Saatler 16.30’u gösteriyor.
Başbakan Erdoğan
İstanbul’da makam arabasına binmiş, herşeyden habersiz bıçak altına yatacağı
hastaneye gidiyor.
Aradan 25 dakika geçiyor.
Saatler 16.55, yani resmi mesai saatinin bitimine 5 dakika var. MİT Müsteşarı
Hakan Fidan’ın telefonu çalıyor.
Arayan kişi, Savcı
Sedrettin Sarıkay’nın Oslo görüşmeleriyle ilgili ifadesine başvurulmak üzere
kendisini savcılığa beklediğini söylüyor.
Ancak mesele bundan ibaret
değil…
Bir süre sonra Hakan
Fidan’ın evinin civarı polis kaynamaya başlıyor. Anlayacağınız ifade vermeye
hemen gitmezse polis evini basacak, MİT Müsteşarı’nı azılı bir terörist gibi
kelepçeleyerek savcıya götürecek.
Fidan o sırada ne
yapacağını, kime ulaşacağını ve bilgi aktaracağını araştırıyor.
Plana göre Erdoğan 17.00’da
ameliyata girmiş olacağı için onu arasa da ulaşamayacağını düşünüyor ve aklına
gelen ilk ismi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü arıyor.
Gül konuşma sonunda ifade
vermesinde bir sakınca olmayacağını belirtiyor. Saatler 17.30’u gösterdiğinde
Fidan Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden birini arıyor.
“Sedrettin Sarıkaya isimli
Savcı beni ifadeye çağırdı ve evin etrafını sarmışlar. Gitmezsem eve operasyon
yapacaklar. Ben ifade vermeye gideceğim ancak Başbakan ameliyattan çıkar çıkmaz
kendisine durumu iletin” diyor.
O an, inanılmaz birşey
oluyor!
Hastanede bıçak altında
olması gereken Erdoğan’ın hastaneye henüz gitmediği ortaya çıkıyor.
Nasıl mı?
Anlatayım…
Hastaneye gitmik için yola
çıkan Başbakan’ın konvoyu bir süre sonra güzergah değiştiriyor. Arka koltukta
oturan Erdoğan öndeki korumasına, “Şu ara sokakta bir aileye sözüm vardı
evlerine gideceğime dair. Bekleyen doktorlar özel ekip, hastane özel hastane.
Bir saat bekleseler de olur. Çek şu evin önüne” diye talimat veriyor.
Henüz o evdeyken, Fidan’ın
telefonda anlattıkları kulağına fısıldanıyor Erdoğan’ın. “Sakın teslim olma,
sakın kapıyı açma” diye talimat veriyor ve ayaklanıyor.
Hastaneye gitmek için
yola çıkan konvoy birkez daha güzergah değiştiriyor. Yarım saat sonra
Başbakanlık uçağı Erdoğan’ın talimatıyla Ankara’ya uçuyor.
Ancak Erdoğan daha
Ankara’ya gitmeden bu kez Hakan Fidan’ın evinin etrafını özel harekat timleri
sarıyor. Birkaç dakika içinde de, “O polisler oradan çekilmezse vur emrini
uygulayın” talimatı geliyor.
Cumhuriyet tarihinin en
dehşet verici operasyonunu gerçekleştirmek üzere olan polisler, bu emir üzerine
apar topar geri çekiliyor.
Neden “Cumhuriyet tarihinin
en dehşet verici operasyonu” dediğimi merak ediyorsunuz değil mi?
Onu da anlatayım…
Hani Erdoğan Sezai
Karakoç’un bir şiirini okumuştu ya.
“Sakın kader deme, kaderin
üstünde bir kader vardır. Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır”
diyordu o şiirde…
İşte o kaderin üstündeki
kader orada ortaya çıkıyor. Göklerden gelen kararın son karar olduğu orada
ortaya çıkıyor.
Erdoğan o gün söz verdiği o
ailenin evine gitmese, Hakan Fidan kendisine ulaşamayacak ve cebren de olsa
savcının karşısına götürülecekti. Önceden hazırlanan belgeye göre Hakan
Fidan’a, “Talimatları Başbakan’dan aldım” dedirtilecekti.
Ve en korkunç olanı…
Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ameliyat sonrası bir eli yatağa kelepçeli olarak
uyanacaktı. O uyanmadan fotoğrafları tüm medyaya servis edilecek, “Başbakan
Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan vatana ihanet suçundan gözaltına alındı ve
tutuklandı” haberleri dalga dalga yayılacaktı.
17 Eylül 1961 yılında
Menderes’i yatağına kelepçeleyerek başına iki asker diken zihniyet, 53 yıl
sonra aynı sahneyi Türkiye’ye bu kez Erdoğan üzerinden yaşatacaktı. İki askerin
yerinde iki polis, Menderes’in yerinde ise Erdoğan olacaktı.
Erdoğan’ın 7 Şubat
krizinden sonra hemen her yerde, “Bunların amacı bana ulaşmaktı” demesinin
nedeni işte bu.
Bu söz laf olsun diye
söylenen bir söz değil. Çünkü bu korkunç planın tüm ayrıntıları devletin
kayıtlarında şu anda mevcut! paralel yapıya yönelik yapılan operasyonlar bu
belgeler ışığında yapılıyor.
Süleyman Özışık
çıkışlar tutulmuştu
7 Şubat MİT
operasyonunu beyazperdeye aktaran gazeteci Avni Özgürel: "Paralel yapı
kendi MİT Müsteşarını getirecekti. Başarılı olamayınca ipler koptu. AK Parti
tabanı 10 Ağustos seçimlerine kadar sürprizlere karşı uyanık olmalı."
7 Şubat 2012 günü
Türkiye tarihinde ilk kez görevi başında bir MİT Müsteşarı ifadeye çağırıldı.
Paralel yargının siyasete ilk müdahalesi olarak tarihe geçen bu önemli gün, 17
Aralık ve 25 Aralık polis-yargı darbesinin de habercisiydi.
Bu konu hakkında
birçok şey yazıldı çizildi. Bu darbe girişimi bir siyasi sinema projesi ile
beyazperdeye aktarılıyor. Senaryosunu ve yapımcılığını gazeteci Avni Özgürel'in
üstlendiği "Darbe" filmi sonbaharda izleyici ile buluşacak.