İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 14 Aralık soruşturması kapsamında, şüpheli Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı çıkarılmasını talep etti. 1. Sulh Ceza Hakimliği, savcılığın talebini kabul etti.
14 ARALIK’ta başlayan Tahşiye soruşturması kapsamında, ABD’de yaşayan
Fethullah Gülen hakkında ‘suç örgütünün lideri’ olduğu gerekçesi ile yakalama
kararı çıkartıldı. İstanbul Cumhuriyet savcısı Hasan Yılmaz’ın yakalama
kararına yönelik talebi mahkeme tarafından onaylandı.
Soruşturmayı yürüten Savcı Hasan Yılmaz’ın yaptığı başvuruda Gülen’e 3
suçlama yöneltildi:
- “Cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak
(TCK 109/2 maddesi uyarınca 2 yıldan 7 yıla kadar hapis)”
- “İftira sonucu mağdurun hapis cezası dışında adli veya idari bir
yaptırıma uğramasına neden olma (267/7 maddesi uyarınca 3 yıldan 7 yıla kadar
hapis)
- Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme (TCK 314/1 uyarınca 10 yıldan 15
yıla kadar hapis)
Savcı Hasan Yılmaz bu ifadelerinin ardından “Suç örgütünün lideri şüpheli
Fetullah Gülen’in 1998 yılında yurt dışına çıktıktan sonra bir daha ülkeye
dönmediği, giriş çıkış kayıtlarından anlaşıldığı üzere Halen ABD’de yaşayan
şüphelinin atılı suçları işlediğine dair yeterli somut bulgulara ulaşıldığı
uzun süreden beri yurt dışında olması nedeni ile kendisine ulaşılmasının mümkün
görülmediği anlaşılmakla, şüpheli hakkında yakalama kararı çıkarılması talep
olunur.”
Yakalama kararını değerlendiren İstanbul 1.Sulh Ceza Mahkemesi hakimi
kararı onayladı.
CEMAAT İÇİN SONUN BAŞLANGICI
EL KAİDE'NİN TÜRKİYE KOLU İLAN EDİLDİ
VESAYET DAVALARININ SONU
GÜLEN HİKAYESİ BİTİYOR
“PARALEL YAPI B TİPİ GLADYODUR”
Tazminat döneminden günümüze kadar vesayetin virüs gibi büyüdüğünü belirten Markar Esayan vesayet sistemin 1839 yılında imzalanan Osmanlı- medya ve seçkin sermaye tarafından desteklenen A Tipi Gladyo’nun 28 Şubat’ın ardından etkisini kaybettiğini belirten Markar Esayan, sivil görünümlü ve dindarlarla barışık B Tipi Gladyo olan paralel yapının çok iyi kurgulandığını ifade etti. T
“ERDOĞAN’IN DURUŞU VE HALKIN TECRÜBESİ ETKİLİ OLDU”
17 Aralık sürecinde Erdoğan’ın duruşu ve halkın tecrübesinin çok etkili olduğunu belirten Markar Esayan, “17 Aralık darbesi başarılı olsaydı, Erdoğan partisinden koparılıp hal edilebilseydi biz bunu konuşamayacaktık. Erdoğan’a lanet ediyor olacaktık. Çünkü plan çok iyi kurgulanmıştı. Erdoğan’ın duruşu ve halkın tecrübesi çok etkili oldu. Menderes’e, Polatkan’a, Özal’a sahip çıkamamak, güçlü bir lidere sahip olmamak, güçlü olanlara da sahip çıkamamak halk da suçluluk duygusu yaşattı. Yolsuzluk iddialarını yok saymadık ama hepsini masaya koyduğumuzda en büyük yolsuzluğun irademin gaspına yönelik yolsuzluk olduğunu gördük. Halk bu feraseti gösterdi ve seçimlerde cevabını verdi. B Tipi Gladyo’yu saf dışı bıraktı. Yakında C Tipi Gladyo çıkacak çünkü bu kavga hiç bitmeyecek” ifadelerini kullandı.
“HEPİMİZ KARDEŞİZ, AMA BİZ AĞABEYİZ, YOKSA YAPACAĞIMIZI BİLİRİZ”
17 Aralık sürecini yükselişin sonu, bitişin ise başlangıcı olarak niteleyen Metin Karabaşoğlu, Said Nursu ile ’in yolunun ayrı olduğunu ve Gülen hareketinin nurcu olmadığının bilinir hale geldiğini söyledi. Kitaplarının Gülen hareketi tarafından yasaklandığını belirten Karabaşoğlu, “Satır altındaki meselelerin alenen tartışılması çok hayırlı oldu. Aleniyet, gizlilikle güçlenen yapıların sonu anlamına gelir. Bu zamana kadar ‘Hepimiz kardeşiz, ama biz ağabeyiz, yoksa yapacağımızı biliriz’ söylemi vardı ve konuşamıyorduk. İlk defa konuşabiliyoruz. En az 200 yüzü olan bir yapı var karşımızda. Gülen hareketi, kendilerini başarılı kılan başarılı sosyolojik ve psikolojik okumalar yaptı. ‘Çocuğunuz perişan olmasın, komünist olmasın, namaz kılsın, içki içmesin ve dünyevi anlamda başarılı olsun’ diyerek ailelerin ve toplumun ihtiyaçlarını doğru tespit etti” dedi.
“80’LER FETHULLAH GÜLEN İÇİN ‘YÜRÜ YA KULUM’ DÖNEMİ OLDU”
Gülen hareketinin, hem Risale-i Nur hem de Asr-ı Saadet geleneklerini kendilerine göre yeniden inşa ettiklerini belirten Metin Karabaşoğlu, “Fethullah Gülen, Bediüzzaman hayattayken kitaplarını okudu ancak Küçük Dünyam isimli kitapta Kürt olduğu için Bediüzzaman’ı görmeye gitmediğini söyledi.
“27 MAYIS’TAKİ ASKERİN YERİNİ 17 ARALIK’TA EMNİYETÇİLER ALDI”
17 Aralık sürecinde, 27 Mayıs’tan farklı olarak askerin yerini emniyetçilerin aldığını söyleyen Yusuf Özkır, “TİKA ile Türkmenistan’a gittiğimde dışarıdan yabancı olarak yayın yapabilen tek gazetenin Zaman olduğunu gördüm. 27 Mayıs’tan sonra vesayetin asker, bürokrasi, medya ve aydınlar kısmı tartışıldı. 17 Aralık girişimi de bu üç ayak üzerinden devam etti. 17 Aralık’ta askerin yerini emniyetçiler aldı. Zaman gazetesi, 14 Kasım’da ‘Eğitime darbe’ planı manşeti ile çıktı. Savaş o anda başlamıştı aslında. Sosyal medyada hızlı bir şekilde örgütlenmeler oldu ve sahte profiller üzerinden dershane ve eğitime destek meselesi yayınlandı. 17 Aralık’ta ise Türkiye’de ‘Büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ manşeti atıldı. Sosyal medyada Fuatavni, Başcalan, Twitankara, Haramzadeler gibi hesaplarla algı mühendisliği çalışmaları yapıldı. ve Bülent Keneş gibi Gülen grubu medyasında çalışan pek çok isim bu çalışmalarda yer aldı. Gülen grubunun evlerinde ve yurtlarında kalan öğrenciler aynı anda hesap sosyal medya hesabı açıp aynı şeyleri yazdı” ifadelerini kullandı.
“CEMAAT GÜÇLÜDEN MAĞDURA EVRİLDİ”
17 Aralık’tan sonra güçlü ve hegomanyacı bir yapının kademe kademe mağdur pozisyonuna evrildiğini belirten Yusuf Özkır, “Cemaat bir yılda, kendine güvenen bir noktadan mağdur pozisyonuna geldi. 14 Aralık operasyonunun ardından ‘Medyaya darbe planı’ manşetleri atıldı ve batıya bizi kurtarın çağrısı yapıldı yazılarında ‘zalim, zulüm ve zulmediliyor’ gibi ifadeleri sıklıkla kullandı. 30 Mart seçimlerinde Gülen hareketi, ‘Büyük Turp’ üzerinden gözetim toplumu mesajı verdi ve herkesi gördükleri algısını oluşturmak istedi’nin en az 3’te 2 belediyeyi kaybedeceği söylendi. ‘Bizden korkun, istediğimiz zaman sizi ifşa edebiliriz’ dediler. Montaj gazeteciliği ortaya çıktı. Seçimler kaybedilince ise son derece irrasyonel şekilde kaza ve deprem gibi olayları,
Paralel
yapı operasyonu kapsamında bugün görülen duruşmada terör örgütü liderliği
suçlaması ile Fethullah Gülen hakkında da yakalama kararı talebi kabul edildi.
Gülen örgütünün 81 ilde bu karara karşı Türkiye Cumhuriyeti tarihinde
görülmedik bir “terörist kalkışma”ya hazırlandığı iddia edildi.
Paralel yapı operasyonu
kapsamında bugün mahkemenin verdiği kararla Fethullah Gülen hakkında
yakalama kararı kabul edildi. Soruşturma savcıları İrfan Fidan ve Hasan Yılmaz,
İnterpol tarafından kırmızı bülten çıkarılması için Adalet Bakanlığı’na yazı
yazılmasını da talep etti. 14 Aralık operasyonunda gözaltına alınan Hidayet
Karaca ve 3 polisin terör örgütü üyeliğinden tutuklandı. Tutuklanan
Hidayet Karaca ve 3 eski polis Silivri Cezaevi’ne gönderiliyor.
CUMHURİYET TARİHİNDE
GÖRÜLMEDK TERÖRİST KALKIŞMA
Gülen örgütünün özellikle
Fetullah Gülen’e yaklama kararı üzerine Türkiye’nin 81 vilayetindeki adliye
binalarını işgal edip, Cumhuriyet tarihinde görülmedik bir “terörist
kalkışma”ya hazırlandıkları iddia edildi. Pensilvanya’dan gelen talimatla Gülen
örgütünün tüm illerde adliye önlerinde gece gündüz sürecek eylemler
için hazırlandıkları kaydedildi.
CEMAAT İÇİN SONUN BAŞLANGICI
Paralel yapı operasyonunun cemaatin sonu
olacağını yazdı. Gönensin "Böyle bir örgüt davasının, birinci sanığının,
yurt dışında olsa bile Fethullah Gülen olduğu bir dava Gülen cemaati için sonun
başlangıcı olacaktır." ifadelerini kullandı.
14
Aralık operasyonunu bir kesim bir basın meselesi olarak takdim etmek için büyük
çaba gösterdi. Tartışma iki gazetecinin üzerine yoğunlaşırken soruşturmanın ana
konusu da sürekli arkada tutulmaya çalışıldı.
Soruşturma
konusunu özetleyelim. 2009 yılında Nur cemaatlerinin içinden bir grup ayrılır,
radikal görüşler savunan yayınlar yapmaya başlar. Bir süre sonra Fethullah
Gülen "Tahşiyeciler" denilen bu grup aleyhine bir konuşma yapar,
bunların cezalarını göreceklerini söyler. Konu cemaat medyasında da ele alınır.
Bir süre sonra "Tahşiyeciler operasyonu" yapılır, bu grup tutuklanır.
EL KAİDE'NİN TÜRKİYE KOLU İLAN EDİLDİ
Cemaat medyası yine yayın yapar, bu yayınlar
diğer medyada da tekrarlanır ve bu grup El Kaide'nin Türkiye kolu olarak ilan
edilir ve ağır hapis cezalarına çarptırılır.
Şu andaki
soruşturmaya konu olan iddialar içinde Gülen'in konuşmasından sonra bu gruba
suç isnat etmek için evlerine el bombası ve mermi konulduğudur. İddia Gülen'in
yönlendirmesiyle tezgah kurulması, örgüt oluşturulması üzerinedir. Tutuklama
kararları bunun üzerine verilmiştir, Fethullah Gülen için yakalama kararı da bu
suçlamalarla verilmiştir.
VESAYET DAVALARININ SONU
Olayın hukuki tarafının özeti bundan ibarettir.
Ama bir de büyük manzara var. Bu manzaranın içinde, gizli dinlemeler ve
casusluk iddialarıyla tutuklanmış üst düzey emniyet görevlileri var.
Bu dava ve soruşturmaların bir araya getirilmesi halinde de, emir komuta zinciri içinde yasa dışı faaliyetlerde bulunan, siyasi komplolar kuran, yargıya müdahale eden bir örgüt, bir tek örgüt aranacaktır.
Bu dava ve soruşturmaların bir araya getirilmesi halinde de, emir komuta zinciri içinde yasa dışı faaliyetlerde bulunan, siyasi komplolar kuran, yargıya müdahale eden bir örgüt, bir tek örgüt aranacaktır.
Böyle bir
örgüt davasının, birinci sanığının, yurt dışında olsa bile Fethullah Gülen
olduğu bir dava Gülen cemaati için sonun başlangıcı olacaktır. Ve bu dava, 28
Şubat davasıyla birlikte "vesayet" davalarının da sonuncusu olacaktır.
GÜLEN HİKAYESİ BİTİYOR
Fethullah Gülen Cemaati'nin 80'lerde başlayan
yükselişini, Fethullah Gülen'in toplumun değişik kesimlerinde bir din insanı,
bir bilge kişi olarak gördüğü saygı ve sempatiden bugünlere gelişinin
hikayesine baktığımızda da birçok sorunun cevabını bulmakta zorlanabiliriz. Ama
hikayenin sonu, cemaatin ulaştığı cesamet ve etkinliği kullanma şekliyle
gelmiştir.
Birinci sanığının Fethullah Gülen olduğu bir "örgüt" davası da hikayenin kaçınılmaz sonudur.
Birinci sanığının Fethullah Gülen olduğu bir "örgüt" davası da hikayenin kaçınılmaz sonudur.
VATAN / Okay Gönensin,
F Tipi Gladyo Bitti C Tipi Geliyor!
MARKAR ESAYAN “PARALEL YAPI B TİPİ GLADYODUR
Markar Esayan, cemaatin ardından C tipi GLADYO adlı yeni bir yapılanma
geleceğini ileri sürerek, bu yapılanmanın özellikle ekonomi üzerinden ülkeyi
vurmaya güdülendiğini iddia etti.
14 Aralık
operasyonu Cemaat medya-yayın grubu için verilen gözaltı kararları gündemde hala
sıcaklığını koruyor. Yeni Şafak yazarı Markar Esayan, bugünkü yazısında 14
Aralık operasyon sonrasında çözülen Cemaat ardından geleceğini ileri sürdüğü
yeni bir yapılanma olan Gladyo C’nin yeniden ülkeyi karıştıracağını iddia etti.
’2. Dünya
Savaşı’ndan sonra NATO ile kurulmuş olan A tipi GLADYO’nun, Türkiye ekonomik
zayıflığı nedeniyle Menderes’in ilk bağımsızlık hamlesinden sonra teslim
alındığını’ ifade eden Esayan, B tipi Gladyo’nun ise ‘A Tipi Gladyo’nun
işlevsiz kalması üzerine dini görünümlü bir paralel yapı üzerinden kurulduğunu,
hükümet dahil neredeyse çoğumuzun bu senaryoyu yuttuğunu’ dile getirdi.
A TİPİ GLADYO
VE B TİPİ GLADYO NASIL ŞEKİLLENDİ?
Esayan’a göre
28 Şubat B tipi Gladyo üzerinde çok ciddi bir yıkıma neden olmuş olsa da ‘değil
bin yıl, on yıl bile sürecek bir formatlama yapmakta cuntacılar başarılı
olamadı, testten geçemediler ve vesayet mültezimliği ellerinden alındı, paralel
yapıya verildi’ (Mültezim: Osmanlı’da toprak sisteminde açık arttırma usulüyle,
belirli eyaletleri kiraya vermeye iltizam, iltizam sahibi olan kişiye de
mültezim denirdi.)
ÖCALAN’IN
TÜRKİYE’YE, GÜLEN’İN ABD’YE, ERDOĞAN’IN HAPSE GİRMESİNİN B TİPİ GLADYO İLE
İLGİSİ
Hatta Esayan’a
göre, ’1999 yılında Öcalan’ın Türkiye’ye, Gülen’in ABD’ye, Sayın Erdoğan’ın da
hapse gönderilmesi bu bağlamda çok anlaşılır.’
TÜRKİYE’Yİ
BEKLEYEN YENİ TEHLİKE: C TİPİ GLADYO
Esayan,
yazısında son olarak, şuanda Türkiye için bir tehdit teşkil ettiğini iddia
ettiği C tipi Gladyo’yla ilgili olarak ‘bir şekilde paralel yapı üzerinden inşa
edilmeye çalışılan B tipi GLADYO oyununun bozulması; deşifre olmasıyla artık
kullanılamaz hale geldiğini, dolayısıyla bu yapıyla mücadelenin belki yıllar
süreceğini; ama Türkiye’yi kaybetmek istemeyenlerin yeni mültezimler yaratmaya
şimdiden girişmiş olduklarını, yani Türkiye’yi bekleyen yeni bir C tipi
GLADYO’nun yolda olduğunu’ ifade etti.
Esayan, “Biz şu an burada konuşabiliyorsak bu cesareti Erdoğan’dan alıyoruz. Erdoğan kimseden ses çıkmayınca kendisini öne atıyor ve ‘Kasetiniz olsa da gelin, konuşun, biz sizi koruruz’ diyor. Erdoğan’ın açtığı alanda da insanlar ilerlemeye başlıyor” dedi.
Koordinatörü Doç. Dr.
Fahrettin Altun’un moderatörlüğündeki ‘1. Senesinde 17 Aralık Darbe Girişimini
Yeniden Düşünmek’ paneli Markar Esayan, Metin Karabaşoğlu ve Yusuf Özkır’ın
katılımıyla gerçekleşti. SETA İstanbul’da düzenlenen panel, akademisyen ve
öğrencilerden yoğun ilgi gördü. Vesayetin türlü aşamalarını yaşamadan
şeffaflaşmanın mümkün olmadığını belirten Markar Esayan, “Bir zihin sıçraması
yaşadık ve daha kültürlü bir yapıya doğru gidiyoruz.
Biz şu an burada
konuşabiliyorsak bu cesareti Erdoğan’dan alıyoruz. Erdoğan kimseden ses
çıkmayınca kendisini öne atıyor ve ‘Korkmayın, kasetiniz olsa da gelin,
konuşun, biz sizi koruruz, kendinize güvenin ve cesur olun’ diyor. Çünkü
toplumdan o tepki gelmiyor. Erdoğan’ın açtığı alanda da insanlar ilerlemeye
başlıyor” dedi.
“PARALEL YAPI B TİPİ GLADYODUR”
Tazminat döneminden günümüze kadar vesayetin virüs gibi büyüdüğünü belirten Markar Esayan vesayet sistemin 1839 yılında imzalanan Osmanlı- medya ve seçkin sermaye tarafından desteklenen A Tipi Gladyo’nun 28 Şubat’ın ardından etkisini kaybettiğini belirten Markar Esayan, sivil görünümlü ve dindarlarla barışık B Tipi Gladyo olan paralel yapının çok iyi kurgulandığını ifade etti. T
ürkiye’de millileşmeye yönelik adımların
darbeler yoluyla engellendiğini belirten Esayan, “A Tipi Gladyo’yu 3 darbe
yapan askeri cunta ve onu destekleyen medya, seçkin sermaye ve sivil toplum
kuruluşları temsil ediyordu. Ancak bin yıl sürmesi planlanan 28 Şubat darbesi 5
yıl sürünce, A Tipi Gladyo son şansını da kaybetti ve çağa daha uyumlu, sivil
görünümlü, dindarlarla barışık B Tipi Gladyo kurgulandı. Halkın kavgalı
olmadığı bir formda çalışan bir paralel yapı oluşturuldu. Çünkü önemli olan
vesayetin devam etmesiydi. Dindar görünümlü paralel yapının üst seçkinleri
vesayetin bir parçası ancak tabanı bir travma yaşıyor” şeklinde konuştu.
“ERDOĞAN’IN DURUŞU VE HALKIN TECRÜBESİ ETKİLİ OLDU”
17 Aralık sürecinde Erdoğan’ın duruşu ve halkın tecrübesinin çok etkili olduğunu belirten Markar Esayan, “17 Aralık darbesi başarılı olsaydı, Erdoğan partisinden koparılıp hal edilebilseydi biz bunu konuşamayacaktık. Erdoğan’a lanet ediyor olacaktık. Çünkü plan çok iyi kurgulanmıştı. Erdoğan’ın duruşu ve halkın tecrübesi çok etkili oldu. Menderes’e, Polatkan’a, Özal’a sahip çıkamamak, güçlü bir lidere sahip olmamak, güçlü olanlara da sahip çıkamamak halk da suçluluk duygusu yaşattı. Yolsuzluk iddialarını yok saymadık ama hepsini masaya koyduğumuzda en büyük yolsuzluğun irademin gaspına yönelik yolsuzluk olduğunu gördük. Halk bu feraseti gösterdi ve seçimlerde cevabını verdi. B Tipi Gladyo’yu saf dışı bıraktı. Yakında C Tipi Gladyo çıkacak çünkü bu kavga hiç bitmeyecek” ifadelerini kullandı.
“HEPİMİZ KARDEŞİZ, AMA BİZ AĞABEYİZ, YOKSA YAPACAĞIMIZI BİLİRİZ”
17 Aralık sürecini yükselişin sonu, bitişin ise başlangıcı olarak niteleyen Metin Karabaşoğlu, Said Nursu ile ’in yolunun ayrı olduğunu ve Gülen hareketinin nurcu olmadığının bilinir hale geldiğini söyledi. Kitaplarının Gülen hareketi tarafından yasaklandığını belirten Karabaşoğlu, “Satır altındaki meselelerin alenen tartışılması çok hayırlı oldu. Aleniyet, gizlilikle güçlenen yapıların sonu anlamına gelir. Bu zamana kadar ‘Hepimiz kardeşiz, ama biz ağabeyiz, yoksa yapacağımızı biliriz’ söylemi vardı ve konuşamıyorduk. İlk defa konuşabiliyoruz. En az 200 yüzü olan bir yapı var karşımızda. Gülen hareketi, kendilerini başarılı kılan başarılı sosyolojik ve psikolojik okumalar yaptı. ‘Çocuğunuz perişan olmasın, komünist olmasın, namaz kılsın, içki içmesin ve dünyevi anlamda başarılı olsun’ diyerek ailelerin ve toplumun ihtiyaçlarını doğru tespit etti” dedi.
“80’LER FETHULLAH GÜLEN İÇİN ‘YÜRÜ YA KULUM’ DÖNEMİ OLDU”
Gülen hareketinin, hem Risale-i Nur hem de Asr-ı Saadet geleneklerini kendilerine göre yeniden inşa ettiklerini belirten Metin Karabaşoğlu, “Fethullah Gülen, Bediüzzaman hayattayken kitaplarını okudu ancak Küçük Dünyam isimli kitapta Kürt olduğu için Bediüzzaman’ı görmeye gitmediğini söyledi.
Kendisiyle beraber tüm Erzurumluları da öyle lanse etti. Kitabın
sonraki baskılarında ise bu ifade çıkarıldı. 80’lerde ana akım Risale-i Nur
hareketi iki büyük bölünme yaşadı ve Fethullah Gülen için ‘Yürü ya kulum’
dönemi başladı. Gülen hareketi kendine müthiş bir merkez buldu. Bu bir
rastlantı değil, projeydi. Gülen kitaplarında Risale-i Nur’dan aldıklarını
kendi ifadeleriyle anlatıyor. Ebuzer’im diye başlayan ama Muaviye’ye parmak
ısırtan bir yolculuk yaşadı. Gülen, nabza göre şerbet verdi ve 12 Eylül’de
demokrasi karşıtı söylemlerine rağmen, Özal döneminde demokratik olduğunu
belirtti. Bir halkla
ilişkiler çalışması yaptı. Gülen’in doğum tarihi bile şartlara göre farklılık
gösterdi” dedi.
“27 MAYIS’TAKİ ASKERİN YERİNİ 17 ARALIK’TA EMNİYETÇİLER ALDI”
17 Aralık sürecinde, 27 Mayıs’tan farklı olarak askerin yerini emniyetçilerin aldığını söyleyen Yusuf Özkır, “TİKA ile Türkmenistan’a gittiğimde dışarıdan yabancı olarak yayın yapabilen tek gazetenin Zaman olduğunu gördüm. 27 Mayıs’tan sonra vesayetin asker, bürokrasi, medya ve aydınlar kısmı tartışıldı. 17 Aralık girişimi de bu üç ayak üzerinden devam etti. 17 Aralık’ta askerin yerini emniyetçiler aldı. Zaman gazetesi, 14 Kasım’da ‘Eğitime darbe’ planı manşeti ile çıktı. Savaş o anda başlamıştı aslında. Sosyal medyada hızlı bir şekilde örgütlenmeler oldu ve sahte profiller üzerinden dershane ve eğitime destek meselesi yayınlandı. 17 Aralık’ta ise Türkiye’de ‘Büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ manşeti atıldı. Sosyal medyada Fuatavni, Başcalan, Twitankara, Haramzadeler gibi hesaplarla algı mühendisliği çalışmaları yapıldı. ve Bülent Keneş gibi Gülen grubu medyasında çalışan pek çok isim bu çalışmalarda yer aldı. Gülen grubunun evlerinde ve yurtlarında kalan öğrenciler aynı anda hesap sosyal medya hesabı açıp aynı şeyleri yazdı” ifadelerini kullandı.
“CEMAAT GÜÇLÜDEN MAĞDURA EVRİLDİ”
17 Aralık’tan sonra güçlü ve hegomanyacı bir yapının kademe kademe mağdur pozisyonuna evrildiğini belirten Yusuf Özkır, “Cemaat bir yılda, kendine güvenen bir noktadan mağdur pozisyonuna geldi. 14 Aralık operasyonunun ardından ‘Medyaya darbe planı’ manşetleri atıldı ve batıya bizi kurtarın çağrısı yapıldı yazılarında ‘zalim, zulüm ve zulmediliyor’ gibi ifadeleri sıklıkla kullandı. 30 Mart seçimlerinde Gülen hareketi, ‘Büyük Turp’ üzerinden gözetim toplumu mesajı verdi ve herkesi gördükleri algısını oluşturmak istedi’nin en az 3’te 2 belediyeyi kaybedeceği söylendi. ‘Bizden korkun, istediğimiz zaman sizi ifşa edebiliriz’ dediler. Montaj gazeteciliği ortaya çıktı. Seçimler kaybedilince ise son derece irrasyonel şekilde kaza ve deprem gibi olayları,
Allah’ın toplumu
cezalandırması gibi lanse ettiler” şeklinde konuştu.
BİR MİLLET UYANIYOR
İnsanlar Erdoğan’a, Davutoğlu’na değil, aslında öncelikle kendi irade ve haysiyetlerine sahip çıkıyorlar.
ON YIL BOYUNCA NİCE BADİREDEN GEÇTİKTEN SONRA SİYASETEN ÇOK BAŞARILI, ARKASINDA YÜZDE ELLİLİK BİR HALK DESTEĞİ BULUNAN VE MUHTEMELEN BİR ON YIL DAHA ÜLKEYİ YÖNETECEK BİR SİYASİ LİDERİN ÖNÜNÜ KESMEK İÇİN NE YAPILABİLİR?
Hele
o lider “yoldan çıkmış” ve “Vesayet 2.0”a teslim olmamışsa...
“Evet, evrende bir enerji var” diyen sığ/bön kişinin durumuna düşmeyelim ama, evet bir üst akıl var ve paralel yapı üzerinden “demokratik görünümlü yeni bir vesayet” kurmak için oldukça içerikli bir plan yapmış.
Onca yıl, onca emek, onca proje, ilmek ilmek, oya oya işlenmiş. Soldan sağa, yukarıdan aşağıya her mahalleye sızılmış, toplum algısını dizayn için birçok uyuyan hücreye yatırım yapılmış, gönüllü olmayanlar ise toplanan malzemelerle şantaj kıskacına alınmış.
Türkiye’de uygulanagelmiş “Batıcılaşma” endoktrinasyonu da bu kavgaya “potansiyel” toplumsallık sağlamış. Laikler/dindarlar, liberaller/İslamcılar, demokratlar/otoriterler şeklindeki suni yaratılan dikotomiler, batıcılaşmaya adanmış kayıp ruhları manipüle etmek için çok işlevsel bulunmuş.
Böyle bir devasa organizasyon Türkiye gibi çok önemli bir ülkeyi “demokratik kurallar gereği” kendi haline bırakabilir mi?
Soruya dönelim...
Siyaseten çok başarılı bir lider, iç savaş dâhil her türlü yöntemle alaşağı edilememişse, onu nasıl alt edersiniz?
Etrafını sararsınız. Soluksuz bırakırsınız ve mesela yolsuzluk gibi, halk desteğini yok etmeyi, paralize etmeyi, insanları tereddüde/dehşete düşürmeyi amaçlayan siyaset dışı bir noktadan saldırırsınız...
Sırtlanların taktiğidir bu...
Sırtlanlar kocaman, heybetli, güçlü ve asla tek başlarına karşılarına çıkamayacakları rakiplerini kalabalık bir sürü halinde bazen günlerce koşturarak yorarlar, küçük ısırıklarla güçten düşürürler ve en nihayetinde o kendi cüssesini taşıyamayacak hale geldiğinde onlarcası birden üzerine çöker...
İşte Recep Tayyip Erdoğan’a yaptıkları buydu. Adama ameliyat masasındayken operasyon düzenlediler.
Dava şuurundan uzaklaşmış, gevşemiş irili ufaklı bazı partililer, durumun vahametini anlayana kadar iş işten geçecek, Erdoğan kaşla göz arası hal edilecekti. Ne iyi ki halk var.
Erdoğan MİT’i korumaya aldığından, Genelkurmay Elektronik Sistemleri’ni (GES, bölgenin en gelişmiş dinleme/gözleme sistemi) paralelin gasp ettiği Emniyet’e değil, MİT’e bağladığından, 2010 sonunda içinde birçok emniyetçinin bulunduğu şüphelilerin soruşturulmasını isteyen BTK’nın Dink raporuna “Olur” verdiğinden, Kürt sorununu müzakere ile çözme eğilimi gösterdiğinden, mesela beş milyar dolarlık füze sistemlerini ABD değil de Çin’e ihale ettiğinden, “One Minute” ile uluslararası çete devletlerinin güdümünden çıktığından beri “iyi sinyaller” vermiyordu.
Üçüncü yabancı bir gözün olmadığı, “biz bize çözüm” denen kritik önemde bir mantıkla “top secret” hazırlanan Çözüm Süreci kamuoyuna açıklanınca ipler koptu; Türkiye en büyük prangasından kurtuluyordu.
Sadece Böcek İddianamesini okursanız, olayın vahametini anlarsınız. Böyle bir kumpastan kurtulmak normalde imkânsızdır. Erdoğan olağanüstü bir kavga verdi. Halk Menderes’in rövanşını Erdoğan’a sahip çıkarak aldı.
Ve demek ki güçten düşüyorlardı, yenilmez değillerdi.
Ama sürek avı devam ediyor. Rahatlamak, küçümsemek gaflet olur.
Ellerindeki her malzeme ile kutsal/milli/demokratik/alelade ne varsa her şeyi araçsallaştırarak, her şeyi göze alarak 2015 seçimleri öncesinde son kozlarını oynayacaklar.
Baraj tartışması sinyali verdi.
Korkmanın, sütre ardına gizlenmenin zamanı değil. İnsan bir kere ölür. Kölelik ise her daim ölümdür.
Herkes işini iyi yapsın. Çalışkan, dürüst ve uyanık olsun. Bu yeterli.
İnsanlar Erdoğan’a, Davutoğlu’na değil, aslında öncelikle kendi irade ve haysiyetlerine sahip çıkıyorlar.
İşin özü budur.
“Evet, evrende bir enerji var” diyen sığ/bön kişinin durumuna düşmeyelim ama, evet bir üst akıl var ve paralel yapı üzerinden “demokratik görünümlü yeni bir vesayet” kurmak için oldukça içerikli bir plan yapmış.
Onca yıl, onca emek, onca proje, ilmek ilmek, oya oya işlenmiş. Soldan sağa, yukarıdan aşağıya her mahalleye sızılmış, toplum algısını dizayn için birçok uyuyan hücreye yatırım yapılmış, gönüllü olmayanlar ise toplanan malzemelerle şantaj kıskacına alınmış.
Türkiye’de uygulanagelmiş “Batıcılaşma” endoktrinasyonu da bu kavgaya “potansiyel” toplumsallık sağlamış. Laikler/dindarlar, liberaller/İslamcılar, demokratlar/otoriterler şeklindeki suni yaratılan dikotomiler, batıcılaşmaya adanmış kayıp ruhları manipüle etmek için çok işlevsel bulunmuş.
Böyle bir devasa organizasyon Türkiye gibi çok önemli bir ülkeyi “demokratik kurallar gereği” kendi haline bırakabilir mi?
Soruya dönelim...
Siyaseten çok başarılı bir lider, iç savaş dâhil her türlü yöntemle alaşağı edilememişse, onu nasıl alt edersiniz?
Etrafını sararsınız. Soluksuz bırakırsınız ve mesela yolsuzluk gibi, halk desteğini yok etmeyi, paralize etmeyi, insanları tereddüde/dehşete düşürmeyi amaçlayan siyaset dışı bir noktadan saldırırsınız...
Sırtlanların taktiğidir bu...
Sırtlanlar kocaman, heybetli, güçlü ve asla tek başlarına karşılarına çıkamayacakları rakiplerini kalabalık bir sürü halinde bazen günlerce koşturarak yorarlar, küçük ısırıklarla güçten düşürürler ve en nihayetinde o kendi cüssesini taşıyamayacak hale geldiğinde onlarcası birden üzerine çöker...
İşte Recep Tayyip Erdoğan’a yaptıkları buydu. Adama ameliyat masasındayken operasyon düzenlediler.
Dava şuurundan uzaklaşmış, gevşemiş irili ufaklı bazı partililer, durumun vahametini anlayana kadar iş işten geçecek, Erdoğan kaşla göz arası hal edilecekti. Ne iyi ki halk var.
Erdoğan MİT’i korumaya aldığından, Genelkurmay Elektronik Sistemleri’ni (GES, bölgenin en gelişmiş dinleme/gözleme sistemi) paralelin gasp ettiği Emniyet’e değil, MİT’e bağladığından, 2010 sonunda içinde birçok emniyetçinin bulunduğu şüphelilerin soruşturulmasını isteyen BTK’nın Dink raporuna “Olur” verdiğinden, Kürt sorununu müzakere ile çözme eğilimi gösterdiğinden, mesela beş milyar dolarlık füze sistemlerini ABD değil de Çin’e ihale ettiğinden, “One Minute” ile uluslararası çete devletlerinin güdümünden çıktığından beri “iyi sinyaller” vermiyordu.
Üçüncü yabancı bir gözün olmadığı, “biz bize çözüm” denen kritik önemde bir mantıkla “top secret” hazırlanan Çözüm Süreci kamuoyuna açıklanınca ipler koptu; Türkiye en büyük prangasından kurtuluyordu.
Sadece Böcek İddianamesini okursanız, olayın vahametini anlarsınız. Böyle bir kumpastan kurtulmak normalde imkânsızdır. Erdoğan olağanüstü bir kavga verdi. Halk Menderes’in rövanşını Erdoğan’a sahip çıkarak aldı.
Ve demek ki güçten düşüyorlardı, yenilmez değillerdi.
Ama sürek avı devam ediyor. Rahatlamak, küçümsemek gaflet olur.
Ellerindeki her malzeme ile kutsal/milli/demokratik/alelade ne varsa her şeyi araçsallaştırarak, her şeyi göze alarak 2015 seçimleri öncesinde son kozlarını oynayacaklar.
Baraj tartışması sinyali verdi.
Korkmanın, sütre ardına gizlenmenin zamanı değil. İnsan bir kere ölür. Kölelik ise her daim ölümdür.
Herkes işini iyi yapsın. Çalışkan, dürüst ve uyanık olsun. Bu yeterli.
İnsanlar Erdoğan’a, Davutoğlu’na değil, aslında öncelikle kendi irade ve haysiyetlerine sahip çıkıyorlar.
İşin özü budur.
Markar Esayan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder