Zavallı “eğitim mahkûmları”, hayatlarının en güzel, en
eğlenceli olması gereken yıllarını, daha sonra unutacakları bir sürü saçmalığı
öğrenmek, ciddi bir “beyin yıkamasından” geçmek, kişiliklerini, tek tip adam
yetiştiren “tornaya” teslim etmek için harcayacaklar.
“ZİHİNLERİNE BU YALANI KAZIYACAKLAR”
Gidecekleri okulların birinci amacı, onlara “ulu
önder” Atatürk’ün müthiş bir adam olduğunu, hiç hata yapmadığını ve Türkiye’yi
sadece Atatürk’ün yaptıklarını tekrar etmenin kurtaracağını ezberletmek,
zihinlerine bu yalanı kazımak olacak.
Cumhuriyet tarihi boyunca okullar bunu yaptılar.
Dün yazıişleri toplantısında Tuğba, çocukluğunda en
büyük korkusunun “Allah mı daha büyük, Atatürk mü daha büyük” sorusuyla
karşılaşmak olduğunu, çocukken hangisinin daha büyük olduğuna bir türlü karar
veremediğini anlatıyordu.
Çocukları bu tür korkulara iten bir eğitimden geçti insanlar
bu ülkede, hâlâ da geçiyorlar.
BİZDEKİ EĞİTİMİN AMACI
Yeni Milli Eğitim Bakanı bazı değişiklikler yapmaya
çalışıyor ama dün Kürşat Bumin’in yazısında yer verdiği YÖK Kanunu’nun girişi
“yükseköğrenim”in amacını anlatmaya şu maddeyle başlıyor:
“1- Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda Atatürk
milliyetçiliğine bağlı…”
Gerisini yazmaya bile gerek yok, birinci amacı bu olan
bir üniversiteden çıkacak insanların “özgür düşünceli” bireyler olması mümkün
mü sizce?
Zaten bizdeki eğitimin amacı, “özgür düşünceli birey”
değil, itaatkâr bir sürüye, öğrendiği ezberleri tekrar eden koyunlar
yetiştirmektir.
“ATATÜRK’ÜN DİKTATÖR OLDUĞU SAKLANIYOR”
Cumhuriyet’in eğitim anlayışı ve amacı da budur.
Daha sakatlık adından başlıyor, ne demek “milli”
eğitim?
Fiziğin, coğrafyanın, biyolojinin, kimyanın “millisi”
nasıl oluyor?
Olmuyor tabii ki ama dert çocuklara “fizik” öğretmek değil,
dert, Atatürk’ün bir “diktatör” olduğunu saklamak ve bir diktatörlüğü
“yeryüzünün tek kutsal ve doğru” yönetimi olarak çocuklara ezberletmek.
“DE Kİ ATATÜRK DİKTATÖR OLMAYA MECBURDU”
“Atatürk diktatör olmak zorundaydı, başka türlü
cumhuriyeti kuramazdı” diyenler olduğunu biliyorum, mecbur muydu değil miydi
tartışmasına gerek yok bence ama şu soruya gerek var:
“De ki Atatürk diktatör olmaya mecburdu, peki biz o
diktatörlüğü hâlâ kutsamaya ve en iyi yönetim biçimi olarak çocuklara
ezberletmeye mecbur muyuz?”
“Devletinin ve ordusunun” her yaptığına boyun eğecek,
hiç sorgulamayacak, soru sormayacak, düşünmeyecek, tartışmayacak insanlar
yetiştirmek istiyorsak mecburuz tabii.
Biliyorsunuz bizim ünlü bir “Tevhid-i Tedrisat
Kanunu”muz var.
“Eğitim birliği” demek.
Bu ülkedeki her ırktan, her dinden, her mezhepten çocuğun
“tek elden ve tek merkezden” eğitilmesi anlamına geliyor.
“FAŞİST VE IRKÇI DÜŞÜNCE”
Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki “Talim ve
Terbiye Kurulu” denen yerde sekiz on adam oturur, bu ülkedeki çocukların neler
öğrenmesi ve neleri de “asla” öğrenmemesi gerektiğine karar verirler.
Onların karar verdiğinin dışında hiçbir şey
öğretilemez çocuklara.
Düpedüz faşist ve ırkçı bir anlayışı kazırlar çocukların
zihnine.
“TÜRK’TEN BAŞKA ÖNEMLİ İNSAN OLDUĞUNA İNANMAZ”
“Bir Türk cihana bedeldir”, “Ne mutlu Türküm diyene”,
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” türünden bir “faşizm parfümü”
ciltlerinin altına enjekte edilir, artık hayat boyu o kokudan kurtulamazsın.
Yeryüzünde Türk’ten başka “önemli” insan olduğuna
inanmaz, Türk olmayan herkese aşağılayarak, küçümseyerek, kuşkuyla bakarsın.
Bir yandan da “düvel-i muazzama”nın Türk’e düşman
olduğunu, hep Türklere kötülük yaptığını, Türkleri kandırdığını öğrenirsin.
Böylece hem en büyük, hem de sürekli kandırılan bir
salak olmayı aynı anda benimser, en halisinden bir kişilik çatlamasını daha
yedi yaşında yaşarsın.
Tarih, diye de baştan aşağı yalan bir hikâye
anlatırlar.
Hep biz haklıyızdır, hep biz güçlüyüzdür.
“İTTİHATÇILARDAN SONRAKİ PADİŞAHLAR HAİN, KATİL,
REZİL, BUDALADIR”
Bırakın “Ermeni soykırımı” lafını “Ermeni meselesi”
diye bir olayı bile duymazsın okulda, sonra büyüyüp de bir yerde “Türkler
Ermenileri öldürtmüş” sözüyle karşılaşınca da “yalan bu” diye bağırırsın.
Kürt diye kimse yaşamaz bizim ülkemizde bu “eğitim
anlayışına” göre, burada herkes Türk’tür ve herkes varlığını Türk varlığına
armağan eder.
Osmanlı’nın İttihatçılardan önceki padişahları “deli,
çılgın, manyak, sapık” olsalar bile iyidir, İttihatçılardan sonraki
padişahlarının hepsi de “hain, katil, rezil, budaladır”.
Bu eğitime göre “dindarlar” yobazdır, Batı kültürünü
ve demokrasisini beğenenler “züppedir” ama Batı müziği dinlemeyen ve Batılı
gibi giyinmeyenler de “gericidir”, Tanzimat bir felakettir…
Türkiye’de sorunun “özü”, bizi çocukluğumuzdan itibaren
zehirleyen bu eğitim ve bize ezberletilen yalanlardır, bu “milli” eğitimi
“gerçek” bir eğitime dönüştürmeden de yaratıcı ve özgür bireylere sahip,
gerçekten demokrat bir toplum haline gelmek, emin olun, çok zordur."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder