyanın en zengin arşivi olan Osmanlı arşivinin gün yüzüne çıkartılmasını ve öğrenilmesini istemiyorlar. Genç nesil kendi dedelerinin mektuplarını bile okuyamıyor. Görkemli bir medeniyet tüm izleriyle çürümeye terk ediliyor. Osmanlı Türkçesi’nin öğretilmesi kararını çok ehemmiyetli ve zaruri görüyorum”dedi.

OSMANLICA BİLMEYEN BİR CHP'Lİ NUTUK'U BİLE OKUYAMAZ
Araştırmacı Tarihçi Yazar Cezmi Yurtsever yaşayan bir dil olmaktan çıkan Latince’nin Avrupa’da hâlâ temel Edebiyat dersi olarak okutulduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:
“Avrupalılar, Roma uygarlığı ile bağlantılarını sürekli kılmak için çocuklarına Latince öğretiyorlar.
Bizim de bin yıllık bir medeniyet geçmişimiz var. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma milyonlarca bilgi ve belge var. 200 milyonun üzerinde belge incelenmeyi bekliyor. Liselerde Osmanlı Türkçesi’nin öğretilmesi; 21. Yüzyıl’ın en büyük eğitim devrimi olacaktır. Osmanlıca Türkçesini bilmeyen bir CHP’li Atatürk’ün orijinal Nutuk’unu bile okuyup anlayamaz”
TARİHİ BAĞLARIMIZ KOPARILDI
Dilbilimci Profesör Muammer Nurlu, 1938’den sonra yürütülen siyasetin“Latince’ye dönüş” siyaseti olduğunu ifade ederek, Harf Devrimi nedeniyle 90 yıl öncesine ait kaynakların okunamadığını ve bu nedenle milletin tarihsel bağlarının kopartıldığını dile getirdi. Profesör Nurlu şunları söyledi: “Kendi tarihine ve inancına yabancılaşma anlayışı halen devam ediyor. Osmanlı Türkçesi’ne karşı çıkanlarda ‘dostlar alışverişte görsün’ mantığı var. Güya Fransa’yı örnek alıyorlar. Ben doktoramı Fransa’da yaptım. Fransızlar kendi tarihine ve kültürel geçmişine son derece bağlılar. Osmanlıca Türkçesi çok zengin bir Türkçe ve mutlaka çocuklarımıza öğretmeliyiz.”

İsmail Uğur

MESELE OSMANLICA DEĞİLMİŞ, ONU ANLADIK


Okullarda Osmanlıca öğretilsin mi, öğretilmesin mi? Daha doğru bir ifadeyle okullarda modernleşme mâceramıza kurban verilmiş 80 yıl önceki Türkçemiz öğretilsin mi, öğretilmesin mi? Dünyanın hiçbir yerinde böyle absürt bir soru sorulmaz ve bir tartışma konusu da yapılmaz. 
Bütün halkın gözleri önünde gazeteler, televizyonlar meseleyle ilgili haberler yaptılar; köşe yazarları, tv tartışmacıları, siyasiler hep dayandıkları dünya görüşüne göre tavırlar sergilediler.
Konu hakkında fikir beyan edenlerin çok azı meselenin teknik boyutlarıyla alakalı konuştu denebilir. Bunların bile önemli bölümü fikir beyan ederken ideolojik önyargılarından kurtulamadıklarını gösterdiler.  
Oysa bu mesele yeni yetişen nesillerin kültür birikiminin, maziyle ilişkisinin, dün bugün ve gelecek arasında yapacağı sentezin kalitesiyle ilintili önemli bir meseledir. Ve de gelecekte Türkiye’yi nerede görmek istediğimizle direkt alakalı stratejik bir hamledir. 
CHP sözcüleri hükümeti Arapça harfleri geri getirmeyi planlamakla suçladı. Bunun laikliği hedef aldığını, din devleti kurmanın alt yapılarını oluşturduğunu falan söylediler. Anlaşılan CHP, halkın kendisini iktidara taşımayarak verdiği mesajı hâlâ anlamamış.. Batı cephesinde birşeyler değişmemiş, Bekaroğlu aşısı tutmamış. CHP toplumun hep gerisinde kalmaya ahdetmiş gibi. 
Osmanlıca’dan Sanskritçe’den bahsediyor gibi bahsettiler. Dedelerinin konuştuğu dile, medeniyet birikimimizi taşıyan Türkçe’ye lanetli muamelesi yaptılar. Siz kendi dilinize saygı duymuyor, onun öğretilmesini ve yaygınlaştırılmasını istemiyorsanız başkaları size niye saygı duysun ki?
Bize 80 yıl önceki Türkçe’ye dönüşümüzün imkânsız olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Oysa Yahudiler ölü bir dil olan 2 bin yıllık İbranice’yi İsrail’de diriltip tekrardan konuşma ve yazı dili yapmayı başardılar. CHP de dahil bütün dünya da bunu takdir etti. 2 bin yıllık ölü bir dili ihya etmek mümkünse neden dedelerimizin konuştuğu dilimizi biz de bugün çok az bir gayretle ihya etmeyelim?  
Dil meselesi öze ait bir meseledir. Çünkü bir kişinin veya bir toplumun düşünce derinliği dil derinliğine eşdeğerdir. Dil ve tasavvur birbirini besler, biri derinleştikçe diğeri derinleşir, biri sığlaştıkça diğeri de sığlaşır. Diliniz aslında sizsiniz. Dili derinleştirmek özünüzü derinleştirmektir. 
Yeni nesil dijital çağ nesli olup internet ve telefon üzerinden kuş diliyle konuşan, 140 kelimeyle meram anlatan ve vaktinin önemli bölümünü internette geçiren dil sorunlu bir nesildir. Bu tehdit karşısında yeni nesile Osmanlıca’yı yani medeniyet dilimizi öğretmek, onlara daha faydalı bir meziyet kazandırmak hafife alınabilir mi?
Bu tartışma bile olağanüstü şartlarda toplumu metazori yöntemlerle Batılılaştırmak isteyenlerin ne kadar başarılı olduklarını gösteriyor. Onlar dili yasaklayıp yerine uydurma bir dil ikame ederek geleceğimizi geçmişimizden kesmek istemişlerdi…
Dünden; yani dinden, gelenekten, kültürden, edebiyattan ve ilmî mirastan radikal kopuşun adıydı dil devrimi. Osmanlı’nın külleri üzerinde maziyle ilişiği kesilmiş, Batılılaştırılmış kendine yabancı yeni bir toplum inşa etmenin en kestirme yoluydu da. Galip devletlerin savaş meydanlarında başaramadıklarını farklı yöntemlerle başarma girişimiydi. 
Artık 21. yüzyılı idrak ediyoruz. Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Bu dünyada biz de “biz” olarak varolacaksak artık 20. yüzyılın tabularından kurtulmamız gerekiyor..
 YENİAKİT / Serdar Demirel


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder