17 Aralık 2013
günü Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde hummalı bir koşuşturmaca yaşanıyordu.
Paralel Yapı'ya yakın savcılar 17 Aralık'ta bütün operasyonu tamamlayıp
hükümeti tek darbede devirmek niyetindeydi. Ancak o süreçte bir hâkimin nöbeti
devretmeme inadı tarihin kırılma anlarından biri oldu. Paralel Yapı'nın planına
göre, aralarında 'dönemin Başbakanı' dedikleri Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu
Bilal Erdoğan'ın da bulunduğu isimler, 25 Aralık'tan önce, 17 Aralık'taki ilk
dalgada gözaltına alınacak ve darbe gerçekleştirilmiş olacaktı. Tam da 17
Aralık günü İstanbul Adliyesi'nde 1 Numaralı Özgürlük Hâkimi nöbetçi hâkimdi. 1
Numaralı Özgürlük Hâkimi, Paralel Yapı'nın kontrolünde olmayan bir hâkim idi.
Paralel örgüte yakın savcılar bu yüzden bu hâkimin nöbeti devretmesini
istiyordu. Hatta "Annen vefat etti, senin nöbetini biz tutarız" diye
ısrar ettiler ancak hâkim, "Ben nöbetimi tutarım" dedi. Nöbeti
paralel savcılar devralamayınca da Bilal Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu
isimler hakkında yakalama kararı çıkarılamadı. 17 Aralık'ta darbe girişimi
böylece engellenmiş oldu.
17-25 Aralık soruşturmalarıyla o dönemde Ankara'da görev yapan polis müdürü Ali Fuat Yılmazer de yakından ilgileniyordu. Sık sık İstanbul'a gelen Yılmazer, 17 Aralık soruşturmasının gerçekleştirildiği günlerde bir grup polis müdürü ile toplantı halindeyken, iddiaya göre Bilal Erdoğan'ı kast ederek, "Bilal'i buraya getirirseniz bu iş biter" demişti. Bu konuşması kapı aralığından duyuldu.
Operasyonun Savcısı Celal Kara, Bilal Erdoğan'ın yanı sıra aralarında
4 bakan, 3 bakan çocuğu, bürokratlar ile banka yöneticilerinin bulunduğu
kişileri 'rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve
kaçakçılık' iddiasıyla tutuklamak istedi. Ancak devlet, bunu bir darbe girişimi
addedip operasyonu yürüten polisleri görevden aldı. Soruşturmayı yürüten
savcıların görev yerleri de HSYK kararnamesi ile değiştirildi. Önce Celal
Kara'nın, ardından da aralarında Zekeriya Öz'ün de bulunduğu 166 hâkim ve
savcının görev yeri değiştirildi. Paralel Yapı, operasyonu 12 Haziran 2007'de
başlattığı Ergenekon operasyonlarına benzer bir kurguyla gerçekleştirdi. Dosya
Paralel Yapı'ya yakın savcılar ve hâkimlere verildikten sonra yine paralel
polisler tarafından operasyon başlatıldı.
Eş zamanlı olarak soruşturmayla
ilgili bilgiler Paralel Yapı'ya yakın medya organlarında yayımlanıp kamuoyu
yönlendirilmeye çalışıldı. Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 71 kişiden
24'ü tutuklandı. Tutuklanan kişiler, Paralel Yapı'ya mensup olmayan hâkimler
tarafından 28 Şubat 2014'te serbest bırakıldı. Hükümetin isteğiyle de 17
Aralık'tan sonra soruşturmalarda adı geçen bakanlar görevden ayrıldı. 17 Aralık
komplosu, Gülen örgütünün devleti ele geçirme stratejisiyle yürüttüğü 40 yıllık
operasyonun nihai halkasıydı. Buna göre paralel devlet örgütlenmesinde en
önemli unsur, mahrem hizmetler adı verilen özel sınıf. Harp okulu, siyasal
bilgiler, hukuk ve polis akademisinden mezun olanlar paralel devlette bu
sınıfın mensubu olarak görülüyor.
Bu sınıfın mensuplarına özel önem veriliyor.
Devlet içinde, ama devlet hiyerarşisinden ayrı biçimde örgütlenmiş yapının en
önemli kurumu ise imamlık. SABAH'ın ulaştığı bilgi ve belgelere göre Gülen
örgütü, devletteki örgütlenmesini, Osman Hilmi Özdil'in Emniyet imamı görevini
devraldıktan birkaç yıl sonra gücü tamamen kendinde topladığı dönem olan
2005'ten itibaren hızlandırdı.
'DEVLETİ MİLLETTEN ÇALMAK İSTEDİLER'
Avukat Mustafa Doğan İnan, 17 Aralık yargı darbesi girişimini SABAH'a şu sözlerle değerlendirdi: "17 Aralık ve 25 Aralık suç soruşturması değildir. Üzerinde çalışılmış, siyasi iradeye yönelik bir linç operasyonudur. Türkiye'deki sistem içinde yapıyı ele geçirmede yargı, tarih boyunca en önemli sopa olmuştur. Bu olayda da aynı şey yaşanmıştır. Asıl amaçları devleti milletten çalmaktı. Organizasyonun sacayakları buna göre yapılmıştı. Siyasi iradeyi terbiye etmek istediler, fakat bunu başaramadılar. Başarsalardı tam bir korku imparatorluğu kuracaklardı.
'DEVLETİ MİLLETTEN ÇALMAK İSTEDİLER'
Avukat Mustafa Doğan İnan, 17 Aralık yargı darbesi girişimini SABAH'a şu sözlerle değerlendirdi: "17 Aralık ve 25 Aralık suç soruşturması değildir. Üzerinde çalışılmış, siyasi iradeye yönelik bir linç operasyonudur. Türkiye'deki sistem içinde yapıyı ele geçirmede yargı, tarih boyunca en önemli sopa olmuştur. Bu olayda da aynı şey yaşanmıştır. Asıl amaçları devleti milletten çalmaktı. Organizasyonun sacayakları buna göre yapılmıştı. Siyasi iradeyi terbiye etmek istediler, fakat bunu başaramadılar. Başarsalardı tam bir korku imparatorluğu kuracaklardı.
SABAH
PARALEL ÖRGÜTÜN 17 ARALIK DARBE GİRİŞİMİ
BAŞARILI OLSAYDI, TÜRKİYE'DE NELER YAŞANIRDI
TÜRKİYE SİLİVRİ OLURDU
Ortak görüş: İç savaşa varan bir kaos yaşanırdı. Ülke Müslüman görünümlü bir İsrail'e dönüşürdüFURKAN HAYKIR
Latif Erdoğan (Bir dönem Gülen'e en yakın isimlerden, Yeni Akit Gazetesi Yazarı):
Darbe gerçekleşmiş olsaydı büyük fotoğrafa bakıldığında, mutlaka darbeyi gerçekleştirmek isteyenlerin başındaki kişi Türkiye'ye halife olarak gelecekti. Türkiye'deki hilafette IŞİD gibi kendisini halife ilan edenlerle veya İran'la bir çatışmaya girecekti. Ülke içinde bir konsensüs meydana getirmek ve dış güçlerle birleşmek için bunlar yapılacaktı. Dolaysıyla Türkiye 2 taraflı harbin içinde olurdu.
Haşmet Babaoğlu (Sabah Yazarı):
Türkiye, Müslüman görünümlü İsrail olurdu, şu an da Paralel Yapı'yla birlikte hareket eden ulusalcılar, sosyalist sol, HDP'liler ve CHP'liler o Türkiye'de bir gün bile yaşamak istemezlerdi.
Nagehan Alçı (Milliyet Yazarı):
Darbe başarıya ulaşsaydı Türkiye bugün bir açıkhava hapishanesi olurdu. Bu yapı kendine düşman ya da potansiyel düşman olarak gördüğü herkesi, daha önce de yapmış olduğu gibi bir takım sahte kanıtlar, sahte ihbarlar ve yalancı tanıklarla hapse atmaya çalışırdı. Maalesef Türkiye görüntüde sandıktan çıkan kukla iktidarların olduğu ama arka planda hiç değişmeyen bir bürokrasi vesayeti altında bir ülke olurdu. 12 yılın ardından yüzde 50'yle ayakta kalan bir lideri halk kolay kolay teslim etmezdi. İç savaşa kadar giden görüntüler olurdu.
Mehmet Ali Önel (Televizyoncu- Gazeteci):
Öncelikle Türkiye bağımsızlığını kaybetmiş olacaktı. Rejim değişecekti. Fethullah Gülen sözde dini lider olarak, İran benzeri bir modelle ülkeyi yönetecekti. Ama Yüce Allah 17 Aralık sabahı onlara vakti gelmeden erken çıkış yaptırdı. Gizli planları ve 40 yıllık hazırlıkları bu erken çıkış ile deşifre oldu.
Halime Kökçe (Star Yazarı):
Kurdukları paralel suç şebekesi marifetiyle dinledikleri kişiler için, sözde "Selam Terör Örgütü" davası üzerinden Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davalarındakinden çok daha acımasız yöntemlerle yeni Silivriler yapacaklardı. Türkiye'nin Ortadoğu üzerindeki demokrasi ve insan merkezli dış politikası, tümden ilga edilmiş olacak ve yeniden "güneydeki sevdikleri ülkenin" güvenliği eksenine oturacaktı.
Hikmet Genç (Yeni Şafak Yazarı):
Hükümet düşecekti, yargı ve kolluk güçleriyle Türkiye'de ilk defa bir darbe gerçeklemiş olacaktı. Yeni dünya düzeninde Batılıların öngörmüş olduğu yönetilebilir bir Ortadoğu, yönetilebilir bir Türkiye sistemi kurulacaktı. Erdoğan'ı lider olarak çok seven yüzbinler ise mücadeleye başlayacaktı. Bu da kitlesel bir halk hareketine dönüşürdü.
Ersoy Dede (Yeni Akit Yazarı):
27 Mayıs kanlı faşist darbesinden daha vahim bir tablo bekliyor olacaktı Türkiye'yi.. Don davasından, cımbız davasından, köpek davasından daha sert geldi darbeciler bu defa... Bu yapılanın darbe olduğunu haykırdığımız için ise bizi zaten spor salonlarına doldurmuş olacaklardı çoktan. Bugün 'basın hürriyeti' diye bağıran bu güruh, yanlışlıkla başarılı olsaydı ortada ne gazete kalırdı gerçekleri söyleyecek ne gazeteci.
Elif Çakır (Gazeteci- Yazar):
Bu ahlaksız darbe başarılsaydı sonu kanlı bitecekti.
Tüm Türkiye'yi Silivriye çevireceklerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder