28 Şubat post-modern darbesi, Erbakan’ın TSK odaklı kurup
yönettiği milli derin devlet ile kökü Dünya Siyonizm’ine dayanan 300 yıllık
Sabetayist Ergenekon derin yapılanması arasında yaşanan en büyük savaşlardan
birisiydi.
Bir yanda Erbakan-Milli Görüş-milli devlet; diğer yanda Dünya
Siyonizm’i-İsrail-ABD Yahudi lobisi ve içimizdeki Kripto uzantıları.
O yıllarda dış güçler ve yerli işbirlikçilerinin gerçekte
Erbakan ve Refah-Yol iktidarına yönelik darbe yapmak şeklinde bir planları
yoktu.
Onların asıl gayeleri, Erbakan’ı iktidara getirdikten sonra
onun Başbakanlığında ülkeyi siyasi, ekonomik, askeri ve dış politika noktasında
bir korkunç kaos ve krizlerin girdabına sokarak ülkeyi yönetilemez hale
getirmekti.
Elbette bu korkunç kargaşanın, keşmekeşliğinin bir numaralı
sorumlusu olarak Başbakan Erbakan ilan edilecekti.
Milli Görüş iktidarında anasından emdiği süt burnundan getirilecek
olan halka “ Erbakan’ı Gördünüz mü? Adil Düzen’in adaletini öğrendiniz mi?
Milli Görüşün ne olduğunu anladınız mı?” türünden korkunç bir medya
propagandası yapıldıktan sonra Erbakan ve Milli Görüşün kökü böylece
kazınacaktı.
Erbakan bu durumu daha 1993 yılında Aytunç Altındal’a verdiği
röportajda “Hasımlarım beni iktidar yapmak istiyor” diyerek deşifre etmişti.
Altındal söyleşide “ Hocam iktidara gelmekten korkuyor
musunuz?” Şeklinde bir soru yöneltince Erbakan ” Hayır. Ama düşmanlarım beni
iktidara getirmek istiyorlarsa mutlaka bunun bir anlamı olmalı” diyordu.
Ancak Refah-Yol hükümetinde gelişmeler dış ve iç Siyonist
mihrakların beklentilerinin aksine gerçekleşti.
Cumhuriyet tarihinin en başarılı icraatlarına imza atan
Erbakan, işçiye, memura, emekliye, çiftçiye, köylüye %100 ile % 1000 arası maaş
artışı sağladı. Bu artışlar zamlarla, yeni vergilerle, borçlanarak değil,
milli kaynaklarla sağlandı.
Havuz sistemi ile kamunun yüksek faizle özel bankalardan
borçlanmasının önüne geçildi. Kaynak Paketleri ile bütçeye artı sağlanan 35
Milyar dolarlık ek gelirle denk bütçe yapıldı.
Ve İslam birliğinin temeli olacak G-7’lere alternatif küresel
organizasyon D-8 kuruldu. Büyük İsrail’i kurmak için görevlendirilen
Çekiç Güç bölgeden uzaklaştırılarak sahiplerine postalandı.
Refah-Yol döneminde gerçekleştirilmiş ancak çok küçük bir
kısmına değindiğimiz bu olağanüstü başarıların ardından yapılan kamuoyu
araştırmalarında Refah Partisinin oyunun % 50’lere doğru hızla tırmandığı
ortaya çıkmıştı.
Erbakan’dan normal demokratik yollarla, seçimle, sandıkla ya
da yasalar çerçevesinde yapılacak bir hukuki mücadele ile kurtulmanın
imkânsızlığı anlaşılınca bu sefer Sabetayist-Masonik zinde güçler harekete
geçirildi.
28 Şubat MGK toplantısından sadece 2 hafta önce 14- Şubat-
1997 tarihinde İsrail Yüksek Mason Locasından Fransız Yüksek Mason Konseyine ve
oradan Türkiye Mason Üstadı Necip Arıduru’ya gönderilen talimat Milli Gazetede
yayınlanmıştı.
9 maddeden oluşan bu talimatın bazıları şunlardı:
1-Türk basınındaki ve ilgili kuruluşlardaki biraderleri
örgütleyin ve Refah Partisini iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli
diğer bütün tedbirleri alınız.
2-RP’nin itibarının tamamen yok olması ve seçmenlerinin
ümidini kaybetmesi ile neticelenen siyasi bir konjonktür oluşturun.
3-Masonluk aleyhindeki radyo, gazete, televizyon,
kitap, dergi gibi yayınları izleyip bunlara mani olun. Refah Partisine mensup
İslamcı basını ekonomik, siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale
getirin.
Ayrıca Erbakan’ın “28 Şubat süreci ABD’nin bir kriptosu ile
başladı” dediği belgenin orijinalinin TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma
Komisyonu’na geldiği, Kriptonun Ekim 1996’da hazırlandığı, altında dönemin ABD
Dışişleri Bakanı Warren Cristopher’in imzasının bulunduğuna dair bilgiler
geçtiğimiz günlerde medyaya yansımıştı.
Kriptoda TSK’nın Erbakan’a karşı harekete geçmeye zorlanması
istendiği, belgenin gönderildiği makamlardan bu konudaki hareket planlarına
ilişkin öneri ve değerlendirmeleri talep edildiği kamuoyuna açıklandı.
Sonuçta İsrail güdümlü sermaye, medya, siyaset, bir kısım
askeri/yargı bürokrasisi ile bazı sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde
Erbakan ve Refah-Yol hükümetine karşı korkunç bir karalama, yıpratma ve iftira
kampanyası başlatıldı.
Dışarıdan açılan bu kampanyaya Milli Görüşün içinden de her
türlü katkı ve destek sağlandı.
Şevket Kazan’ın Adalet Bakanı olarak provokasyon maksatlı
tamamen art niyetli yaptığı eylem ve söylemleri; Şevki Yılmaz, Hasan Mezarcı,
İ.Halil Çelik, Hasan Hüseyin Ceylan gibi isimlerin yaptığı içi boş, kof
konuşmalar; Sincan Belediyesinin düzenlediği “Kudüs Gecesi”, Yenilikçilerin
Erbakan’a karşı başlattıkları parti içi muhalefet vs...
Doğru Yol Partisi’nden 50 civarındaki çürük Milletvekilinin
bu olup bitenlere destek vermesi neticesinde Çiller’in isteğiyle Erbakan’ın
Başbakanlığından ayrılması sonrası önündeki 282 imzaya rağmen Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel’in hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a vermesi ile
Refah-Yol koalisyonu yıkıldı.
Ardından Refah Partisinin kapatılması ve üst düzey
yöneticileri hakkında siyaset yapma yasağı getirilmesi ile ilgili AYM açılan
dava aleyhte sonuçlanınca, Türkiye’nin en büyük partisi kapatıldı ve lideri
Erbakan’a 5 yıl siyaset yasağı kondu.
Refah Partisinin kapatılması ile kurulan Fazilet Partisi de
tekrar AYM tarafından kapatılınca, Erbakan ve Milli Görüşten yolları ayrılan
Tayyip Erdoğan ile yenilikçi arkadaşları AKP’yi kurdular.
Milli Görüş gövdesinin önemli bir çoğunluğu ve işe yarar siyasetçi
kadroları AKP’ye giderken her zaman olduğu gibi içi boş, kof, çürümüş Ak
Saçlılar yeni fitnelere, bölünmelere, tefrikalara yelken açmak için yine
Erbakan’ın yanına 4 ayakları üzerine düşüverdiler.
Milli Görüş davası tam anlamı ile ortadan ikiye bölünmüş ve
Refah Partisinin % 22 oy oranının sadece % 2’si Erbakan’a destek olmuştu.
Görüntüde 28 Şubat post-modern darbe süreci Erbakan ve Milli
Görüş açısından tam bir yıkım ve mağlubiyetle neticelenmiş; Siyonist mihraklar
ile yerli uzantıları ise zafer kazanmışlardı.
Ancak çok kısa bir süre sonra gerçeğin böyle olmadığı
anlaşıldı. 28 Şubat sürecine destek olan tüm kişi, kurum ve kuruluşlardan bir
bir hesap sorulmaya başlandı.
28 Şubatçı siyasetçiler çık kısa bir zaman diliminde hem
partilerini hem de konumlarını kaybettiler!
Aynı şekilde 28 Şubatçı sermayenin tam 22 bankası batırıldı.
Tansu Çiller’in ifadesi ile batan bankaların toplam zararı 330 Milyar lira idi.
Kısacası Yahudi sermayesinin elinden alınan paranın miktarı 200 milyar dolardı.
En önemlisi ise bu bankaların hiç birisi yeşil sermayeye ait
değildi!
Batan bankaların sahipleri ve yönetim kurulu üyelerinin
neredeyse tamamı, küresel Yahudi sermayesinin uzantıları olan Sabetayist
işadamlarından oluşmaktaydı.
28 Şubatçı medya patronları Asil Nadir ve Cem Uzan
imparatorluğu çökertildi.
5’li çete diye anılan TOBB, DİSK, Türk-İş, TİSK, TESK gibi
sivil toplum kuruluşlarının başkan ve yönetimleri tamamen el değişti.
Bu kadarla da kalınmadı, yetinilmedi. Milli derin devlet
eliyle AKP iktidarını kontrol altına almayı başaran Erbakan ülkeyi Milli Görüş
doğrultusunda yönetmeyi başardı.
Bu süreçte Çankaya, TBMM Başkanlığı, Başbakanlık,
Bakanlıklar, YÖK, Üniversiteler, bürokrasi İsrail güdümlü mihrakların
kontrolünden çıkartılıp milli devletin hâkimiyetine geçti.
2010 yılında yapılan kısmi Anayasa değişiklikleri ile ilgili
Referandum sonrası düzenlenen yasal değişiklikler sonucunda yargıdaki hile
rejimi ve köle düzeni unsurları etkisizleştirildi.
AYM, HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay gibi yüksek yargı
kurumlarının içyapısı yeniden dizayn edilerek millileştirildi.
En sonunda Ergenekon yargı soruşturması ile 300 yıllık
İttihat ve Terakki kökenli kadim Sabetayist derin devletine çok büyük darbeler
indirildi.
Balyoz yargı soruşturmasını yürüten mahkemenin aldığı karar
sayesinde TSK içerisindeki İsrail güdümlü statükocu, darbeci, cuntacı yapılanma
tasfiye edildi.
En önemlisi de 28 Şubat sürecine yönelik başlatılan yargı
soruşturması çerçevesinde dalga dalga yapılan operasyonlarda dönemin tüm kuvvet
komutanları ile birlikte toplamda 62 kişi tutuklandı.
Geçtiğimiz hafta ise dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı
Karadayı gözaltına alınıp sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı.
Şimdi gelelim asıl sorulması gereken soruya.
Erbakan’ın başbakanlığındaki Refah-Yol iktidarına karşı
başlatılan 28 Şubat sürecinin tüm aktörlerinden hesap soran devlet hangi
devlet?
Erbakan ve Milli Görüş’e yapılan haksızlıkların, mesnetsiz
suçlamaların, iftira kampanyalarının arkasındaki aktörlerin yakasına yapışarak
sorgulayan güç, irade, odak kim?
Erbakan hayatta olmamasına rağmen, ona yapılan zulümlerin
müsebbiplerine yaptıklarının bedelini çok ağır ödeten derin devlet nasıl bir
zihniyet tarafından idare ediliyor?
Elbette Erbakan’a yapılan haksızlıkların hesabının Dünya
Siyonizm’i, İsrail, ABD, NATO, MOSSAD, CIA, Gladıo ya da Kripto Yahudiler
tarafından görüldüğünü düşünmek için ancak onlardan olmak gerek.
Bu soruların cevabını bulmak için çok yüksek bir siyasi deha
veya üstün akıl sahibi olmaya gerek yok. Basit ancak mantıklı bir varsayımla
yola çıkmak yeterli.
Şöyle ki; Öncelikle Erbakan’a yapılan zulümlerin,
haksızlıkların hesabını ancak onun davası Milli Görüşe samimiyetle inanmış,
benimsemiş, özümsemiş; Erbakan’ın düşünce ve fikirlerini kendisine rehber
edinmiş, Erbakan’ın hedef ve ideallerini içselleştirmiş olan bir derin güç,
odak ya da devlet gücü sorabilir.
Bunun anlamı Milli Görüşün bir devlet politikası olduğu
gerçeğidir.
Milli Gazete yazarı Zeki Ceyhan da, 04 Ocak 2013 tarihinde “
Derin devletler!” başlıklı köşe yazısında Başbakan Erdoğan’ın dinlenmesi ile
ilgili değerlendirmelerde bulunurken bu gerçeğe şöyle dikkat çekiyordu:
“Bize de, “derin devlet” şüphesi daha yakın geliyor!
Ama derin devleti tek kalemde ele almayı doğru
bulmuyoruz!
Belki “derin devletlerden” söz etmek daha doğru
olabilir diye düşünüyoruz!
Çünkü bize öyle geliyor ki artık tek “derin devlet” yok!
Evet, karşımızda bir değil birden fazla derin devlet
bulunuyor!”
Milli Görüş lideri Erbakan da bu gerçeği şu şekilde
açıklıyordu:
“ Biz bu ülkede hiçbir zaman iktidardan inmedik. İstensin ya
da istenmesin 40 yıldır bu ülkede fiilen iktidardayız. Şimdi sıra hukuki
iktidar olmaya geldi.”
Bu ülkede gerçek derin güç/iktidar daima Erbakan ve Milli
Görüştü.
Günümüzde ise milli devlet legalleşip resmi devlet haline
geldiği için Milli Görüşün bir devlet politikası olma süreci tamamlanmış
bulunmaktadır.
Milli Görüş hukuki olarak iktidarda bulunduğu için İstanbul
Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, Milli Görüş merkezli büyük değişim ve dönüşüm
mücadelesini “Ergenekon Davası 100 yıllık bir hesaplaşmadır” şeklinde
izah etmeye çalışıyor.
Ümit Kocasakal’da ki bu keskin siyasi ferasetin yarısı Milli
Görüş ile birlikte Muhafazakâr / İslamcı denilen kesimlerde de olmuş olsa bu
ülkede her şey günümüzden çok daha güzel ve farklı olabilirdi.
EL-AZİZİ / Mesud Akgül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder