Türkiye’nin
1938-2003 arasında yaşadığı bütün sorunların temelinde tek bir gerçek var;
“güçsüz hükümetler, kudretsiz Başbakanlar ve en önemlisi karşılarında GÜÇLÜ BİR
YERLEŞİK DÜZEN”!
Sevgili dostlar, BAŞKANLIK başlığına bu tespit eşliğinde bakınca
“Başkanlık ne getirecek” diye sorup, konuyu önemsizleştirmeye çalışanlara
vereceğimiz ilk cevap çok açık; seçilen kim olursa olsun, % 50’nin üzerinde
başa gelecek ve sadece Türk Halkına karşı sorumlu olacak... Daha açık yazayım;
YERLEŞİK DÜZEN’in özellikle 2003 yılına kadar karşısında bulmaya alıştığı
“güçsüz hükümetler” modeli tam olarak çökecek ! Bir not düşelim: Bugün sistem
“mükemmel olma noktasına uzak” fakat Sayın Erdoğan her kademede aldığı oy ve
kişisel özellikleri ile sistemin eksiklerini kapatıyor...
Sonuç 1: “Seçilen”,
halkın yarısından fazlasının doğrudan desteğini alacak ve YERLEŞİK YAPI ne
kadar güçlü olursa olsun, BAŞKAN, bu YAPI’dan her zaman DAHA GÜÇLÜ olacak! Bu
noktada geçmişe dönün bakın; ortalama ömrü 1,5 yıl olan hükümetler ve güçsüz
koalisyonların kudretsiz Başbakanlarına hükmeden GÜÇLÜ YERLEŞİK DÜZEN!
Sonuç 2: 10
yıllık emek ve mücadele ile gelinen noktada bugün YERLEŞİK DÜZEN’e karşı Türk
Halkının 1930’lardan itibaren “kaptırdıkları” geri alınmaya başlandı. Şimdi bu
süreci hızlandırmak ve halkı bu ülkenin TEK SAHİBİ kılmak için atılması gereken
en önemli adım; Başkanlık Sistemi...
Sonuç 3: Ekonomide öngörülebilir bir büyüme ve uzun vadeli sürdürülebilir kalkınma-istikrar için
Türkiye’nin atacağı en önemli adım yine BAŞKANLIK SİSTEMİ! Güçlü bir sistem
garantisi olan ekonomilerde büyüme çok daha hızlı olacaktır!
Sonuç 4: Türkiye’nin
BÜYÜKLÜĞÜ-BÜTÜNLÜĞÜ açısından da balkınca tek net çıkış; Başkanlık Sistemi...
Eyalet, bölünme ve daha birçok yalan propaganda, bu geçişin-kurtuluşun yolunu
kesmek için yaratılan “sanal engel ve kara propaganda”!
Sonuç 5: Cumhuriyet
kurulduktan sonra özellikle 1938-1946 döneminde düşürüldüğümüz “kontrol
edilebilir” olma tuzağından 2003 sonrası kurtulmaya ve özellikle “küresel
finansal prangaları” kırmaya başladık. Bu kurtuluş ve ESKİ BİRLEŞİK BÜYÜK
BÜTÜN’e dönüş, 2008 sonrasında özellikle IMF’nin Türkiye’den kovulmasıyla
hızlandı ve dünya genelinde ortaya çıkan YENİ DÜNYA DENKLEMİ içinde Türkiye,
“en önemli bileşenlerden” biri olma yoluna girdi... Bu yürüyüşün, ekonomik,
sosyal ve en önemlisi geçmişimizle kucaklaştığımız, coğrafyamızın genleştiği
adımları var. Bu adımlar atılırken Türkiye YENİ DENKLEM içinde, çevresinde
oluşan yeni coğrafi dengenin de MERKEZ’i olmaya doğru ilerliyor... BU MERKEZ’in
varolan sistem ile yönetilmesi artık kolay değil. Bu gerçeği dikkate alınca BAŞKANLIK
kaçınılmaz!
Son söz: Türkiye’nin
100 yıllık sentezi “Başkanlık” ile ortaya konmalı! Haydi TÜRKİYE! GELECEĞİNİ
ŞEKİLLENDİR VE YERLEŞİK DÜZEN’i yerle yeksan et!
VE KARŞI DURMAK
1946-2003
arasında Türkiye’de yaşananları ve özellikle “ekonomik dalgalanmaları takip
eden siyasal manipülasyonları” dikkatli analiz edenler; 1980-1994 1997-1998 ve
sonrasında özellikle 2001 ‘de HATTA 2002’den bugüne bu ülkeye iktidar biçmeye
çalışanları görebilirler... BU ARKADAŞLAR bu ülkenin kanını her türlü emmek
için hep pusudaydılar ve hala akıllanmadılar... Sözde “ESTABLISHMENT”...
Peki
her fırsatta etkili olmaya ve zaman zaman sağ-sol arasında yer değiştirerek
çalışan bu yapının amacı ne?...
Daha
önceki yerleşik düzen yazılarımda kullandığım detayları da yeniden paylaşarak,
bazı tespitler yapalım sonrasında bu yapılanmaya karşı duranlara ve ÖZELLİKLE
Sayın ‘ERDOĞAN’A KARŞI BÜYÜK KOALİSYON NEDEN KURULDU’ SENTEZ’i ile bitirelim...
1-
1946 devalüasyonu ile küresel sisteme teslim olma sürecini tamamlayan
Türkiye’de, dışarıdaki güçlerin içeride yarattığı burjuva ve onun yan
kollarının, TSK’ya sızmış diğer kollar ile birleştiği, yerleşik medya ve
yerleşik finansal yapının biz kontrol edelim amacıyla kullandığı güçler
birliğini YERLEŞİK DÜZEN olarak adlandırabiliriz! Siyasi otoriteye istediğini
yaptıramayan bu güçler, her dönemde finansal ve basın manipülasyonu yoluyla
yönetenleri zor durumda bırakmayı denerler.
2-
Bu güçler birliğinin ilk denemesine en kapsamlı örnek; 1946 devalüasyonu-1960
darbesi arasında yaşananlar! Dönemin Başbakanı Menderes işbirlikçi asla değil
tam tersi kontrol edilemeyeceği anlaşıldığı anda yok edilen bir lider! Hamle
çok açık; yapılan ilk başbakan asma denemesi ve işin ilginç tarafı bu denemenin
vatansever bir sol devrim kılıfında saklanması!
3-
Türkiye için en güçlü deneme 1980 darbesi sonrası gelişen yapı ve 2001’de
gönderilen Derviş dönemi! Final büyük dönüştürme ve eksene oturtma çalışması!
4-
1994-2001 ve sonrası birkaç yıl; Türkiye’nin 1946 sonrası kurgulanan
burjuvası-medyası ve BATI uzantısı gizli askeri örgütlenmeler ile tam olarak
kontrol edilebilir hale getirildiği dönem!
5-
1980 darbesi öncesi sağ ve sol kamplarda beyni yıkanan gençlerin Türkiye’yi
kana bulaması, 1980 sonrası Amerika’nın isteği ile Yunanistan’ın NATO’ya
dönmesi ve 1980’ler sonrası 1960’lardan beri sahnede olanların kurulan yeni
partide Başrollere yerleştirilmeleri tesadüf değil! 1960-1994 ve 1994-2001 ayrı
ve detaylı incelenmesi gereken süreçler...
Sonuç
1: Bugün gelinen nokta çok açık: Türkiye tam bir yol
ayrımında! Ya yeni bir düzen tesis edilecek (YENİ TÜRKİYE BÜYÜK ÖLÇÜDE TABANINI
OLUŞTURDU) ya da yerleşik yapı eski gücünü geri kazanarak 1946 sonrası kurduğu
denklem içinde hepimizi istediği gibi idare etmeye devam edecek...
Sonuç
2: Türk halkı şu gerçeği çok net görmeli: Yerleşik
düzen aynen matriks gibi her yerde! Evimizde, arabamızda, okulumuzda,
gazetemizde, işyerimizde... Bu düzenin tek bir amacı var: Türk halkının onların
tasarımları sonucu yaratılan sanal matriks içinde kalması ve asla uyanmadan,
varlıklarının sosyal, siyasal, ekonomik olarak kullanılmasına göz yumması...
Sonuç
3: YERLEŞİK DÜZEN’i ararken sadece bir tarafa bakmak
yetmez, her tarafa dikkatli bakmakta ve değişik versiyonlarını da idrak etmekte
yarar var...
Son
söz: Türkiye’yi 2003’ten itibaren YERLEŞİK TUZAK’tan
kurtulma yoluna sokan Sayın “Erdoğan’a karşı BÜYÜK KOALİSYON neden kuruldu”
diyorsanız cevap çok açık; Sayın Erdoğan YERLEŞİK YAPILANMA nereden gelirse
gelsin, sonuna kadar bu yapılanmaya karşı ve Türk Halkının kendi iradesini
tesis ederek kendini yönetmesi için kefeni ile çıktığı yoluna, halkın kendisine
emanet ettiği her görevde devam ediyor... Bu gerçeği bilince sorunun cevabı da
çok açık ve net... Yaşasın yolun sonunda bizi kucaklayacak olan TAM BAĞIMSIZ
GÜÇLÜ BÜYÜK TÜRKİYE... Yaşasın LİDER’in peşinde YENİ olanın yolunu açan ülkemin
insanları...
LİDER NEDEN HEDEF?
Amerika’nın
keşfi ile ilgili söylediği bir cümle bile içeriden dışarıdan bir Lider’e bu
kadar saldırılmasına yol açıyorsa, ben bu soruyu birkez daha sorarım...
Sorgulamaya bile izin olmayan bir dünyamız mı var...
Sevgili dostlar, her anlamda yolumuzu açan lider olan Erdoğan’ın
hayatının her döneminde ve özellikle son yıllarda neden hedef olduğu çok açık
değil mi; 300 yıl
sonra PARÇALAR ANA GÖVDEYLE KAVUŞUYOR! Ve bunu sağlayan
lider de hedef tahtasına konuyor!
Sevgili dostlar, bugün “neyin neden” olduğunu soranlar acaba
GEÇMİŞİMİZİ ve detayları iyi bilip analiz edebiliyorlar mı?
Bilmiyorlarsa “ciddi bir çıkarım” elde etmek mümkün değil...
Unutmayalım; geçmişin süzgeci, geleceğin tanelerini verir...
Bu bağlamda özellikle geçmişi detaylandırarak geleceğe birlikte
bakmayı deneyelim..
1850’lerden itibaren Ruslarla savaş hazırlıklarına başlayan daha
doğrusu başlatılan Osmanlı, Ortadoğu-Afrika coğrafyasında zorlanmaya başlıyor.
Bu zorlanma “tarihsel doğal etkilerle” değil, o bölgeleri yeniden
şekillendirmek isteyen güçlerin ilk adımları ile ortaya çıkıyor...
1854-1876 arasında “o güçlerden” borçlandırılan Osmanlı, 1876
sonrası “MERKEZİ” o dönemin IMF’sine kaptırırken, 1876-1915 arasında bugünün
İsrail devletinin yerleştiği yer dahil, planlanan bütün topraklarını
kaybediyor. Hatta ele geçirme o kadar ileri gidiyor ki; 1915 sonrasında “işgal”
bugün yaşadığımız topraklara kadar uzanıyor...
Sevgili dostlar, Türkiye’nin “kurtuluş-kuruluş” detaylarını
arındırır ve “o bölgelere” tarihsel olarak bakarak bugünü anlamlandırmaya
çalışırsak, bir detayı çok net görüyoruz: 1900’lerden itibaren Osmanlı’dan ele
geçirilerek zorlama ile kurulan “İngiliz-Fransız-İtalyan” imzasını taşıyan “her
yer” çöküyor...
Çıkarım 1: Osmanlı
devlet yapısının, ruhunun, varlığının zorla el çektirilerek, üzerinde “zorlama
devletlerin” kurulduğu her bölgede sorun var! Konuya sadece İsrail ve çevresi,
Mısır, Libya, Irak, Suriye ve diğerleri olarak bakmayın ve son 10 yılı
düşünerek Balkanlar’ı da unutmayın! Son halka Yunanistan... Osmanlı’nın “500
sene baktığı” doğal olarak “yalnız bir ekonomi olması” mümkün olmayan
Yunanistan, “ekonomik anlamda” ilk çöken yer! Yugoslavya ve Yunanistan’ın
Ortadoğu-Afrika çizgisinden farklı algılanmasının tek bir sebebi var:
“Bulunduğu coğrafya”!
Sevgili dostlar, “periferik uzantı” analizimize ara verip,
“MERKEZ” yapıya dair bir tespit yapalım: Merkez dediğimiz yani “RUHUN
bakiyesinin” kaldığı ve üzerine genç bir devlet kurulan Türkiye, 1938-2003
arası yıllarca dalgalandı! Kendini bulamadı, Osmanlı’yı yıkanların “oyunları”
altında darbeler-devalüasyonlar arasında geldi-gitti...
Bütünün beyniydi-ruhuydu ama “parçalara” sahip çıkmaması için
“1850’lerde başlatan manipülasyon” 150 seneden fazla devam etti...
Çıkarım 2: Bir
“bütün” parçalara ayrılır, belli bir dönem bu “parçalar” değişim geçirerek
yoluna devam edebilir. Ana soru “parçalar tek tek yeniden dağıldığında” İLK
HALİN-İLK BÜTÜNÜN yeniden ortaya çıkıp çıkmayacağı veya daha net ifadesiyle
“zorla parça haline getirilen yapıların, zorlamanın etkisi kalkınca BÜTÜN’e
dönüp dönmeyecekleridir”! Peki bundan sonra neler olabilir? Türkiye’nin
“MERKEZ” olma haline gelmesi ile ne değişebilir?
Farklı bakarak yeniden maddeler halinde sorgulayalım:
1- Bugünkü Türkiye’nin “merkez” olduğu bütün 1854-1923 arasında
parçalandı. 1915-1923 “merkez” savaşıydı, kurtarıldı, fiziki olarak ele geçmedi
ama 1938 hatta 1933 sonrası, yeni kurulan devlet manipüle edildi.
2- 1923 sonrası “hareket” daha da hızlandı. Amaç; “ana parça”
yani Ankara’nın başkent-İstanbul’un merkez olduğu ideolojik yapı ile “bütün
bağları” kesmek ve kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile “diğerlerinin” ilişkisini
“YOK” noktasına çekmekti. “Finansal-ekonomik-sosyal” krizler ve askeri darbeler
eşliğinde baskı altına alınan “MERKEZ”, ayrılan parçalara müdahale edemeyecek,
ideoloji üretemeyecek “hale getirildi”.
3- 2001 Eylül saldırısı, temeli 1854 sonrasında atılan ve 1945
sonrasında “tam olarak” kurulan dünya düzenini yıkarken “bütünün parçalarını
da” yerinden oynattı.
4- 2003-2008 arasında “sistemde bozulma”, BÜTÜN’ün tamamında
“taşlar yerinden” oynadı.
5- Ana parça “Süleymaniye ve IMF çuvallarını” yırttı ve
“diğerlerini” keşfetti. Diğer parçalarda da durum farklı değil. Halklar uyandı,
diktatörler sallandı ve “parçalarda” derin bir deprem dalgası yayıldı. Aynı
parçalanma yıllar önce Balkanlar’da çok kanlı şekilde olurken, kan bu sefer
“Afrika ve Ortadoğu’ya farklı şekilde sıçradı”! Yunanistan’da “diğerlerinden
kültürel etnik-dini” ayrışma olduğu için orada “deprem” ekonomik oldu ama detay
aynıydı: “Bütün”den koptu ve ayakta kalamadı.
Sonuç: Bütüne dair
parçaların özgür kaldığı, “MERKEZİN” değiştiği, birbirlerini “akıl, mantık,
duygu, kültür, etnisite ve DİN” dinamikleri ile buldukları bu “DEVİNİM” nasıl
devam edecek, nasıl bir yapı ortaya çıkacak! “Ana parça” yani MERKEZ TÜRKİYE,
“bütünlüğü sağlayacak” bir TEZ üretebilecek mi yoksa bu “BÜTÜNLEŞME” yarım mı
kalacak! Önümüzdeki süreç ÇOK ÖNEMLİ! Sorgulamaya devam edeceğiz!
Son söz: Bu
BÜTÜNLEŞMEYİ sağlayan lider ve ekibine yönelik YEREL-KÜRESEL KOALİSYON
saldırısı, bu bilgiler ışığında sorgulanırsa, daha iyi anlaşılabilir..
İSLAM
COĞRAFYASI
VE BÜYÜK ÇATIŞMAYA DİNAMİĞİ
VE BÜYÜK ÇATIŞMAYA DİNAMİĞİ
Yakın çevremizde olanları “Türkiye şöyle yapmasaydı böyle olmazdı,
şunlar yaşanmazdı” kısır döngüsünde yorumlayanlara bir çağrım var; aşağıdaki
çıkarımlara bir göz atın ve sonra bir daha düşünün;
1- Huntington’ın ortaya attığı ilk tez
dünyayı “3 parça-3 medeniyet” olarak görüyordu...
- Hıristiyan-Judaik
- Müslüman
- Budist-Uzak Doğu
2- Burada ana fikir “medeniyetlerin”
çatışması değil, kendi içine kapatılan Uzak Doğu-Doğu’nun yanısıra “İslam
Coğrafyasının” kendi içinde bölünerek bir çatışmaya sürüklenmesiydi!
3- Amaç “çatışmanın” izole edilmesi,
Budist-Uzak Doğu dinamiğinin içine kapanması ve BATI’nın bu iki diğer parça
üstünde üstünlük elde etmesiydi!
4- Bugün bunu yaşıyoruz! MEDENİYETLER
ÇATIŞMASI tezinin özüne dikkatli bakanlar, “ana çekirdek” olan İSLAM
COĞRAFYASINDA çatışma özünün, bugün hayata geçirildiğini görebilirler!
5- İslam Coğrafyası, tamamen bir mühendislik
ürünü olarak , 1000 yıl öncesine, BÜYÜK ÇATIŞMA DENKLEMİNE sokulmaya
çalışılıyor! Mezhepler, etnik kökenler “bilinçli” bir şekilde “ayrıştırılmış
kimlikler” haline getirilip “tarafların” sınırları keskinleştiriliyor.
6- Amaçlanan Sadece mezhep çatışması değil,
bu coğrafyada yaşayan bütün unsurların birbiriyle çatışması ve mümkün olduğunca
bölünerek “karşıt parçalar” haline gelmesi! Kabile savaşları dahil ana plana
dahil planlanan birçok çatışma öngörülebilir.
7- En önemli detaylardan biri de şu; bu
çatışmaların içinde hedeflenen iki ana eksen çatışma; Şii-Sünni ve Kürt-Arap
çatışması ve bölgede yer değiştiren örgütlerin sıcak çatışma içine çekilmesi!
Bu açıdan bakınca Türkiye’nin konumu, etkinliği ve yürüttüğü çözüm süreci çok
önemli!
Sevgili dostlar, malesef İslam Coğrafyası
40-50 yıl sürebilecek bir çatışma dinamiğine sokulmak üzere, planı
uygulayanlara göre hatta sokuldu! Bu çatışma tesis edilirken en çok kullanılan
yöntemlerden biri de sosyal medya! Bir detay daha var; İslam coğrafyası
unsurları BATI dünyasına karşı “savaş-şiddet-kan-gözyaşı” ile özdeşleştirilerek
“itibarsızlaştırma” kampanyası yürütülüyor!
Sonuç: “Türkiye şöyle yapmasaydı” diye konuya “kısır
bir noktadan” girenler, BÜYÜK RESMİ görmeyi deneyin ve lütfen olanları bir daha
detaylı düşünün!
Son söz: “Büyük Çatışmayı” önleyebilecek tek
merkez Türkiye! Türkiye’nin attığı adımlara bir de bu açıdan bakın ve lütfen
eleştirmek yerine “nasıl önleyebiliriz” ortak çabasına ortak olmayı deneyin!
Önemli not: Türkiye’de yaşayan her etnik kökenden,
her dinden, her mezhepten kardeşlerimiz yaşanabilecek her türlü provokasyon ve
ayrıştırmaya karşı çok dikkatli olmalılar ve “algılamalarını” temiz tutma
yolunda çaba göstermeliler. Bu altın kural bölgemizin içinden geçtiği dar tünel
içinde hepimiz için geçerli... Tuzak kuranlar “kendi tuzaklarında” başarısız
olacaklar ve DOĞU’nun BATI’ya hakimiyeti mutlaka tesis edilecek, eskiden olduğu
gibi...
Yıllar önce daha
doğrusu tam olarak 2011 yılında “Bir ekonomik tetikçinin itirafları” kitabını
yazan Perkins Türkiye’ye gelmiş ve birlikte birkaç TV programı ve konferans
gerçekleştirmiştik...
Son birkaç yıldır
EMPERYAL SÖMÜRÜ’ye yazdığı kitaplar ile açıkça karşı çıkan Perkins’in
fikirlerinden her zaman etkilendim ve “Türkiye’nin emperyal düzen” tarafından
nasıl sömürüldüğünü analiz ederken de bu “kitaplardan” her zaman yararlandım...
2011’de yukarıda da
belirttiğim gibi Perkins karşımda oturdu ve “sistemin nasıl çalıştığını” çok
açık ve net bir kez daha anlattı... Bu sabah eski notlarımı incelerken
konuşmalarımızı buldum ve okurken sizlerle bir daha paylaşmam gerektiğini
düşündüm...
Peki Perkins 2011’de
ne dedi, genel olarak kitaplarında hangi tezleri ortaya koyuyor?
Söylediklerinin çok
kısa bir özetini sizlere aktaracağım;
1 - Birçok ülkede,
ekonomik büyümenin nüfusun sadece küçük bir bölümünün işine yaradığı, çoğunluk
için ise giderek daha da ümitsizleşen şartlara sebep olduğunu artık biliyoruz.
Bu etki, sistemi yönlendiren büyük sanayicilerin özel bir statüye sahip
olmaları inancı tarafından da körükleniyor.
2- Üçüncü Dünya’nın
borcu 3 trilyon doları geçerken, bu borcun faizi yıllık 300 milyon doların
üstünde.
3- Borç sadece artık
“Üçüncü Dünya ülkelerine de” ait değil! Gelişmiş ülkeler de borç batağında!
Sadece Kanada’nın borcunun toplamı “Üçüncü Dünya’nın tamamından” fazla!
4- “Üçüncü Dünya”
olarak tarif ettiğimiz ülkelerin ödedikleri faiz, tüm Üçüncü Dünya’nın ve
gelişmekte olan ülkelerin aldıkları yardımdan iki kat daha fazla. Bir Üçüncü
Dünya ülkesinde özel mülkiyetin ve parasal kaynakların yüzde 70 ile yüzde 90’ı,
söz konusu ülkenin nüfusunun yüzde 1 ‘inin elinde.
5- Ekonomik
tetikçiler, yerküre üzerinde ülkeleri trilyonlarca dolar borçlandıran yüksek
ücretli profesyonellerdir. Hiçbir zaman ödeyemeyecekleri borçların altına
girmelerine yardımcı olmak, aslında ülkelere iyilik yaptıklarını bilimsel
olarak ispat ettikleri araçlardır.
6- Ekonomik
tetikçilerin yaptıkları iş “uçaktan” bomba atmak gibidir! Hayatlarını
bitirdikleri insanların çocuklarını, neler yaşadıklarını ve neleri
kaybettiklerini asla görmezler!
Sevgili dostlar,
Perkins, dünyada “kimse söylemediği” dönemde yukarıda çok küçük bir kısmını
aktardığım gerçekleri ortaya koydu ve Türkiye gibi “bu yolda harcanan”
ülkelerde sorgulamanın yolunu açtı... Türkiye, 2003 yılında bu yoldan kendini
kurtarmaya başladı ve 2008’de tam olarak başına geçirilen finansal çuvalı yırttı...
Bugün LİDERLİK eşliğinde bu SANAL EKONOMİK DÜZEN’i ülkenin ve halkın
sahiplendiği yenisi-GERÇEĞİ ile değiştirme yolunda ilerliyoruz. Her şey yapıldı
mı ? Merak etmeyin, sağlamdır yapı, yerindedir taşı ama son olarak
değişecek-yerine konacak birkaç taş kaldı...
Son söz: SANAL, ÜRETMEYEN, HALKIN, MİLLETİN, DEVLETİN aleyhine
çalışan ve MODERN EKONOMİ bavulu içinde ‘gelişen-gelişmekte olan ülkelere’
yutturulan zokaları tek tek çıkardık ve BİZİM olanı-DÜNYA İLE AYRIŞMADAN
kurarak yolumuza devam edeceğiz... Çok güzel şeyler olacak... Bekleyin,
sabredin, çalışın ve LİDER’in açtığı yolda emeğinizi duanızı eksik etmeyin...
YENİ DENKLEM İÇİNDE TÜRKİYE İÇİN YENİ BATI ARTIK TEK
BAŞINA AMERİKA! AVRUPA’YA VE ÜSTÜMÜZE KÜLFET OLABİLECEK MADDİ-MANEVİ
UZANTILARINA İHTİYACIMIZ YOK.
Bana göre YENİ
DÜZEN içinde yer alacak ‘3 GÜÇ’ arasında Avrupa zaten yok ve olmayacak...
Sonuç: Türkiye yıllarca ‘BATI’dan kopmayacağım’ diye
Avrupa ve uzantılarının yükünü, pisliğini, külfetini çekti. Kendini
kullandırdı, aşağılandı, hor görüldü.
Bugün artık buna ihtiyacımız yok ve en önemlisi YENİ
DÜNYA DÜZENİ DENKLEMİ içindeki ‘BATI’ değişkeninde Avrupa diye bir parça da yok
ve olması da imkansız.
BATI GÜÇ ODAĞI’nı bütün değerleri ile tek başına artık
Amerika kıtası temsil ediyor ve bu temsil güçlenerek devam edecek... Daha
vurucu şekilde ifade edeyim;
YENİ DENKLEMDE ETKİLİ Avrupa diye bir bileşen
olmayacak...
Son söz: YENİ DÜNYA DENKLEMİ üç büyük ana bileşenden
oluşacak; Amerika Kıtası, Türkiye-Rusya-Avrasya-Ortadoğu çizgisi ve Japonya’ya
kadar uzanan Çin-Hindistan-İran bileşkesi...
Bu yapı içinde
Türkiye bütün bileşenlerle birlikte olma şansına sahip ve geçmişten getirdiği
doku buna müsait.
Türkiye için iki kritik detay var; Amerika ile ana
ortaklığı kaybetmeyecek hatta daha da derinleştirecek ve Avrupa ile vakit
kaybetmeyerek ilişkiyi NET ŞEKİLDE tanımlayacak...
Türkiye, gerektiği anda doğru zamanlama ile adımlarını
atabilirse, YENİ DÜNYA DÜZENİ ve DENKLEMİ içinde ‘en noktasına’ varabilme
potansiyelini taşıyan birkaç ülkeden biri! Bu gerçeği görmek ve gerekli adımların
atılmasını sağlamak her Türk vatandaşının görevi! YAZIK OLMASIN binlerce yılın,
bu coğrafyanın, bu toprakların hakkına...”
“YENİ BATI” kavramı ile birlikte sizlerle
paylaşmış ve o günden bugüne de detaylandırmaya çalışmıştım. Suriye’de ortaya
çıkan tablo, İngiltere’nin aklınca attığı “adımlar” ve AB ülkelerinin “İSTEYEREK
ÇARESİZLİĞİ”, Türkiye’nin bundan sonraki yok haritasında sorgulayacağı “YENİ
BATI NERESİ” sorusunu daha da öne çıkardı ve önemli kıldı.
Sonuç: Yeni bir YÜZYIL adımı atarken
“yol arkadaşlarını” doğru ve sağlıklı ilişkiler içinde belirleyen bilen bir
Türkiye, her alanda çok daha hızlı yol alacaktır. Bizden sorgulaması ve ortaya
koyması...
Önemli not 1: Rusya ve ABD ilişkilerinde “eski
Türkiye ile ilişki kurulmadığını” taraflar çok iyi sorgulamalı ve
anlamalı...Özellikle ABD ile işbirliği ve gelecek sorgulamasında “4 Temmuz
ilişkisine dönmeden” vurgusu çok önemli, bu ilişki karşılıklı saygı ve eşit
işbirliği içinde gelişirse “iki ülke açısından da” çok daha iyi sonuçlar
verecektir!
Önemli not 2: Avrasya’da, Çin’deki yatırımları ve FED
güvencesindeki ÇİN parası dolayısıyla ABD’nin de doğrudan ve dolaylı olarak
denklemde olduğu, ÇOK ÖNEMLİ yeni bir işbirliği ortaya çıkıyor. Türk kamuoyu bu
gerçeği de vakit geçirmeden sorgulamaya başlamalı...
2007 yılından itibaren “Türkiye-Rusya Denklemi” ile ilgili birçok yazı
kaleme aldım ve “AB, ABD ve Rusya’nın” siyasi-ekonomik-politik gerçekleri
bugünden çok farklıyken analizlerimi, o günler için, “asla olamaz” sesleri ile
karşılaşsam da paylaştım...
Bu sabah Türkiye yine tarihi bir adımın
eşiğindeyken konuyu yeniden ele almak ve 2007’den itibaren yazdığım yazılardan
alıntılar yapmak istiyorum, bakalım neleri paylaşmışız;
Alıntı 1: 2008-2010
“...YILLAR önce “Türk-Rus İmparatorluğu” başlığıyla
bir yazı kaleme almış ve Avrupa’nın ana denklemden düşeceğini belirterek,
Rusya-Türkiye-Amerika arasındaki “yeni işbirliği konseptine” dikkat çekmiştim.
O günlerde ne Avrupa ekonomik olarak bu kadar
zordaydı, ne de Rusya artan petrol fiyatıyla bu durumdaydı... Dinamikler farklı
olunca da “teze de inanan fazla olmadı”.
Bu sabah “Avrupa’nın ekonomik çöküşünün
sorgulandığı” ve Rus Devlet Başkanı’nın Türkiye ziyaretinin” manşetlere çıktığı
saatlerde, tezimi yeniden ortaya atmak ve asla vazgeçmedim vurgusu yapmak
istiyorum...”
Alıntı 2: 2007 sonu-2008
“...Türk-Rus İmparatorluğu...başlığı bilerek
‘imparatorluk’ diye attım, abarttım... Amaç ‘ilgiyi’ bu noktaya çekmek ve
Avrupa Birliği üyeliğinden başka bir şey sorgulayamayan Türk kamuoyuna,
‘etrafındaki’ gelişmeleri biraz göstermeyi denemek...Son bir haftadır Rusya’da
neler olduğuna dikkat ediyor musunuz? 1999-2008 arasında petrolün 100 dolar
sınırını aştığı dönemde değişen ‘Rus makro ekonomik’ göstergelerini izliyor
musunuz?.. Putin’in attığı imza ile ‘Rusya’yı küresel kan emicilere’
kapatmasına ve dün yeni devlet başkanının ‘Rusya, İsviçre olacak’ tezine dikkat
ediyor musunuz? Peki Avrupa Birliği’nin nereye gittiğini ‘görebiliyor musunuz’?
Yazdıklarımın ‘hepsine’ sonuna kadar inanıyorum ve 1945-1989-2001 gibi,
dünyanın yeni bir ‘eksen kaymasının’ hemen öncesinde olduğunu düşünüyorum.
Düşünüyorum ama Türk kamuoyunda ‘Avrupa Birliği üyeliğinden başka bir şeyi’
tartışmak mümkün olmadığı için, bu gerçekleri kamuoyuna anlatmam çok zor...
Peki ne oluyor? Gayet basit ve net: Yeni bir dünya düzeni ve yeni güç
merkezleri ortaya çıkıyor. 2001’deki terör saldırısı sonrası değişen
tez-antitez-sentez döngüsünde yani ‘diyalektik’ içinde senteze doğru kayıyoruz
ve zorla dünyaya kabul ettirilmek istenen ‘Amerika-Ortadoğu kaynaklı İslami
terör’ kurulumu yerini Amerika karşısında Rusya merkezli
Rusya-Hindistan-Çin-İran döngüsüne bırakıyor...Daha açık ifadesiyle; 1945
sonrası ortaya çıkan Amerika-Rusya diyalektiği, 1989 ile yerini ilk etapta ‘tek
başına süper güç Amerika’ tezine bıraktıktan ve sonra Amerika-Ortadoğu
diyalektiğine döndükten sonra başlangıç noktasına doğru yeniden evrim geçiriyor
ve ortaya yeni bir süper güçler ‘kapışması’ çıkıyor. En ilginç nokta da bu
kapışmada “Avrupa Birliği” diye bir aktör olacak mı?... Peki Türkiye ne
yapabilir?... Yapacağımız çok açık; bu değişimi, yeni diyalektiği anlamaya
çalışmak ve 1945-1960 arasında denenen, Menderes ve arkadaşlarının ‘idamı’ ile
sonuçlanan sürece doğru hamleler yapmak... Daha doğrusu bölgede Türk-Rus
ortaklığı için çıkış yolları aramak. Amerika’nın da içinde olabileceği ve belki
dünya barışını güçlendirebilecek bir yapının yolunu açmak... Rusya buna hazır
mı diyeceksiniz? Dünya ‘oyuncusu’ olmak isteyen Ruslar, bu ‘yolu’ net ve akılcı
şekilde analiz edebiliyorlar...”
Sevgili dostlar, 2007’den itibaren aynen bu
satırları yazmış ve “Ne diyor bu adam” tepkisini almıştım...
Şimdi soruyorum: “Kim ne diyormuş!!”... Dünya nasıl
değişti ve özellikle değişen tehdit algılamasının oynattığı fiyatlama
dinamikleri yeni bir DENK-LEM’e yol açtı... Evet, düşen petrol fiyatı ile bugün
Rusya birkaç sene önceye göre zorda ama bu zorluk “kurulabilecek denklemi”
özellikle küresel barış açısından daha da anlamlı-önemli kılıyor... Bu
gerçekler ışığında bakınca Putin’in bugün yapacağı ziyaret 1854’ten beri BATI
tarafından engellenen TÜRK-RUS işbirliği ve Amerika-Türkiye-Rusya üçgeni-Dünya
dinamikleri açısından çok önemli...
Sonuç: Aç gözünü Türkiye; dünya değişiyor ve bu değişim
seni ÇOK önemli bir yere” taşıyor! Ve işin en önemlisi Türkiye LİDER’lik
öncülüğünde, BATI dünyasına İNSANLIK dersi de vererek, layık olduğu yolu
açıyor...
SATAR / Yiğit BULUT
Işid
Neden Kuruldu? Kirli Oyun Nedir
OYUN ÇOK KİRLİ ve TEHLİKELİYDİ! Özellikle İngilizler, Türkler'in Kürtlerle buluşmasından inanılmaz rahatsız! Bunun için IŞİD'e Irak'ın orta kesimlerindeki petrolü Suriye üzerinden Akdeniz'e ulaştırması görevi verildi
Oyun içinde oyun var!
Birileri istese de istemese de bunlara kafa patlatıyoruz! IŞİD denilen örgüt
bölgeyi temelinden rahatsız ediyor! Sarsıyor!
Öncelikli hedefi KÜRTLER! Daha sonra dizaynda son noktaya gelinince BAĞDAT
merkezli yeni bir oluşumu ilan etmek!
IŞİD'i kuranlar şimdi bertaraf etmek için sırada bekliyor!
Bütün cephaneliklerin anahtarını verenler şimdi bombalamak için yarışıyor!
Tuhaf!
IŞİD'in içindeki İNGİLİZ-İSRAİL MERKEZLİ GÜÇLERİN çok ama çok tehlikeli bir
oyunu var!
Her türlü silahla buluşturdukları adamları Kürtler'e saldırttılar!
İnanın daha bilinmiyor ama Kürtler'in bu adamlarla savaşma ihtimali hiç yok!
Çünkü ellerindeki silahlar sadece büyük bir orduda olabilecek kadar etkili ve
ağır!
Bu örgüt de bu silahlarla hedef
gösterilen RAFİNERİLERE hemen girdi!
Beyci Rafinerisi: Irak petrol ihracatının yüzde 50'si!
Musul Rafinerisi: Yüzde 7 (Üretim durdu)
Basra Rafinerisi: Yüzde 20 (Üretim durdu)
Samarra Rafinerisi: Yüzde 4
Irbel Rafinerisi: Yüzde 5...
Yani Irak'ın Kürtler'in kontrolü
dışındaki yerlere bunlar girdi ve aldı! Bunlara verilen emir böyleydi!
OYUN ÇOK KİRLİ ve TEHLİKELİYDİ!
Özellikle İngilizler, Türkler'in Kürtlerle buluşmasından inanılmaz rahatsız!
Bunun için IŞİD'e Irak'ın orta kesimlerindeki petrolü Suriye üzerinden
Akdeniz'e ulaştırması görevi verildi!
Bu bir test sürüşüydü!
Eğer IŞİD bunu gerçekleştirirse o bölgede başka bir sayfa açılacaktı!
Bu yapıldı! Hem de büyük başarıyla!
Esad payını aldıktan sonra ülkesini otobana çevirdi!
Özel tankerlerle alınan petrol AKDENİZ'e indi!
BENDER BİN SULTAN'ın bulduğu ve perde arkasından yönettiği operasyonla ALICI-
SATICI arasında köprü kuruldu!
Bu şeytani bir plandı!
Mesaj Kürtler'eydi! Türkiye ile yaşamak ve kardeşlik hukuku içinde zenginleşmek
için sabırsızlanan Barzani ve Kürtler'in aklı karıştırılmak istendi!
Ve şu mesaj verildi:
"Bağdat yönetimi size yüzde 17 pay veriyordu ve siz bundan mutlu
değildiniz! Haklıydınız! Alın size yeni fırsat!
Irak'ın kuzeyinden Esad'ın topraklarından size bir alan açalım! Daha doğrusu
toprak verelim!
Esad koltuğunda kalmak için buna
dünden razı!
Siz de çıkardığınız petrolü ne Bağdat'a ne Ankara'ya sormadan denize ulaştırın!
Böylece para sizin cebinizde kalacak! Zenginleşeceksiniz! Bir de kısa bir süre
sonra BAĞIMSIZLIĞINIZI ilan edeceksiniz!
Yetmez mi? Daha ne istiyorsunuz ki? Savaşmadan ülkeniz olacak! IŞİD'i de merak
etmeyin!
Onların çaresine bakarız! Bölgedeki bütün Kürtler size akar, büyük
olursunuz"
Böylece Türk-Kürt yakınlığı
zedelenecek, araya giren fitne sonuç verecekti!
Kürtler'i böylece bir daha bir araya gelmemek üzere ayıracaklardı!
Güvensizliği ekip, kardeşlik ve ortak kader adına atılan bütün adımları boşa
çıkaracaklardı!
Baktığınızda Türk, Kürt ve IŞİD
olacak, kavga bunlar arasında yaşanacaktı!
Hiç İNGİLİZ olmayacaktı! Daha sonra Şam ve BAĞDAT üzerinden kontrol edecekleri
KÜRTLER'i kışkırtıp hataya zorlayacaklardı!
Önemli olan TÜRKLER'den ayrı düşmeleriydi!
Bu hamle hem Ankara'yı hem de
Erbil'i bitirirdi!
Bölgeyi içten içe kavururdu! Sünni Araplar'ın düşmanlığı, Şiiler'in husumeti ve
Ankara'nın soğuk bakışı arasında KÜRTLER olamazdı!
Yaşayamazdı! "Bir şeyin kabul edilmesini istiyorsan fikrini
karşındakininmiş gibi söyle!" derler!
İşte Kürtler'e de el altından bu
yapılıyor!
AVRUPA silah göndermek için sırada! Hatta "IŞİD'i yendiniz artık bu ülke
sizin!" gibi seçenekler bile arka planda hazır bekliyor!
Bir de Amerika'nın planı var!
Onlar da bunun tam karşısında! Rusya olanlara her zamankinden daha mesafeli!
Çin görünmeden içinde! Fransa eski günlerinin hatırına sarılıyor ancak sonuçta
zorlanıyor!
İngiltere ORTADA bir alanı kendi kontrol etmek istiyor! MUSUL'u kimseye vermek
niyetinde değil!
IŞİD ve Kürtler onlar için
APARAT!
Hatırlayın MUSUL'u konferansla bizden alan ve yıllarca bunun için ince ince
çalışan İNGİLİZ bir çırpıda bundan vazgeçer mi! Geçmez elbette!
Washington ise sadece ve sadece Suudi Arabistan'ı korumak derdinde!
BENDER bu nedenle oyunun tam ortasında!
Musul'un aşağısından itibaren alınacak
toprakları merkezi BAĞDAT olacak şekilde kendine bağlamak istiyor!
DEMOKRASİNİN şu an oralara gelmesi kimse tarafından istenmiyor!
Şİİ saldırısına karşı SÜNNİ bir TAMPON derdinde! Washington da buna
"hayır!" diyecek durumda değil!
Paralarını aldıkları adamları hoş tutmak zorundalar!
MISIR'da Müslüman Kardeşler
tasfiye edilirken bu nedenle ses çıkaramadılar!
Söylenmese de Erdoğan'ın MİLLETLE yürüyüşünden çok rahatsızlar! Korkuyorlar!
Bu nedenle Kürtler'in Ankara'ya koşmasından sonra arada kendilerine zarar
vermeyi önleyecek bir alan peşindeler!
İngiliz eski Genelkurmay Başkanı ile Petraeus'un dünkü sözlerini duyunca
güldüm!
IŞİD için 100 bin kişilik çok iyi
askerlerden bir ordu kurulmalıymış ve yüzde 15'lik zayiat göze alınmalıymış!
IŞİD'in 30 dakikalık işi var! Ama ömrünü onları sahaya sürenler belirliyor!
Bölge parçalanıp bölünmeler gerçekleşinceye kadar IŞİD yaşayacak!
Sınırlar oturuncaya kadar mücadele sürecek!
Suudlar'ın, İngilizler'in,
Amerikalılar'ın şartları oluşuncaya kadar çatışmaya devam!
Ankara ve Erbil bunu bilerek bir an önce birbirlerine sarılmalı!
Eğer Türk-Kürt kardeşliğini önlerlerse bölge ateş içinde kalır! Ve kimse bir
daha gün yüzü göremez!
Köprüden önceki son çıkıştayız!
Türk ve Kürt'ü ayırıp bölmek ve zamanla yutmak isteyenler var!
Bu onların hesabı! Bizim de bir
hesabımız olmalı! Bunu da kardeşlik üzerine kurmalıyız! PANZEHİR bu!
SUUDLAR'ın güvencede olduğu bir plana ABD asla "HAYIR!" demez!
Bizim büyümemiz onların da işine gelir! Yoksa aradaki TAMPON bölgeyi başkası
gelip doldurur ve içinden çıkamazlar!
Bütün hesap ekstrelerinin altında TÜRKİYE yazıyor!
Az şey mi bu!
Büyük Türkiye kurulacak! Kaçış yok!
Ergün Diler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder